eğer gönlümde sızıyan yaranın hissiyatına karşılık gelebilecek bir kelime var olsaydı dünya edebiyatlarında ya da zihnim böyle bir kelimeyi damıtıp akıtabilseydi zehir misali şu beyaz sayfalara belki o zaman sidret-ül münteha'ya bile varırdı çığlıklarınız. ama heyhat ne fayda! ben cürmü düştüğü yer kadar olan bir garib ben-i ademim ve ne çığlığım kuyuların sonuna erişir ne de kan misali akıtacağım kelimeler diyetimi ödetir.
ben bunları gördükçe ağlıyorum ve sürekli şefaat diliyorum diledikçe ağlıyorum ve bu kısır döngü malesef sürekli bir vakitte devam edip duruyor. o an aslında ezel ile ebedin karşısındaki idrak eksikliğimin de farkına varır gibi oluyorum. zannediyorum ki zaman mefhumu bir bir düşünceleri ve hissiyatları un ufak edip yerlerine idrak tozları gibi duran içi boş görüntüler bırakıyor. bununla birlikte hasıl olan uyuma ve gaflet evresi ise insanın tamamiyle körleşmesinden ziyade zahiri görüntüler ile birlikte raks edip masiva ömrünün bilinçsizliğine sürüklüyor.
bu durumla birlikte gelen bahsettiğim bu çaresizlik ise deccalın kadir gecesindeki zincirlenişi gibi benim de elimi kolumu zincirleyip beni bir başıma yusuf'un kuyusunda bırakıyor... ve ben tekrar göz yaşlarımı bu kuyuya akıtıyorum bir testi doldururum da yusuf'un sessiz çığlığı olurum diye...