hayattaki her şey o kadar büyük bir hızla alaşağı oluyor ki... Açtığımı bile unuttuğum şu sözlük hesabına denk geldim az önce. yazdıklarıma baktım, o zamanki hissiyatlarım dün gibi taze. fakat şu da var ki o kötü günlere dönmek için bile birçok şeyden vazgeçebilirim. o zamanki anlamsız hüzün x5 ve de üzerine sağlık sorunları. ve hala evdeyim allah kahretsin.
ölmeyi başaramadım. yaşamayı da başaramadım. yıllar önceden beri tünediğim dalda durmaktayım hâlâ. yaşarken çürümek; görmeden, bilmeden, yaşamadan eskimek... insana pişmanlık veriyor. işin kötüsü de her an yeni bir pişmanlıkla kamburlaşırken, yine de hareket edecek gücü bulamıyorum. kime ve neden sesimi duyurmaya çalıştığımı bilmiyorum. yaşamayı hala kabullenemedim. benim için hala anormalliğini koruyor istemesem de. simülasyon hatası olarak hapsolmuş gibiyim. ya yaşamayı ya da ölmeyi öğrenmem gerekiyor artık. sevgiler.
yaptığım tek şey hayattan kaçarak kitaplara dalmak. bir nevi uyuşturucu görevi görüyor kitaplar benim için. hayatın sefaletini, adaletsizliğini, acıları ve benliğimi unutmanın başka yolunu bulamıyorum. hayat devam ediyor, ben devam edemiyorum. yaşlanıyorum, çürüyorum, insanlardan ve hayatın günlük akışından uzak kalmış bir halde kendime zarar verdiğimi düşünüyorum. hala hayatı tanıyamıyorum. keşke vahşi bir hayvan olup bir başka hayvana av olsaydım diyorum. belki bu şekilde varlığımı kısa yoldan tamamlamış olurdum. merak edilecek, hevesle beklenecek, uğruna çaba sarf edilecek yarınlar tahayyül edemiyorum. ölmeden önce hayatta yaptığım tek şeyin kendimi dışarıya kapatarak kitap okumak olmasını istemiyorum.
üç yıldır beni iliklerime kadar sömüren bir iş yerinde çalışıyorum. işe girdiğimden beri biliyorum beni ne hallere koyacaklarını, yine de daha iyi bir iş aramak gibi bir çabadan bile aciz kalıyorum. çünkü umudum yok, gücüm yok. yeni çabalar, ağızlarına bakılacak yeni insanlar, yeni patronlar. yeni stresler ve yeni hayal kırıklıkları. ben bunlar için artık oldukça güçsüz biriyim. oysa beni hayatta tutmaya yetecek şeyler o kadar uçuk kaçık hayaller değillerdir. bir kulübe, bir bahçe. daha fazla yazmak için bile gücüm yok. mutlu olun.
dilenciler gibi şapkamı önüme alıp hayat dilenmek istiyorum. ne olur biri bana hayatı anlatsın.
hayattan istediğim şeyler her insanın yapabileceği kadar küçük şeylerdi. küçük bir bahçe, başımı sokacak bir barınak, biraz yemek ve sigara.
yemeği iyi kötü hallediyorum. sigara ucu ucuna. bu kadar. yazma ihtiyacı hissediyorum. çünkü biliyorum ki benden adam olmayacak. belki fazla zamanım da yok. bu yüzden elimde kalan tek şey yazmak. yaşayıp yok olan bilinçsiz canlılardan bir farkım olsun istiyorum. varolma bilincinin verdiği acıyı çekiyorsam bunun da bir getirisi olmalı. adım kalsın demiyorum. en azından birkaç yazı kalsın benden geriye.
