Kişiliğim, hayatım hakkında konuşabilirsiniz. Fikir yürütebilirsiniz. Beni öyle böyle sanabilirsiniz. Ama emin olamazsınız.
Sizin hakkımdaki yorumlarınız, sanmalarınız benim
gerçekte ne olduğumu değiştirmez. Baktığım yeri söyleyebilirsiniz ama ne gördüğümü ASLA! *
Kapalı bir sandığın içinde gün ışığına çıkmayı bekleyen, kıymeti bilinmemiş bir define değilim ben. Hakkımda soracağın her sorunun cevabı üç aşağı beş yukarı sende saklı zaten. Beni keşfetmeye çalışmanı da keşfettiğini sanmanı da istemem. Tanımak zorunda değiliz birbirimizi, daha bir arpa boyu tanıyamamışken kendimizi. *
Az mıyım çok muyum?
Var mıyım yok muyum?
Ben miyim?
Masal mıyım gerçek miyim?
Kaç mıyım göç müyüm?
Hiç miyim suç muyum?
Ben kimim?
ibret miyim cinnet miyim?
Hiçlikler içinde kanayan yürek
yokluklar içinde yaşayan beden
boşluklar içinde karışan zihin
güçlükler içinde değil miyim?
ben kimim?
bir süre, içine gömüldüğüm monitörden çıkıp bunu düşündüm.
sorular sordum kendime. cevaplayamacağım sorular..
cevaplayamayacağımı bildiğim halde cevaplamaya çalıştım sonra.
"ne biçim sorular soruyosun lan?" dedim kendime.
sonrada kendime hak verdim.
yoruldum,
kaldırdım kafamı;
baktım etrafıma monitörün üzerinden.
insanlara baktım.
çok yabancı geldi yüzler,
gözler.
tuhaf geldi sesler.
sürekli konuşan, gülüşen, bağıran insanlar.
sevmedim hiçbirini,
dünyamı istila etmiş uzaylılar gibiydiler.
defolup gitsinler istedim gezegenlerine.
yalnızlığımı çok sevdim
ve ürperdim kendimden.
son kez sordum kendime "ben kimim?"..
bırakım düşünmeyi.
indirdim kafamı,
kapattım kendimi,
kayboldum monitörün içinde yeniden.
biliyorum,
bu sorunun cevabı bu değil;
karanlığım, çirkinim ben.
görseniz, sevmezsiniz.
para verirsiniz yanınızdan gideyim diye.
gölgesizim ben.
aslına bakarsanız,
iyi biriyim özümde.
arkadaş canlısıyım sanırım ben de.
ortama ayak uyduramazsam; ortamı kendime uydururum.
ya da çeker giderim o ortamdan.
gündüzleri ışık açarım,
geceleri kapatırım mesela.
evde evcil hayvan olarak;
yılan, kertenkele ve kedi beslerim.
yalnız yaşarım.
denizi çok severim.
hatta sırf bu sevginden dolayı; ismi deniz olan insanları daha çok severim.
denizi anlatsam sana... ah anlatabilsem.
ben denizin kokusunu severim,
tuzlu..
siz hiç 'hırçınlık'ın kokusunu aldınız mı?
ben duydum denizde bu kokuyu..
temizliğin kokusunu, saflığı, duruluğu.
insanlar benim hakkımda nasıl bir üçleme yapar acaba?
üçleme yapacak kadar tanıyan var mı acaba beni?
yoksa gördükleriyle mi yetinirler?
beni tanımak zordur,
zaman ister,
emek ister.
irade ister.
beni tanımayı gerçekten istemeniz gerekir ki ancak öyle tanıyabilirsiniz.
tahammülünüz olmalı.
birine güvenmenin yolu,
yalnızca;
ona güvenmekten geçer, biliyor muydunuz?
güvenmek istemediğiniz biri,
ağzıyla kuş tutsa da olmaz, güvenemezsiniz.
ben,
atatürkçü'yüm.
övündüğüm iki kimlikten biri.
diğeri de sarı ile lacivertin eşsiz uyumundan doğar.
fenerbahçe.
annem,
babam,
anneannem..
kardeşim...
onları ne kadar anlatsam az.
yazıyorum da zaten sözlükte sürekli o başlıklara.
biraz incelerseniz göreceksiniz. görürsünüz.
ailemi;
çok severim ben.
bir de kitap okumayı severim.
elime geçtikçe okurum,
en sevdiğim iki roman;
kürk mantolu madonna
ve
küçük prens
bu iki kitabı okumayan ve atatürk'ü sevmeyenle ahbaplık etmem, edemem.
küçük kara balık,
pinokyo...
çocuk hikayeleri diye yutturulan hikayelerin hepsini kılavuz edinirim kendime.
ondandır belki öldürmedim içindeki çocuğu.
bir sebepten.
ben kimim?
yazdıklarımdan azı,
bildiğinden fazlasıyım.
sürekli görme engelli kişilere sorulan, gereksiz soru. hayır insan zekasıyla dalga geçer gibi. bir de seslerini değiştirir bu mallar, "böööğöön kümüüüğüüm?" şeklinde bir ses çıkarırlar. sanırsınız tazmanya canavarı koduklarım.
