haklıydı bir bakıma. daha sık arar, daha sık konuşur olmuştu benimle. tek başına takılmalar, eve gelmemeler, oflayıp puflamalardan eser kalmamıştı. yeniden eskisi gibi olabilmemiz adına ciddi adımlar atıyordu.
emin misin diye sordum. son bir senedir yaşadığımız şeyleri biliyorsun?
emin olduğunu söyledi. yaşadığı o serkeş hayattan bıkmış gibi bir hali vardı. elinden tutup kendisini o dipsiz kuyudan çıkaracak birini bekliyordu. veya bana öyle geliyordu. en son değiştim dediğinde ve ben buna inandığımda gene terkedip gitmişti beni yağmurlu bir akşamüstü. yağmurun altında gidişine bakarken bu sefer son diye mırıldandığımı hatırlıyorum. ben kendisi için onca şeyden vazgeçmişken o bırakıp gidebiliyordu. onun için o kadar sıradan bir şeydi ki bu.. uyanıyor, yemek yiyor, yürüyor, konuşuyor ve bırakıp gidiyordu. emin olmak için sormam gereken şeyler vardı:
- olm bak bi daha batak masasında bırakıp giden top olsun mu?
+ top oğlu top olsun.
- babanı karıştırma.
+ tamam.
- halı sahada yağmur yağıyor diye maçı bırakırsan terazini sikeriz anlaştık mı?
+ anlaştık abi. bundan sonra sen ne dersen o.
- play station?
+ sabaha kadar. sen yeter ki iste.
- hadi lan kalk pese gidiyoruz o zaman.
+ hesap ödetmesine?
- aynen her zamanki gibi.
saatlerce oynadık. eline avcuna verdim pes 2009da. biraz küfür etse de bana, aldırmadım. ev arkadaşımı geri kazanmıştım. mutluyduk tekrardan. ölümüne kankaydık.