çok ihtimal vardı. parlak bir öğrenci, dinini seven bir insan, neşeli bir çocuk. hepsiydim. ama artık hiçbiri değilim. hayata bir hedef katmak işe yaramadı, hayatı yararlı bir işe adamak işe yaramadı. birini sevmeye çalışmak işe yaramadı. toplumun içine dalmak işe yaramadı. ve daha birçok işe yaramayan şey.
geleceği düşününce kafamda bir araba alabildiğim bir hayal bile canlandıramıyorum. gördüğüm tek şey; bir elimde silah, bir elimde şarap şişesiyle sahildeki fenerin dibinde oturuşum. bir bahar gecesi, hafif esintili. havada bir tek bulut yok. ayla aramda sadece uzaklık var, silah ile de öyle. sevdiğim şarkılardan birini dinlerken görüyorum kendimi. veda eder ve bu vedayla alay edercesine, her bakımdan o ana uygun bir şarkı. sevdiklerimle vedalaşmak istemiyorum. onların olmadığı bir yerde olmak da istemiyorum. beklediğim şey yok olmak. arkamda bırakacağım hüzünler beni tutuyor. başka yolum da kalmamış gibi. gökyüzünü izliyorum, sanki şehirdeki ışıklardan yıldızlar görünecekmiş gibi. bir sefer yıldız kayarken tam da o yıldıza bakıyordum. bu güzel tesadüfü anımsıyorum o sırada. özel bir andı. dilek tutmamıştım çünkü gerçekleşmesini istediğim bir şeyin dileğini tutarsam o dilek mutlaka gerçekleşmez. benim batıl inançlarımdan birisi bu. bütün hayatımı düşünüyorum, deliksiz. neredeyse bir saat.
biraz sonra kendi hayatımı sonlandıracağım için her şey dokunuyor sanki bana. çevreden, sahildeki topluluktan neşe dolu sesler geliyor. uzaklar buraya, ama seslerini duyacağım kadar mutlular.ben neşeli kalabalığın dışında, karanlıkta kalan oldum hep. onlardan birisi olmayı isterdim. hayatlarındaki dertleri, küçük hayallerini gerçekleştirene kadar varolan sıradan insanlar. çilekeş ama mutlu insanlar. benim gibi insanlar kendilerine ne kadar vakit ayırabiliyorlarsa bir o kadar mutsuz insanlar olurlar.
şarap ısındı. nefret ederim içkilerimin soğuğunu kaybetmesinden. ölmeden dakikalar önce tekel bayisine gidip buz almaya değer mi diye hesap yapıyorum. bir yandan anı bozmak istemiyorum, bir yandan da diyorum ki; bu benim içeceğim son içki.
bence değerdi ama gitmedim. onu yapmaya da üşendim çünkü. hayatım hep izlemekle ve üşengeç bir hareketsizlikle geçti.
binlerce fikir dolanıyor kafamda. herhalde ölme fikri yüzünden. son kez çalışıyor nasılsa. sahildeki ışıklar gözümü rahatsız etmeye başlıyor. fenerin karanlığına alıştı gözlerim. bir mezar yeri seçme hakkım olsa bu fenerin dibini seçerdim. cesedim de belki bu manzarayı sever.
sanki işe yetişecekmiş gibi bir stres var içimde. ama patrondan azar yemeyeceğime eminim, çünkü bu sefer işe değil ölüme gidiyorum. bekleyenim yok. azraile randevu vermiş gibi düşüncelerime yetişmeye çalışıyorum. sırasıyla çocukluğum, arkadaşlarım, sevdiğim kadınlar, içtiğim içkiler, ailem. güzel olan ne varsa gözümün önünden geçiyor aceleyle. güzel şeyler de varmış diyorum içimden. fakat bu kadar güzel şey vardı madem, ben neden ölüyorum. bu musibet ne kadar acı bir şeydir ki, bir insanı bunca güzel şeyin arasından çekip ölüme sürükleyebilir. halbuki şu fenerin manzarası için bile yaşamak isteyebilirdi insan.
sabaha karşı patlamış kafamı kimler toparlayacak, kimlere ayıp etmiş olacağım diye düşünüyorum. ailem aklıma geliyor, gözlerim yaşarıyor yine. onları üzmeyi hiç istemezdim. hep isterdim ki benden nefret eden bir ailem olsun. veya hiç görüşmediğim. çünkü bir gün intihar kararını verirsem onları üzmek istemiyordum. beni sevmezlerse ya da görüşmezsek kolayca atlatabilirler.