Bu soruyu soranlara faydasi olabilecegini dusundugum kisa bir sohbeti var Deepak Chopra nin. dünya üzerindeki en iyi nörobilimcilerden Profesor Rudolph E.Tanzi ile yaptigi...
DeePak Chopra:
Harvard tıp fakültesi Profesörlerinden, bilimadamı, nörobilimci, genetikçi, dünya üzerindeki en iyi nörobilimcilerden bir tanesi, alzeimer hastalığında çığır açan buluşlar yapan Rudolph E.Tanzi ile sohbetimize devam ediyoruz...
Rudy: bilinçli andan bahsediyorduk...
olasılık dalgalarının çökerdiği ve muhtemelen de beyinde mikro-görünmez noktada olan...
çökerdiği anda buna bilinçli an deniyor ve bir gözleyen ve gözlenecek bir obje var.
Bundan önce sadece olasılık dalgaları mevcut.
Dolayısıyla özne-nesne ayrımı anı-noktası bir anlamda yaradılış anı.
Çünkü gözleyen ve gözlenen bir alandan meydana çıkar ki bu alan olasıklardır; bu tümün, ikiliğin(şirk), çokluğun zuhur ettiği olasılık alanıdır...
Rudolph E. Tanzi:
Bu modelde kollektif bilince sahipsin; derinine bu evren ve bu evreni oluşturan enerji.
Maddeyi geliştiren tüm enerjiye sahipsiayn ve parçacıklardan daha yüksek, çok yüksek enerji dizinimleri, durumu var.
Bu durum biraz çelişki bir yandan da aslında.
Çünkü aynı zamanda enerji-maddeden daha üst seviye durumlara, tek bir atom parçacığından bizim gibi konuşan insana, evren yavaşlayacağı yerde hızını artırarak doğup parçalara ayrılır.
Dolayısıyla çılgın bir evren paradoksuna sahibiz; bir yanda süregiden bir düzende evrende daha gelişmiş bilinç ehli enerji-madde yapıların varlığı ki bu noktada bunlar biz insanlar oluyoruz, ama belki de bizden daha yüksek bilinç seviyesinde varlıklar da mevcut...
diğer yanda da bir bilinç oluşturduğunuz anda enerji ve madde yaratıyorsunuz ve bilinçli bir duruma sahip oluyorsunuz, dediğimiz gibi bu durumda da biz özne- nesne yaratmış oluyoruz.
Ama ondan önce kollektif bilinç TEKdir.
Dolayısıyla varlığın özü enerji- madde temelli yapılar olan biz varlıklar ve evren ikilemine(şirk) eğilimliyiz.
Ancak soru şu: Gerçekten biz kimiz?; nesne miyiz? özne miyiz? yoksa her ikisi mi ya da hiç bir mi?
Deepak:
Ben şöyle söylerdim; biz potansiyelin alanıyız ki bu potansiyel kendini hem özne hem de nesne olarak görmekte ki bu da tabii ki sen Osun, ben Oyum, tüm bu O, O herşey-TÜM... ve O üstün varlık tüm bu özne ve nesne ayrımından berî olan.
O Üstün varlık, herşeyden ganî olan, özne nesne ayrımı noktasına geldiğinde, hem özne hem nesne oluyor.
Rudolph:
Sen diyorsun ki ne gözleyen ne de gözlenen sadece ÖZ-BEN var ki bu saf-tek potansiyelite.
Bu bilinç haline sahip olup, bu ikilemi de yarattığında, saf potansiyel eylemsel olur- Bfiil olur.
Deepak:
Eylemsel- Bfiil neye diyoruz?
Rudolph:
Bilirsin, eğer bunu biraz daha ilerletirsek, tüm bunların amacı ne?
Evrenin amacı ne?
Evrenin evriminin amacı ne?
Hayatın amacı ne?
Bu şöyle gözükmekte: Potansiyeli dönüştürmek.
Deepak:
Fiile çıkarmak...
Rudolph:
Ne kadar ufak bir şey ortaya koysak da, bu küçük beynimizle ne kadar ince bir zaman dilimi içinde bunu başarabilsek de ve bundan bir anlam çıkarsak, bilim insanları bayılır anlam çıkarmaya, tahmin yürütmeye... birşey, tüm karmaşık seviyede olanı en basit seviyede de tutmakta.
Tıpkı bir parçacığın yüksek seviyede karmaşıklığı içerdiği gibi.
Dolayısıyla bir atomdan insan adlı yapıya uzanan bir yol...
ve düşün çok çok daha yüksek seviyelerde varlığa doğru tekamül etmek, çok yüksek seviyede algı ve idrak, duyusal becelere doğru geçiş...
Bu durumda bile yine aynı şeyi yapacaksın ama daha gelişmiş bir şekilde: saf bilinci alıp özne-nesne dualitesine indirgeyeceksin!
Ama sağlık, mutluluk bu vücudu kullandığında ortaya çıkar, sen bunlara sahip olmak için bu beyni kullanırsın.
