Yaşıyorsan eğer, <<hiç bir zaman» deme.
Yıkılır. yıkılmaz görünen.
Kalmaz hiç bir şey nasılsa öyle.
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya.
Kim <<hiç bir zaman» demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Her şeyini yitiren. dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
<<Hiç bir zaman»dan <<bu gün>doğar
Bu gün yenilen, yarının yenenidir.
bir çağ düşünün ki siz / gövdeyi götürmüş hep kan
başka geçer akça yok / bu karışıklıktan
düzensizliğin adını / koymuşlar düzen
insanlar çıkıvermiş / insanlığından
bu olanlara eğer demezseniz “olağan”
kurtuluruz o zaman
her şeyin değişmez olduğu sanısından.
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?
Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans’ta?
Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile,
boğulurken insanlar
uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz iskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
ispanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?
Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da
Satın alınmaz.
Anladık dediğin dedik,
Ama dediğin ne?
Doğrusun, söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne?
Yüreklisin,
Kime karşı?
Akıllısın,
Yararı kime?
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kimin ki?
Dostluğuna diyecek yok ya,
Dostların kimler?
Şimdi bizi iyi dinle:
Düşmanımızsın sen bizim
Dikeceğiz seni bir duvarın dibine
Ama madem bir sürü iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni.
Sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa.''
Tek başına alman edebiyatını karşılayan yazar. Zaten brecht varsa diğerlerine gerek yok. Hiçbiri onun gibi yazamadı. Bizim orhan kemalimiz neyse ruslArın gorkisi neyse bu da odur.
Gerçek edebiyatçı.
“Bir Adım öne çık: duyduk ki
iyi bir insanmışsın
seni satın almak mümkün değil
ama eve düşen yıldırımı satın almak da
mümkün değil.
söylediklerini yapıyorsun
Ama ne söylemiştin?
Dürüstsün, görüşünü ifade ediyorsun
Ama hangi görüşü?
Cesursun.
Ama kime karşı?
Akıllısın.
Ama kimin için?
Kişisel çıkarlarını gözetmiyorsun.
O halde kimin çıkarlarını gözetiyorsun?
iyi bir dostsun.
Ama iyi halkın da dostu musun?
O halde bize kulak ver: biliyoruz ki
Sen bizim düşmanımızsın. işte bu yüzden seni
Şimdi bir duvarın önüne koyacağız. Ama iyi meziyetlerini ve özelliklerini
Göz önünde bulundurarak
Seni iyi bir duvarın önüne koyacağız ve seni iyi bir
Silahtan çıkma iyi bir kurşunla vuracağız ve seni iyi bir
Kürekle iyi toprağa gömeceğiz.”
kinderkreuzzug (children's crusade) şiirini merak edip aradığım ama tam metnini bulamadığım şair. belki yeterince aramaya inanmıyorumdur, ama google'da şair adı, şiir adı (hem ingilizce hem almanca) yazılıp aratınca bir yerlerde şiirin bulunması gerekir değil mi
anladık iyisin,
ama neye yarıyor iyiliğin.
seni kimse satın alamaz,
eve düşen yıldırım da
satın alınmaz.
anladık dediğin dedik,
ama dediğin ne?
doğrusun; söylersin düşündüğünü,
ama düşündüğün ne?
yüreklisin,
kime karşı?
akıllısın,
yararı kime?
gözetmezsin kendi çıkarını,
peki gözettiğin kimin ki?
dostluğuna diyecek yok ya,
dostların kimler?
şimdi bizi iyi dinle:
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni.
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa.
yazar hakikati yazmak zorunda; burası açık; yazar hakikati saklamaya çalışmamalı, onu gizlememeli ve hakikate uymayan hiçbir şey yazmamalı. güçlülere boyun eğmemeli, güçsüzleri aldatmamalı. güçlülere boyun eğmemek şüphesiz çok güçtür; güçsüzleri aldatmak ise çok kazançlı bir iştir. mülk sahiplerinin hoşuna gitmemek demek, ömür boyu mülk edinememek demektir. harcanan emeğin bedelini ödemekten kaçınan, emeği de yadsır; güçlüler arasında ün kazanmayı geri çeviren ise, bu koşullar altında, hiç ün kazanmaz, hiç övülmez. şu kişi hakikati dile getiriyor dendiğinde birkaç kişinin ya da birçok kişinin ya da tek bir kişinin başka bir şey söylediği, yalana baş vurduğu, yuvarlak sözler gevelediği anlaşılır. hakikati söyleyen ise, pratik, somut, yadsınmaz, söylenmesi gereken bir şeyi dile getirmiştir.
hakikat elle tutulabilir, ölçülebilir, var olan bir şeyse, ona ulaşmak biraz çabayı, araştırmayı gerektiriyorsa, hakikat diye bir şeyi tanımazdan gelirler o zaman; kafalarını bulandıracak hakikate boş verirler. bunlar, hakikate şöyle bir dokunup geçen bir şeyleri geveleyen, yüzeyde kalmış, derine inmeyen kişilerdir. işin kötüsü: hakikatten haberi yoktur bunların.
her alanda gizlenen, örtbas edilmeye çalışılan hakikati yazmak güç iş olduğundan, birçoğu için hakikatin yazılması ya da yazılmaması yalnızca bir namus sorunundan ibarettir. hakikati yazmak için bir tek yürekli olmanın gerektiğini sanırlar. ikinci güçlüğü ise hep unuturlar. bu ikinci güçlük hakikati bulabilmektir. hakikati bulmanın kolay bir iş olduğunu kimse söyleyemez.
