Düşündürme beni bu kadar. Bu kadar yorma. Basit olsun her şey. Bizim gibi acemiler için kısa cümleler kurulmalı dedi Maria.
Raif Bey o gece gezmesinden sonra gözlerinin içine baktı, o kapının kuytusunda Marianın.
Seni başkasından kıskanmayacak kadar çok seviyorum dedi.
işte öyle derin, öyle aklı başında, öyle olgun seviyordu, ve Maria bunu biliyordu...
Maria kaçmak istiyordu ruhunu saran bu karşı konulmaz çekimden. Korkuyordu belli ki.
Güçsüzüm ki çok ben. Bakma öyle durduğuma. Mesela karanlıktan çok korkarım. Düşünsene karanlıktan korkan biri nasıl güçlü olabilir ki?
Gülümsedi Raif Bey. Küçük bir kız çocuğu gibi karşısında duruyordu. Oysa kocaman bir kadındı maria.
O gülümsemenin altındaki hislerini dile getiremedi. Maria en çok, Raif Beyin bu masum tabiatını seviyordu.
Söylenmemiş çok şey vardı. ruhunu en çok bu duygu huzura kavuşturuyordu. Belki bir gün içindekileri söyleyebilecek olması.
Ben şimdi gidiyorum ama ne zaman çağırırsan gelirim. dedi Raif Bey.
Gelirdi. Biliyordu Maria. Ama geleceğini bilse de gitsin istemiyordu. Gökyüzünde yıldızlar, kapının kuytusunda bir dilek diledi Maria.
Raif Beye döndü:
Bir erkeği sevmem lazım geldiğine inanıyorum. Ama sahiden bir erkek...
Hiç bir kuvvete dayanmadan beni sürükleyebilecek bir erkek. Benden bir şey istemeden, bana hakim olmadan, beni tenzil etmeden sevecek ve yanımda yürüyecek bir erkek...
Yani hakikaten kuvvetli, tam bir erkek...
Onu tarif ediyordu. Hayalindeki her cümlesinde o gizliydi. Ona söylememişti, ama o gece kara gözlerini gökyüzüne dikip onu dilemişti.
Gerçekten seven iki insan, birbirlerine sarılmalarından daha güzel bir kanıta ihtiyaç duymaz. Raif Bey o gece sevdiğini kanıtlamıştı Mariaya. Kollarının arasına almıştı. Avucunu kendisi için çarpan o narin, heyecanlı kalbin üzerine koymuştu Maria. işte o an dudaklarından şu sözler dökülüvermişti:
bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Yine bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.
Hayatın onu bir rüzgarla amaçsızca sürüklemesini istemiyordu Maria. Raif Beye sığınmak, onun kollarında yüz yıl yaşamak, yüz yıl uyumak istiyordu, hem de karanlıktan hiç korkmadan.
Söyleyemiyordu belki, ama söylenmemiş olması, olmadığı anlamına gelmiyordu.
Kokusunu duyuyordu Maria. Kalbi yerinden çıkacaktı sanki. Sanki bu zamana kadar atmıyordu kalbi, az önce çalışmaya başlamıştı sanki. Küçük bir güvercin yavrusu gibi, Rauf Beyin kollarının arasında titriyordu. Savunmasızdı. Beyninin içerisinde düşünceler geçiyordu.
" benim beklediğim aşk başka dedi.
o, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. sevmek ve hoşlanmak başka. istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka. aşk bence bu istemektir. mukavemet edilmez bir istemek!"
istiyordu onu. Karşı konulmaz bir şekilde. Sebebi yoktu. Sevmeye kabiliyeti olan biri değildi oysa. Yani öyle işte...
Heyecandan ne konuşacağını bilemez duruma gelmişti Maria. Bu sessizlik onu mahvediyordu. Kalp atışlarını bastıracak şeylerle oyalıyordu Raif Beyi. Oysa Raif Bey susuyordu. Yavaş yavaş ona teslim oluyordu.
Bu sefer Beni sahiden bu kadar çok mu seviyorsun? diye Raif Bey sordu. Kalbinin delice atışı kadar çok, bırakmak zorunda olduğun halde bırakmayacak kadar, sevmeye bu kadar uzakken sevecek kadar.
Eylülde gel dedi Maria. Son bahar yağmurlarında gönlüme düş. O zamana kadar gerçeği hiçbir zaman bilemeyeceksin.
Daha uzun yazmak istemişti ancak yazılan hiçbir satırın birkaç dizenin anlattığını anlatmaya yetmeyeceğini anlamıştı yazar.
eylül'de gel
okul yoluna
konuşmadan yürüyelim
gireyim koluna
görenler "dönmüş,
hem de mutlu" diyecekler
ağaçlar sevinçten
başımıza konfeti gibi yaprak dökecekler
O kitapta yazılanları biliyordu Maria. Sadece inanmıyordu mucizelere. Hayat ancak bir kere oynan bir kumardı ve maria onu henüz kaybetmediğini anlıyordu.