Ancak bu SEN değilsin!
Hatta beyni ve vücudu bile kimlikleştirme.
Çünkü sen bundan çok ötesin.
Eğer gerçekten daha çok mutlu olmak ve daha sağlıklı olmak istiyorsan, beynin ve vücudunun sana hizmet etmekte olduğunun farkına var ve sen ne bu vücutsun, ne de bu beyin !!!
Deepak:
Sen, ikili olmayan-TEKiL FARKINDALIKSIN- TEK ŞUURsun. Ölçülemeyen, varolmuş ve var olan ve var olacak TEK olan ve kendisini her bilinçli anda hem özne hem nesne olarak ortaya koyan...
Bilirsin Hans Peter Duerr ve Heisenberg benim iyi arkadaşlarımdır ve onlarla da görüşüyorum.
Heisenberg bizim temel parçacıklarımıza ne ad vermiş biliyor musun?
Haps...
ben de sordum bu haps ne demek diye.
O da hapsin happenings- oluşların- in kısaltılmış hali dedi.
OLuşlar bilinçli Anlardır.
Hakikat, bilinçli anların süregitmesidir, kesintisiz bir şekilde.
Tıpkı bir filmi seyretmek gibi.
Bilirsin film de kesintisiz-devam edegiden kareler serisidir ve bu süregiden, daimi bir görüntü ortaya koyar.
Dolayısıyla evren de kesintisiz, devam edegiden, daimi bir araya gelmiş bilinçli anlardır.
Rudolph:
Zamanı biz yaratıyoruz.
Deepak:
Evet, biz yaratıyoruz.
Rudolph:
Zamanı yaratan biziz, geçmişi, geleceği de yorumlamamıza bağlı yaratıyoruz.
Ama biliyor musun, merak ediyorum: Sonsuz,saf-som bir potansiyel olduğunu düşünürsek eğer, ki HER ZAMAN, HER AN VAR OLAN, dolayısıyla sonsuz, saf eylemsellik-Bfiillik var.
Herşey saf potansiyelden meydana gelmekte ve Bfiil kendisi zaten ve zaten var olan kendisi.
Deepak:
Eğer bir ilişki var ise kendini aşikara çıkarıyor, bir boyutta fiziksel varlığı ile aşikar ama aslında bundan berî, zaman çizgisi olarak hiç bir zaman bitmeyen bir ufuk...
Rudolph:
Bu evren kendini ortaya koyuşla gittikçe gelişmekte mi yoksa zaten ortada mı Bfiil?...
Deepak:
Her ikisi de.
Bu yüzden dinler hem ganî hem berîdir aynı anda. Her ikisi de...
Bence şimdilik bu kadar yeterli.
Sohbeti burada bitirmek durumundayız.
Bu çok etkili bir sohbet oldu. Çünkü bir anlamda bu sohbet bilimin geçerliliğini de sorguladı. Çünkü bilim özne-nesne ayrımına dayalıdır ve bu bir anlamda yapay bir şey.
Doğa-Varlık TEKtir.
Doğa nesne- özneden önce de VARdır.
Dolayısıyla evreni, evrenin içinden nasıl ölçebilirsin?
Bağırsaktaki mikrop bağırsağı nasıl ölçebilir? diye sorabilirim.
Bizler evrenin içinde küçük organizmalarız ve biz sanki onun dışındaymışız gibi objektif olarak onu ölçmeye değerlendirmeye çalışıyoruz! ve dışarısı YOK!
Rudolph:
Bence orada iki kural var: Tevazu ve açıkgörüşlülük.
Deepak:
Bu mükemmel bir kapanış oldu.
Hakikati arayanlarla birlikte olun ve buldum diyenlerden de uzak durun...
arkadan yaklaşıp eliyle gözlerini kapatan salak ama samimi arkadaşın sorduğu soru. sanki sadece gözümüzle gördüğümüzü tanıyoruz. o sesi nerede duysam tanırım melis.
kimsenin kendisine sorduğunu düşünmediğim sorudur. herkes bir ilah kendi çapında son zamanlarda. insan olmak o kadar zor geliyor ki, ben kimim diye sormaya gerek bile duymuyorlar.
ben acaba bugün kimim diye uyanır sabaha. yatakta dönüp durmasının sebebidir kafasındaki bu soru. kimim ki der.. bir türlü bulamaz kim olduğunu .en iyisi aynaya bakayım der hatırlamak için kimliğini.aynaya bakar - ki zaten yatağının çevresini aynalarla donatmasının sebebidir bu kimlik bunalımı- bakar bakar ve bakar;tanıyamaz.tanımak istedikçe daha da uzaklaşır aradığından. başkalaşır ve en iyisi kim olduğumu bulamamak galiba der. bunu bulmazsam ne rezil olduğumu da hatırlamam diye devam eder cümlesine.rezill dediği anda hatırlar kim olduğunu evet evet hatırladım şimdi der.ben, bakkalın sütünü çalan sokak kedisiydim diye sevinir bir anda.çevresindekiler ona karışmaz; deliliğin ne yapsa yeridirliği durumundan faydalanır çünkü.