"kısalt abi, yanlar kısa, üstler uzun olsun" dedim ilk defa gittiğim berbere. o yıllarda saçımı hep farklı bir yerde kestirirdim, yolumun üstündeki ilk berbere girer, aynı replikleri tekrarlardım. saçım olduğundan, çok da özenmeme gerek yoktu, zaten kimse özenmezdi saçına, apaçiler henüz peydahlanmamıştı etrafta. seçebileceğiniz iki tip kesim vardı; amerikan ve italyan traşı. italyan bir dönem özellikle kaleciler arasında popüler olmuş, amerikan'ın ensesi uzun olanıydı. aslında bir üçüncü de mevcuttu, lakin onu sadece harun kolçak yaptırıyordu, toplumun geneli erkek adam perma'mı yaptırır diye bu modeli dışlıyordu.
saçım olduğu o yıllarda, berber konusunda özenli davranmazdım, zira saçlarım olduğundan, hangi berbere girersem gireyim, bir şekilde adama benzer, dışarı çıktığımda kolonya sürülmüş kafam üşürken kendimi yakışıklı hissederdim.
***
üniversite yıllarında saçlarımı uzattım, tam beş sene boyunca berber yüzü görmedim, belime gelen saçlarımla kendimi oldukça havalı hissediyordum, bolca kafa sallıyor, rüzgarı önüme alarak yürümekten inanılmaz zevk alıyordum, arada saçımdaki kırıklar arttığında annem alıyor eline makası, saçlarımı suyunu sıkar gibi büzüyor, ortaya çıkan kırıkları temizliyordu. saç kremleri, lastik tokalar, deniz sonrası sıkılan ve saçın dolaşmasını engelleyen garip spreylerle o yıllarda tanıştım. berber salonlarının kokusunu unutmuştum, ta ki bir gün artık zamanı geldi diyerek, saçlarımı kestirdiğim güne kadar.
***
beş yıldır uzattığım saçlarım kesildiğinde, berber koltuğundan kalkamayıp uzunca süre aynaya baktım, kendimi tanıyamıyordum, bu kel adam kimdi, bu patates kafa kimdi, aynada bir ucube vardı ve ben onu tanımıyordum. gözlerimi kapadım, açtım, kapadım, açtım, inanmak istemiyordum, o aynadaki yaratık gitsin, yerine ben geleyim istiyordum, ama gerçek ortadaydı;
beş dakika içinde; uzun saçlı süpersonik adamdan, keltoş skimsonik adama dönüşmüştüm, aslında hep skimsonik olduğumu, saçların sadece bunu iyi kamufle ettiğini o an anladım.
24 yaşında derbeder olmuştum.
****
"nasıl keselim beyefendi" sorusunu, "uzman sensin, sana bırakıyorum" diye cevapladım, sorumluluğu üzerimden atmayı öğrenmiştim artık; sonuç fiyasko olacağı için, şöyle kes, böyle kes demiyordum. şehrin en pahalı berberlerinden, ya da onların deyimiyle erkek kuaför salonlarından birindeydim. artık saçım kalmadığından, mecburen bir uzmana gitmek zorundaydım, başka türlü yüzüne bakılır olamıyordum. sadece en iyi kuaför, beni insana benzetebiliyordu.
adam çenemden tutup, kafamı çevirerek, aynadan kafa yapımı inceledi, işi zordu, suratından anladım. bir türlü kesme işlemine başlayamayınca, "usta" dedim "rahat ol, malzemeyi biliyorum senden mucize beklemiyorum", rahatladı, kesime başladı. olmayan saçlarımı, düşüne düşüne, ağırdan ala ala kesti. sanki saç kesmiyor da yeni bir felsefi akımın manifestosunu yazıyordu.
kesim işlemi bittikten sonra, kafamı lavaboya bastırarak saçımı yıkamaya başladı, tanımadığım bu adamın elleri arada bir yüzümde dolaşıyor, suları süzmek için avucuyla yüzümü kavrıyordu. tiksindim.
yıkama sonrası, saçımı kurutmaya başladı. kadın kuaförlerinde saatlerce süren bu iş, makinayı açıp, kapamasıyla son buldu. saç yoktu ki, neyi kurutacaktı.
kafamın önünde tam beş tel saç vardı, tararken onları, bir sağa bir sola yatırdı, "nasıl olsun" dedi, şaka yapıyordu galiba, "ikisi sağda, ikisi solda, biri ortada olsun" diyesim geldi, lakin tiz bir sesle, "sen bilirsin" dedim, öne taradı ve işimiz bitti.
parayı ödeyip dışarı çıkar çıkmaz, rüzgarı karşıdan yedim, saçım bozuldu mu diye parlak kapıya baktım, rüzgar saçımın önündeki beş teli de havalandırmış, alnıma bir ibik kondurmuştu.
30 yaşında pek çok şey olmayı hayal etmiş, ama ola ola tenten olmuştum.