bazen ekonomik olarak dibe vurduğumuz dönemler olur. elimizdeki
parayla kıt kanaat geçinmeye çalışır, gün içinde tabii olduğumuz
programla cebimizdeki az miktar parayı ucu ucuna örtüştürmeye
çalışırız. bu dönemlerde insan, her daim cebinde şıngırdayan
bozuklukların bırakın miktarını, bu miktarın kaç farklı cins demir
paradan kaç tane içerdiğini bile kesin olarak bilir.
ve şimdi bu durumda olan bir
arkadaşı alıyor, bir tekel bayii nin
önüne koyuyoruz. arkadaşımız biliyor ki cebinde bozukluklardan oluşan
sadece "3 bira parası" var.
ne çok, ne az.
biraları alıp tezgaha koyuyor ve elini cebine daldırıyor. sıkı bir
kepçelemeden sonra elinde topladığı bozuklukları bakkalın avucuna
boşaltmaya başlıyor.
o da ne? bozukluklarla beraber bakkalın avucuna ufak mavi
pamukçukluklar dökülüyor. kahramanımız
bozuntuya vermiyor. dükkandan
çıkıyor ama şimdi kendi içinde büyük bir utanç ve bununla birlikte bir
hesaplaşma içinde. çünkü biliyor ki bakkalın avucuna döktüğü o ufak
pamukçuklar onun cebine kepçeleme yaparken dipteki pislikleri de
getirecek kadar maddi gücü zorlamışlığının, dolayısıyla bitmişliğinin,
sınıra dayandığının ve bu sınırın sadece 3 biraya tekabül ettiğinin
sembolü.
kendini avutan
şey, yazıya döküp birileriyle paylaşarak ne idüğü
belirsiz bir tatmin duygusu yaşayacağı trajikomik bir yaşam deneyimi
fırsatının az önce karşısına çıktığı şeklindeki bakış açısı oluyor.