semtimin , hayranlıkla izlediğim sokaklarını canlandırıyorum zihnimde, 24 saat yaşayan sokaklar. hep bir gürültü, bir gevşeklik. ama şunu rahatça söyleyebilirim, bir gürültünün bu kadar neşeli olabildiğini konserlerde bile göremezdiniz. bu sokaklardaki bir parke taşı olmayı hep hayal etmişimdir. şu halimden tek farkı kapladığım yer olurdu. orada olayım, izleyeyim mutlu kalabalığı. insanların mutlu yüzlerini, heyecanla anlattıkları dedikodularını, sokak sanatçılarını ve sahili özleyeceğim.
artık düşünecek bir şey kalmadı. zaman geldi. yapmam gereken tek şey şu şaraptan son yudumu alıp silahı kafama dayamak. ve hiç düşünmeden, sanki hızlıca yapmazsam biri engel olmaya çalışacakmış gibi silahımı kaptım. kafama dayadıktan sonra. elim tetiğe giderken fazlasıyla titriyor, nasıl olsa ölüm tek seferlik.
tetiği yine çekemiyorum. korku mu, hayatın geri kalanına karşı beslenen ümit mi bilemiyorum.toparlanıyorum yavaştan, geç oldu.
ve aynı rutini belki gelecek ay tekrarlamak üzere eve gidiyorum. elveda.
şimdiye kadar ölüm hakkında yapılmış tüm subjektif yorumları bir kenara bırakıp konuşacağım.
ölüm değerli midir?
herkesin başına gelmesi kesin olan bir şey bence değerli değildir. ölümleri insanların gözüne sokarak insanları bir başka bilinmezle korkutmak psikolojiye yıkıcı zararlar verebilir.
benim için doğru olan ise yaşanmamış bir hayatı geride bırakmama çabasıdır. doğru yaşanmamış her hayat biraz beklenmedik ölümdür. dolayısıyla arkamıza değil de önümüze bakıp yaşayalım, çünkü ölüm gelip çattığında ''benim daha yaşayacağım şeyler vardı'' diyemeyeceğiz.
hayatın zorluğu, hüzünler ve yaşayabilmek konusundaki çaresizlikleri göz ardı edemeyiz, ancsk gerçek bu. bir şekilde hayatı doldurmak gerekiyor. belki bir aile kurmak, belki hayatını bir davaya adamak, belki iyi bir meslek edinip lüks içinde yaşamak, belki dünyayı gezmek, belki sokak çocuklarına yardım etmek. ideallariniz kendiniz içindir. tek mesele bu hayata bir anlam atfedebilmektedir. ben henüz yapamadım, ama belki bir gün.
inancı olmayan, varoluş boşluğuna kendisini kaptırmış kişiler, bilin ki önünüzde aynı sona varan iki yol var. birisi yaşamak; keyif alabilmenin yanında dünyaya bir şeyler katarak bazı yanlışları düzeltmeye çalışarak yaşamak( akislerini yaşamak da var, ki bu umulan hayatlardan birisidir). bir diğer yol ise yaşama akdini sonlandırmaktır. ben kendi adıma, yaşamak bana iyi gelmese bile öncelikle kendi dünya tasavvurumu oluşturmak, sonra anlatmak, birilerine bir fikir verebilmeyi istiyorum. size de hayattan anladıklarınızı yazmayı tavsiye ederim. sonuçta aynı şeyi yaşayan çok fazla kişi değiliz. daha fazla yalnız olmamak için en azından bu konuda okuryazar olmalıyız. schopenhauer'in dediği gibi bu dünya bizim tasavvurumuzdur. biz nasıl algılıyorsak dünya öyle bir yerdir. bu yüzden çok bilmişlerin sözlerine itimat etmekten önce kendi gördüklerinizi düşünün ve doğrulayın. bir dünya fikri edinin. sevgiler.
büyük hayaller, büyük hezeyanlarla kardeştir. hayattan beklediğim şeyler olmadı. sadece maddi ve mannevi olarak belli bir sefaletin altında olmamam gerektiğine inandım her zaman. hayattan öğrendiğim her şey beni umuttan ve gerçekçi hayallerden, hayattan uzaklaştırdı. benim gibi yaşayan insanlarla kendi psikolojimi karşılaştırmaya çalışıyorum. ne olursa olsun sonunda gece uyuyacak kadar huzuru edinebiliyorlar. şükürkarlar. her şartta yaşayabilecek kadar omurgasızlar. ben bu hayatı da bu insanları da kabul etmiyorum. herkes aynı bok diye diye kendimi deki gibi görmekten çok sıkıldım. sevgiler değil.