öncelikle, hangi hakikatin söylenmeye değer olduğunu bulup ortaya çıkarmak, işte bu, sanıldığı gibi kolay değildir. örneğin, dünyanın en uygar sayılan ülkelerinden biri, günümüzde en aşağılık bir barbarlığın içine batmış durumda. bu durumu gören herkes, en korkunç, en canavarca araçlarla yürütülen iç savaşın, bir gün, dünyayı belki de bir yıkıntı yığınına çevirecek bir savaşa dönüşeceğini biliyor. bunun bir hakikat olduğu kuşku götürmez. ama bunun yanında başka hakikatler de var. sözgelimi, koltuklar oturmaya yarar, yağmur gökten yağar türünden hakikatler. bunlar da yanlış değil. birçok yazar, bunlara benzer hakikatleri yazıyorlar. bunlar, batmakta olan bir geminin duvarlarına natürmortlar çizmeye çalışan ressamları andırıyorlar. belirttiğimiz ilk güçlük, onlar için geçerli değil, buna aldırdıkları yok ama vicdanları da rahat. resimlerini güçlülere aldırmayarak çiziyorlar. ama ezilenlerin çığlıklarıyla da ilgilenmiyor, bundan etkilemiyorlar. seçtikleri davranış biçiminin anlamsızlığından kendilerini de etkiliyor, “derin” bir karamsarlığa kapılıyorlar. karamsarlığa kapılıyorlar kapılmasına ama çok iyi fiyattan satıyorlar karamsarlıklarını; ustalık sıfatının gerçek sahipleriyse bu karamsar sahte ustalara gösterilen ilgiyi görmüyor, ürünlerini satamıyorlar bile. işte bundan dolayı, bu karamsarların dile getirdiği hakikatlerin, koltuklarla ya da yağmurla ilgili olarak yukarıda belirttiğimiz hakikatlere benzediğini hemen görmek kolay olmuyor. kolay olmuyor, çünkü bambaşka biçimde, sanki önemli hakikatlermiş gibi çıkıyorlar ortaya. çünkü sanatın, sıradan bir şeyi önemli kılmak olduğu sanılıyor. ama yakından bakılacak olursa, bu karamsarların sadece şunu söyledikleri anlaşılır: “koltuk, koltuktur,” ya da «hiç kimse yağmurun gökyüzünden yeryüzüne yağmasını engelleyemez.
hakikat, sonuçları için dile getirilmelidir; çünkü hakikatten çıkarılacak sonuçlar, tutumları belirler.
insanların içine düştükleri kötü durumlar konusundaki hakikatler yazılmak isteniyorsa, önce o durumları yaratan önlenebilir nedenler ortaya çıkarılmalıdır. ancak önlenebilir nedenler ortaya koyulduktan sonra kötü durumlarla savaşılabilir.
çağımızda da halk yerine sınıflar, toprak yerine mülkiyet sözcüklerini kullanan kişi, birçok yalana aracılık etmekten kurtulur. o sözcüklerin (değiştirilmesi gerekenlerin) kişiyi uyuşturucu, tembelleştirici, yani mistik özelliklerini ortadan kaldırmış olur. halk sözcüğü, belirli bir birliği ifade ediyor ve ortak çıkarları akla getiriyor; bu nedenle bu sözcük, yalnızca birden fazla halkın söz konusu olduğu durumlarda kullanılabilir, çünkü ancak o durumlarda çıkarların ortaklığından söz edilebilir. bir toprak parçası üstünde yaşayan sınıfların çıkarları ise farklıdır ve genellikle de bu çıkarlar birbirleriyle çelişir; işte bu hakikat hep gizlenmeye çalışılan bir hakikattir. toprak deyip de, tarlaları anlatan, tarlaların kokusunu ve rengini uzun uzadıya dile getirerek burun ve göz zevklerine seslenen yazar, egemenlerin yalanlarını desteklemiş olur; çünkü söz konusu olan ne toprağın verimliliğidir, ne de insanlardaki toprak sevgisi ve çalışkanlıktır; gerçekte önemli olan, tahıl fiyatları ve tarlada çalışanın emeğine ödenen ücrettir. topraktan kazanç sağlayanlar, kızgın güneş altında buğday üretenler değildir; toprak kokusunu tanıyan yoktur borsalarda. borsaların kokusu bambaşkadır.