"al işte bitiyor. şimdi git, yeni biriyle tanışmaya çalış, olmasın, çok çalış ve bi şekilde tanış. ona daha önce anlattığın komik anıları bir daha anlat, çok sevdiğin anıları bir daha anlat. kendini çok düzgün onun hayatına saygılı biri gibi göster, samimiyet duvarı yıkılana kadar sofra adabına uygun yemek yemeye dikkat et. "dur fazla arayıp sormayayım da eskisinde olduğu gibi yüz göz olmayayım" diye düşün, sonra çok ara, hep ara, cebi kapalıysa kıllanıp evden ara. ilişkinin başında kıllandığın adam isimlerini, ilk kavgada yüzüne çarp, onu bütün arkadaşlarından soğutmaya çalış, kendi arkadaşlarının ne kadar süper insanlar olduğunu anlat. dayanamasın, ayrılmak istesin, debelen dur, yeniden süper bir ilişkiniz olacağını anlatarak bir sürü söz ver. insan olduğun için tutama, yeniden kavga çıksın. ayrılmaya karar versin. kim uğraşıcak. yok artık valla ben gelemem bu kadar külfete. ne güzel rahattık, niye bitiyor ki... ama yapacak bir şey yok işte bitiyor. kendimi düşünüyorum tabii ki... kimi düşüncem, yalnızım artık.
şimdi böyle diyince de sanki bütün ilişki boyunca onu düşünmüşüm de artık kendimi düşünmeye başlamışım gibi oldu. ayağım var benim. yürüyorum onla, kalem yere düşüyor eğilmeden onla alıyorum. iş görüyor yani, hayati bir organ. şimdi durum böyleyken neden sevgilimin ayağını ya da başka bir organını kendi ayağımdan çok düşüneyim. neden istiyorlar bunu anlayamıyorum. neyse bunları tartışacak değilim. işte bitiyor, ayağımla baş başa uzun zamanlar geçirebilirim artık. aslında mutlu olmam lazım.
"nereye oturalım" diye soruyorum. "fark etmez" diyor sonra bi kafe gösteriyor. hesabı görünce "babayarrooo" diye bağırmamanın elde olmadığı lüks bir kafe. son buluşmada böyle harcamalara ne gerek var anlamıyorum, her şeyden önce yediğimizden içtiğimizden bişey anlamıycaz ki... yine de giriyoruz. o bir kahve söylüyor yanında da browni, küçük çay yokmuş ben de bir kahve istiyorum. daha önce yüzlerce konuşulan şeyleri bir daha konuşmaya başlıyoruz. artık ben de inanmıyorum söylediğim yalanlara. eskiden kendi yalanıma inanıp gözlerim yaşarıyordu. "bu topraklar böyle bir sevda görmedi be" diye düşünürdüm. anlatıyor. pek dinlemiyorum. gözüm tişörte takılıyor. ne lan bu? üstümü örtmesi için pamuk ve polyesterle dokunmuş bir kumaş. tasarlamış biri onu. kafamı çıkarayım diye bir delik yapmış üst tarafına, kollarımı çıkarmam için de iki küçük delik de yana açmış. şimdi ben kafamı bir eşyanın deliğinmden çıkarıp nasıl çok ciddi şeyler anlatayım birisine. tosbağa mıyım lan ben. bu ne rezilliktir ya rabbi. o bi delikten kafasını çıkarmış beni yargılıyor, ben öbür delikten kafamı çıkarıp onaylıyorum, "aslında sen de haklısın" diyorum. hala inanamıyorum böyle yaptığımıza.
sokaktan bir motor geçiyor gürültüden, söylediği çok önemli cümlenin sonunu duyamıyorum. bakakalıyorum giden motorun arkasından. "taşıt ne yaa?" diye düşünüyorum. bütün canlılar gibi insan da kendi öz gücüyle bir yerden bir yere ayaklarıyla giderken nasıl oldu da taşıta geçmeye karar verdi anlayamıyorum. yani o geçiş dönemi nasıl oldu? kendisi çeşitli ihtiyaçları olan bir canlıyken, tıpkı kendisi gibi yemek, içmek, üremek, barınmak vs. bilumum ihtiyaçları olan at'ı gördü, sonra "ben buna bineyim de şuraya gideyim" diye nasıl düşündü, bunu nasıl bir mantığa oturttu anlayamıyorum. bir canlı başka bir canlıya biniyor ve bunu kimse yadırgamıyor. allah aşkına söyleyin neresi normal bunun. at da nefes alıyor ben de ama ben ona şu anda biniyorum. peki ya atın buna hemen ikna olmasına ne demeli? iki arpaya götünü verir bu! bana bundan sonra kimse "at" demesin, atı övmesin.