Bu kaçıncı affedişim, bu kaçıncı kabul vermişliğim, bu kaçıncı dersimi almışlığım..
Hayatım bir öykü * her adımda bir ders her nefeste bir affediş var. Çok kandım, çok isyan ettim ama her seferinde özüme döndüm. Kabuğum sağlam, içim yeterince yumuşak. Şükürler olsun.
Hayatımdan gelip geçen tüm aşklarım için bir renk veriyorum. En koyu pembesi şu an bu yazıyı okuması muhtemel aşkıma. Pembeyi çok sevdiğimi bilir. En güzel hissiyatları bana yaşattığı için, en iyi şiirleri dinlettiği için, en güzel çiçekleri bana gönderdiği için, en iyi kahveleri bulup bana içirdiği için, görmediğim bir çok yeri bana gösterdiği için, içimi ısıttığı kalbimi yumuşattığı için. Beklenmedik bir anda yaşamıma girip en ihtiyacım olduğu anda bana kadınlığımı yaşattığı için, sohbetler için, rakı sofraları beyaz geceler için. Ve sayamadığım onlarca güzellik için. Bunların yanı sıra hayata muhteşem bir evlat getirdiği ve onu layıkıyla büyütmeyi tercih ettiği için. Bir diğeri de var gibi ama onu bilmiyorum. *
Ben özgürüm düşüncelerimden, ben özgürüm eteklerimden, ben özgürüm ruhumun beyaz yelelerinden...
Güzel düşünceli, güzel bakışlı, iyi huylu, özgün adam. Şiir yazabilseydim eğer senin için yazardım. Ben affettim seni, her hücremin yaşadığı ızdırabı unuttum.
Ben yol oldum,
yolda öğrenci oldum,
yola döktüm içimi,
yolda var oldum,
yolda yok oldum.
Yolumu kaybettim,
yoldan çıktım,
yolcu oldum, yoluma yoldaş oldum
Yolumu aradım, yolumu bulamadım
Ben yol oldum, yol uzun..
Tüm kainat şahit olsun ben affettim. Zerrelere ayrılan tüm kırıklarımı tamir ettim. Çok şükür.
Çok fazla mutlu ol, çok fazla sağlıklı ol, çok fazla huzurlu ol.
bir zamanlar en sevdiğin insanın hayatında ne kadar değersiz olduğunu hissetmek kötü şey. birini sevmeye ihtiyacım yok. birinin beni sevmesine de ihtiyacım yok. bu zaten ihtiyaç meselesi değildir.
velhasıl, insanların geri kalanı kadar mütekabil olmadım. onların yaptıkları hesapları yapmadım. kimseye boyun eğmedim, gururumu yücelttim çok güzel bir şeymiş gibi. fakat uzun zaman bazı şeyler paylaştığın insanın gözünde sebepsiz yere artık bir hiç olmak insanı düşürüyor, karşındaki kim olursa olsun. nankör insanlara lanet olsun. sevgiler.
dünyaya kaybetmekten yoruldum. yaşayabilmek için arayıp bulduğum her avuntu, tıpkı dalgalar gibi daha büyük bir hezeyanla geri dönüyor. gitmek isteyip gidemiyorum. aslına bakarsanız gitmek de isteyecek insan değilimdir ben. başka şartlarda ne kadar mutlu bir insan olabileceğimi düşünüp duruyorum. yaşamayı sevebilirdim.
ama umudunu kaybetmiş insan hayatı ne kadar severse sevsin, giderken gözü arkada kalmaz. çünkü merak edilecek, heyecanla beklenen yarınlar yoktur. en çıkmazı da budur zaten. yarınlardan ümidim yok. el birliğiyle küçücük hayatımı, küçücük umutlarımı ve hayallerimi, heyecanımı veya kısacası ufacık hayatımı benden çalan kimseyi affetmiyorum.
insanın bilinci, onu en ücra hapishanelerin içinde özgür kılabileceği gibi, en güzel manzaraların göründüğü o yeşil tepelerde ruhuna prangalar vurabilir.ben kazanamadım. tek tesellim hayatın bir gün bitecek olmasıdır. sevgiler.
içimde büyüyen başka biriymiş gibi devamlı ve hızla gelişen bu tarif edilemeyen hüznü daha fazla beslemek istemiyorum. içimdeki bu zehri atacağım bir roman yazmak istiyorum. hangi kelime boşa geçip giden bir hayatı, zehirlenmiş bir kalbi anlatmaya yeter bilmiyorum. yine de denemek lazım umarım başarırım. sevgiler
kendimi aşağılık eylemlerle oyalarken çektiğim azabın tarifi yok. sanki bu dünya sona ermeyecekmiş gibi, sanki sonsuz bir yarışta yer alıyormuşum gibi ya da o yarışta olmak zorundaymışım gibi, hayatımı kazanma konusundaki gayretsizliğimi kendi yüzüme neden vuruyorum. doğru dünyada olsaydım parayı hayatımdan çıkartırdım, bu bir gerçek. fakat bulunduğum dünya buna izin vermiyor. ben mutsuz ve huzursuz biriyim. benim en azından yaşayacak kadar morale sahip olabilmem için belli bir konfor alanına ihtiyacım var. bu gibi şeylerin gereğini yapmamak her anımı çekilmez kılıyor. beni burada böyle bir hayata , böyle bir bilince neden mahkum ettiler.
bugün düşündüm, insan hayatını hiç ölmeyecek gibi yaşıyor. eğer yirmi dördün üzerine bir yetmiş yıl daha yaşayacağımı söyleseler aynı hayatı yaşamaya devam ederim. ama bana ölüm tarihim bildirilse deli gibi üretmeye başlardım. bunu biliyorum. öyleyse kitaplar ve yazılar yazmak için kanser olmayı falan beklemem şart değil. dedim ya, hiç yoksa birkaç yazı kalsın benden geriye. sevgiler.
bazen pişman olmayı da sevebilirsin. gelecekteki belki binlerce ihtimalden en ideal olanları hiçe saymak bazen güzel gelebilir. insan bazen acıya aşık olabilir. art arda geçen uykusuz geceler uzadığı zaman kayıtsızlık baş gösterir, sonra da sempati duyarsın. artık hayatın gri olmuştur.. geçmiş olsun.
ben,
her gün biraz daha uzaklaşıyorum kendimden,
huzurumu alıp toprağa koydular,
mezarları sevdim, sen oradasın diye,
ıssızları sevdim, sona erdi korkular.
sabahlara karşı sahilin birinde
gözlerim yok olan hatırana dalar
meyhanenin içinde, masanın dibinde
adını sayıkladığım hıçkırıklar ağlar.
hayatı sıradan yaşamak gerek, mükemmeli istemek bir hatadır bence.
şimdiye kadar ne mükemmeli ne de sıradanı kovaladım.ul üzerine hiç çaba göstermediğim şeylerin acısını çekiyorum sonuna kadar savaşmış gibi. oturduğu yerden mucizeler beklemem de hataydı. yaşamaya hevesli değilim, ölmeye de hevesli değilim. ancak insan faaliyette olduğu kadar mutludur. elime bir şey geçmese de çabalamam gerekiyor. toz pembe hayalleri bir kenara bıraktım.
Arthur schopenhauer'in de dediği gibi bu dünyada mutluluk beklemek aptallık, sadece mutsuzluktan kaçınacağım. sevgiler.
uzaktan seviyorum diyerek uzunca anlattığım kızın ahlak yoksunu ve entrika düşkünü biri olduğunu öğrendim. kendi sevgilisi de varmış. onun dışında babası yaşında evli çocuklu insanlarla ilişkileri varmış. hayat kadınına ''seni bu hayattan kurtaracağım'' diyen masum müşteri kıvamında takılıyorum.
kendime son bir şans vereyim dedim. hayatımı düzenlemeye çalışıyorum. bazı şeylerin gereğini yapmak, oturduğum yerden mucize beklemeyi bırakmak bende bazı fikirleri değiştirdi, mutsuzluk baki ama.