insanın da bu at hususunda hiç ayılmaması, utanıp "ulan ne işim var canlının üstünde salayım gitsin canlıyı, ayıptır" dememesi, bu durumu normalleştirmesi de ayrı rezillik. zaten her şeyi normalleştiyor götüne koyduğumun insanları. bu arada bülent ortaçgil de "normal" ile "anormal" arasındaki kafiye uyumunu mal bulmuş gibi bulunca sevinip " normal... normal... peki, beeeeeeeen miyim anormaaaalllll?" diye şarkı yaptığında ne sevinmiştir dimi sevgili okurlar? çıplak ayaklarını birbirine vurup ayaklarıyla alkış tutarak çok aşırı sevinmiş olabilir bu kafiyeleri bulduğuna. bilemem, ilgilenmem de...
brownisinden bir çatal alıp bıraktı. garson tabağı gösterip " devam ediyor musunuz" dedi "evet" dedim. insanınız yalan söylüyoruz haliyle? birçok yalan söylemişimdir ilişki süresince, uzun bir ilişki dönemi yaşadık, her zaman çok sevmemişimdir de arada bir sıkılıp, başka kızları istemişimdir, hatta aldatmışımdır denk düştüğünde kim bilir? aynı şeyler onun içinde geçerli olabilir. ama aldatmamıştır lan, ben aldatılacak adam değilim.
neyse bütün bunlar olurken ayrılma kaçınılmazken neden hala ilişki süresince çok sevdiğimizi, hiç yalan söylemediğimizi niye söylüyoruz ki birbirimize. belki ilerde tekrar bir dönüşüm olur, bundan sonraki ilişkisi bitince aslında en iyisi umut'tu diye geri dönsün intibası bırakmak için mi acaba. ya da masalsı bir tad bırakmak için mi eski sevgilinin üstünde. nedir bu kahraman olma özlemi? bilemem, ilgilenmem de... ben sadece daha önceki ilişkilerimde olduğu gibi ona hiç yalan söylemediğimi, onu hiç aldatmadığımı söylerim. bir de hep seveceğimi eklerim. zaten normali bu. yoksa ayrılırken bıraktığı için birinin ecdadına küfür etmek insanlar için anlamsız bir hareket.
sonuç olarak işte bitti dostlarım. herşey için teşekkür edip tıpkı bir asil gibi kalktı gitti. browniyi paket yaptırıp ardından ben de çıktım. aynı istikamette olduğu için evlerimiz ve o yavaş yürüdüğü için 10 dakika sonra hemen iki adım arkasında yürüdüm. "dur paketle görmesin" diye düşünerek adımlarımı yavaşlattım. baktım olacak gibi değil, karşı kaldırıma geçip depar attım. ben onun kahramanı olamadım."
dün itibariyle edindiğim kitap. fiyatı 10 tl'dir. istiklal kitabevinde bulunur. mephisto'ya sorduğumda kalmadı cevabını aldım. ama bunun umut sarıkaya'nın bir oyunu olduğunu da düşünmedim değil. belki kitap mephisto'ya hiç gitmedi ama o mephisto'yu arayıp 'oğlum bak sorarlarsa yok demeyin, kalmadı deyin, bitti deyin' demiş olabilir. bu adam bunu yapar. kitabın içeriği hakkında bilgi vermem gerekirse vereyim; 157 sayfa, 35 hikayeden oluşmakta. yeni bir şey yok. birinci kitaptan sonra dergide yazdığı yazılardan bir toplama yapmış yine.
edit: giriş kısmında o kendini biliyor'a yazmayıp kahkahamızı içimizde patlatmış, kursağımızda bırakmıştır umut sarıkaya. keşke yazsaydı diyorum. o zaman açıp açıp daha çok gülünürdü.
haftaya kitapçılardaki yerini alacak olan kitap. bu kitabı alana umut sarıkaya'nın gardrobundan itinayla seçilmiş turuncu ve bej renkli göğüs kısmından baklava şerit geçen kazaklardan verilecekmiş alınan son duyumlara göre. hadi hayırlısı, bayramda giyelim diye düşünmüştür herhalde sayın sarıkaya. ayrıca her okur için bir beden büyük konulmuş, seneye de giyilir diye. peki umut sarıkaya okurlarının bedenini nereden biliyor ? e umut sarıkaya olmak kolay değil. ayrıca son alınan bir diğer duyuma göre, umut sarıkaya bu kazaklar aracılığıyla toplumda kendi ordusunu kurmayı amaçlıyormuş. *
bu haftaki Benim de Söyleyeceklerim Var ın gölgesinde kalan müjdesi, içimize ferahlık veren kitaptır.
''Bırakıcaksın bu işleri, geç karşıma da alayım ifadeni''
''büyük yancıymışsın sinem''