anladım ki insan bir hayale inanmadan onu kurmamalı, zaten ben kuramıyorum. gerçekçi olarak ilk kez hayal kurabildiğimi fark ettim ve benim için kendi hayatımda yeni ufuklar açıldı. hayal kurabiliyordum çünkü o hayallerin gerçek olma ihtimaline artık inanıyordum. bunu sebebi ise o şeylere adım atmak, gereğini yapmaktı.
sigarayı ve geçmişimi bırakmak istiyorum. bunlar şimdilik en büyük dertlerim .
sefiller gibi uzun bir kitabı bitirdikten sonra tek bir kitaba bu kadar vakit ayrılmaması gerektiğine, ve de okumanın artık işe yaramayacağına (öğretici kitaplar hariç) kendi içimde karar verdim. artık istediğim üretmek. düzenli olarak yazmaya başlamam gerek.
hayatı unutabildiğim kadar unutup, normal insanlar gibi yaşamaya başlamak istiyorum. sevgiler.
bugün kiraladığım bisikletle moda burnundayım, moda sahilini aşıp hayatımda hiç oraya gitmemiştim. oraya girdiğim andan itibaren sanki gezegen değişti. daha marjinal bir topluluk, daha zengin bir muhit, daha büyük ve mutlu bir kalabalık.
orada tek mutsuz olan benmişim gibi düşünecek kadar mutluydu kalabalık. üçer, beşer, onarlı gruplar halinde sohbet edip içen gençler hallerinden fazlaca memnun gözüküyordu. birisi gözüme çarptı sadece. onu görünce gördüğüm herkes birden yok oldu sanki. bir genç kayaların üzerinde iki büklüm olmuş, yalnız başına ağlıyordu. yanına gidip nesi olduğunu sordum. cevabını anlamadım, ama gülerek cevap verdi. büyük bir sorunu olmadığı belliydi, sonra arkadaşı gelince iyi geceler dileyerek oradan ayrıldım. ilerledim.
yerleşimin ve lüksün arttığı daha sakin, göründüğü kadarıyla daha kültürlü insanlar vardı bu tarafta. kalabalık azdı, gürültü ve heyecan daha azdı. güzel bir dinginlik hakimdi tüm yeşilliğe ve simsiyah denize.
bisikletimle ilerlerken kulağıma bir müzik sesi geldi. tüm topluluktan tamamen ayrı olan bir kadın ve bir erkek, huzur ve tatmin içinde kendi müziklerini icra ediyorlardı. kadın keman, adam akordeon çalıyordu.
bisikletim yaya yolunu kapatmasın diye çimenlere ilerledim, müziğin sesine yaklaştım ve bir süre ruhumun sefil bedenimi terk etmesine izin verdim. denizi ve müzisyenleri izlerken hiç yaşamadığım ve yaşayamayacağım hayatlar gözümün önünden geçip gidiyordu. bu sıralar, ne kadar güzelliğe şahit olduysam o kadar hüzne boğuluyordum. çünkü hiçbirine sahip olamamıştım. ne bir yeteneğim vardı ne de bir değerim. maddi olarak zaten olmayan varlığım, manevi olarak da beni şüpheye sokmuştu son zamanlarda.
müzik bitti. başımı öne eğdim ve kötü olan her şeyi düşündüm. sahip olmak istediğim şey para değildi. bu kadar basit olamazdım. istediğim şey yaşamak için ömrümü verdiğim işlere mecbur olmama özgürlüğüydü. hayata gözlerimi bu kadar açmışken, bu günümüz köleliğine kurban olmak, yaşamam için bana gereken bütün maneviyatımı fareler gibi kemiriyordu.
başım önde yere bakarken bir karınca sürüsüyle karşılaştım. onları görmekte zorluk çekiyordum belki, ama her biri benden büyüktüler bu hayatta.
müzisyenler bir sonraki parçalarına geçtiler. bu hüzne daha fazla katlanamayacağımı kendime söyledim. müzisyenleri tebrik ederek oradan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım.
giderken içimde dostoyevski tarzı bir kaybetmişlik vardı. bunalımlarım yüzünden, yetersizliklerim yüzünden yaşayamadan ölmek istemiyorum. madem geldim, biraz yaşasam ne olurdu sanki.
geldiğim yere geri döndüm. sadece iki saatliğine benim olan bisikletimi yerine teslim ettim. benim olmayan taksimle, benim olmayan evime gittim.
şimdi bana ait olan sefil yatağımdan ve telefonumdan yazıyorum. savaşacak gücüm kalmadı. elbet bu acılar son bulacak.o zamana dek yazmaya devam edeceğim. sevgiler.
iki yıldır bir iş yerinde çalışıyorum. ilk gördüğümden beri her seferinde dönüp tekrar baktığım, giderek kaybolana kadar izlediğim tek birisi var. sözde arkadaşız. ona yanık olduğumu tahmin bile edemez. ki benim bir bakışıma bile şahit olmamıştır. o kadar titiz şekilde gözlerim yollarını.
o odasından çıkar,sesini duyarım. peşinden ben de çıkarım tesadüf olmuş gibi. yalandan kendi makinelerimle ilgilenmiş gibi yaparım. tek amacım onun yüzünü tekrar görmek, gidene kadar onu tekrar izlemektir. ona her bakışımda birine son kez bakıyormuş gibi anın keyfini çıkartırım. gözden kaybolunca içime çöken hüzün, bu güzel anın bedelidir.
bu hayalimin gerçek olamayacağını düşünürüm. büyük bir çaba sonucu belki kendime güvenime, mutluluğuma tekrar kavuşurum. kendimi sevmeyi başardığım an onun karşısına başka biri olarak çıkmayı isterim. bu aşk olamaz. diğer insanların aşk diye anlattıkları şeyler böyle gelişip sonuçlanmıyor. bu çok daha güçlü bir duygu. sadece oturup uzunca, hiç çekinmeden gözlerine, yüzüne bakmak, ellerini tutmak için nelerden vazgeçebileceğimi sadece ben bilirim.
ne kadar içten, ne kadar samimi bir kız. her şey hallolsa bile onun karşısına bu şekilde çıkmak beni tereddüte sokar. çünkü benim ruhumda bu denli söz sahibi olan sadece o var. tek yanlışta ömür boyu yalnız kalırım.
hayatta birini ilişkiye ikna eden taraf hiç olmadım. yaşadığım her ilişkinin adımını başkasından bekledim. şimdiye kadar böyle oldu. lanet bir gurur. ama olacağını bilsem onun için çeyrek asırlık hayatımda vazgeçmediğim gururumdan vazgeçmeye hazırım. umarım kendimi kabullenmeyi ve hayatımı olması gerektiği gibi yaşamaya başlarım, ve her şey güzel gelişir. onun hayatımda olmaması düşüncesi beni çaresiz bir yalnızlık düşüncesine itiyor. onsuz olmak istemiyorum artık. sevgiler.
kitap yazma çabasıyla, kelimelerle kafa patlattığım bir gecenin daha başındayım yine. biraz önce uyumak üzere yatıyordum. beni dürtüp tekrar ayaklandıran şey, uykuya verdiğim zamana acımamdı. her insanın hayatının ortalama dörtte biri uykuya gidiyordu. yorgunum ama biraz kafa patlatıp kitabıma devam edecek moda da sahibim. yazmam gerekiyor. dedim ya, hiç yoksa birkaç yazı kalsın benden geriye
yine yalnız bir gece. yalnız bedenen değil, ruhen de yalnız. içimde bütün ömrümün ağırlığını taşıdım daima. sanki başkasının hayatını yaşamak zorunda kalmış da hapis tutuluyormuşum gibi. fonda ''one more cup of coffee'' çalıyor. bazı şarkılar bir insanı kendinden ancak bu kadar uzaklara götürebilir. yaşamadığım hayatlar, yaşamadığım yerler kafamda canlanıyor. olmadığım, olamadığım kişilerin acısını dahi çekiyorum. garip bir şey bu. sanırım hayata dair anlatacağım şeylerin geneli hüzünle alakalı. bunun için doğmuşum sanki. kimi zaman acısından nefeslerim kesiliyor, kimi zaman istiyorum, bilerek bataklığa adım atıyorum. diğer insanlar gibi olmayı hiç beceremedim, bunu istemem zaten. asosyal gibi biri de değilim. sadece diğer insanlar gibi bir hayatım ve öyle bir bilincim olsun isterdim. umursamayı bir kenara bırakıp her şeyin üstesinden gelmek konusunda benden çok daha iyiler. bense daha ileride yaşayacağım acıları tahmin ederek kendimi alıştırmaya çalışıyorum. hayatım konusunda yükselttiğim tek çıta hazin olayların büyüklüğü. kötü günler bitti, şimdi sırada daha kötüleri var. felsefeye merak sardığımda beni en etkileyen kişi arthur schopenhauer olmuştu. okuduklarım karşısında ilk zamanlar çok şaşırmıştım. benden farklı düşünmüyordu. bu hayat acıların hayatıydı. burada ancak acılar hüküm sürebilirdi. mutluluk diye bir şeyin varlığı bile şüpheliydi. insanların hayatı sağ salim atlatmak için yapması gereken şey mutluluğu aramak değil, mutsuzluktan kaçmaktı. çünkü mutluluk yoktu.
hayat hakkında hala çok fazla fikrim yoktur. yaşıma göre fazla acemiyim. hala hayat nasıl yaşanır sorusuna kendi içimde cevap veremiyorum. iyi bir iş bulup bir aile kurmaktan ibaret olamaz hayat. veya savruk bir hazcı gibi de geçiremem hayatı. fakat hepsini istiyorum. bir de, ömrümün geçtiği kalabalık kadıköy sokaklarından birinde, varlığını her zaman sürdürecek olan bir bina olsaydım, veya bir parke taşı. dilsiz, cansız bir varlık olmak isterdim orada bir yerde. bir çift göz, bir insan bilinci. gelen geçene laf atardım, benden haberleri olmadan. ayıp da olmazdı. ama ben yine de o hüznü yaşardım üstüme her bastıklarında.
bir enstrüman olmak da isterdim. ama daima fakir bir çalgıcının sokaklarda ekmek parasını kazanmak için çaldığı türden bir enstrüman. bana fazlaca değer verip, gözü gibi bakabilirdi. sesim çıkmazdı nasıl olsa. gerçek bir işe yaramış olurdum. şurada yazdıklarımı toplasan birkaç kişiyle paylaşmaktan başka ne işine yaradım insanların.
bilmiyorum. ben bu hayatta bir şeyleri sevmeden hayat beni terk etmeli. kabak tadı vermeye başladı artık. en kısa sürede 'aranızda' olmak dileği ile. mutlu geceler.
uzun zaman sonra ayça yazdı bugün. bana doğum günü hediyesi almış ama ulaştıramamış henüz. ne kadar özlediğinden bahsetti beni. ben de üzerine düşününce anladım, o hiç keşfedilmemiş bir mücevher gibi birisi. sadece aşk ve cinsellik konuşulabilen sıradan kızlar gibi birisi değil. ömrümde arasam bile onun gibi kaç kişiyle karşılaşabilirim bilmiyorum. kaç kızla daha kitaplardan, edebiyattan konuşabilirim. kaç kişinin yazdıklarını okumak için sabırsızlık ve heyecanla bekleyebilirim bilmiyorum. ya da beraber yazıp beraber okumak için, beraber işler yapmak için kaç kişiyle hayaller kurabilirim bilmiyorum. düşündüm, ben de fena halde özledim onu. sevgiyi, aşkı kendi içimde hiç bir tanıma kavuşturamadım. hissedince, evet bu aşkmış der miyim bilmiyorum. hala bir bilinmez benim için. ama onunla geçireceğim zamanlar, yaşayacağımız şeyler için ne kadar memnun olacağımı biliyorum. umarım bu da berbat olmaz. sevgiler.
bugün bu hayattan bir çıkış yolu aramak üzere toplandık arkadaşlarla. herkesin derdi aynıydı. sohbet yine dalgaya alındı. ama aslında dert bu kadar savruk olmamız değil, hayal kırıklıkları ve travmalarla büyüyen biz gençlerin umudunun bile kalmamasıydı. bırakın plan yapmayı, hayalini bile kuramıyorduk. çünkü bu insanlar için hayal kurmak bile kısmen parayla olur. umudu olmayan şeylerin hayalini kurmak insanı yıpratır. bizde bunlardan hiçbiri yok. bu hayatı hakettiğimizi zannetmiyorum.