hakkınız ödenmez ve ödenmeyecek biliyorum ama boşa ölmediniz, hiç uğruna ölmediniz, değerinizi bilmeyenlere aldırmayın siz, çünkü çok güzel bir yere gidiyorsunuz sizler... iyi ki varsınız, sizleri unutmayacağımızdan emin olun.
gölgende doğdum gölgende öleceğim
kanımı senden aldım sana vereceğim
bir gün gelecek
güz yağmurları gibi toprağına düşeceğim
al rengine aşk dediğim bayrak
bir gün seni dalgalandıran rüzgar duracak
işte o zaman ben eseceğim
belki bir dalgalanışın için binlerce güneş batacak
batan her güneş için ömürlerce yaşlar akacak
belki rengindeki al taşacak
kefensiz yatan sahipsiz bir mezar da olsam
nöbetini bekleyeceğim
şehidimin dökülen kanı
annemin akan gözyaşı aşkına bayrak
son nefesimde de olsa
seni göndere çekeceğim...
----------------------------
ben bu şiiri aziz şehitlerimize ve bizi, kukla yöneticilerle içten çökerterek dizilerle magazin programlarıyla aklımızı yıkayarak ve bütün sektörlerimizi kendi ellerine geçirerek limanlarımızı fabrikalarımızı satın alarak yıldırabileceklerini zannedenlere yazdım.
ben bunu akıl uykusuna yatmış olan türke yazdım.
yakında açacak olduğum blog sitesinde çok daha fazla deneme, hikaye ve şiirlerle karşınıza çıkmak üzere hoşçakalın.
"dünya benim ülkem insanlar kardeşlerim iyilik yapmaksa dinimdir."
şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyâda eşi?
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-tepeden yol bularak geçmek için marmaraya-
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir avrupalı'
dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
eski dünyâ, yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
avusturalya'yla beraber bakıyorsun: kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
kustu mehmedciğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
öyle müdhiş ki: eder her biri bir mülkü harâb.
öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
atılan her lağamın yaktığı: yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
o ne müdhiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
çünkü te'sis-i i̇lahi o metin istihkâm.
sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
bu göğüslerse hudâ'nın ebedi serhaddi;
'o benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
i̇şte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'bu, taşındır' diyerek kâ'be'yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
yedi kandilli süreyyâ'yı uzatsam oradan;
sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultânı salâhaddin'i,
kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran...
sen ki, i̇slam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...heyhât,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana âğûşunu açmış duruyor peygamber.
Vatan oğul, bayrak oğul, devlet oğul, can oğul
Sevmek nedir bunu bilen aşıklara bismillah
Bu oğullar sümeyya can analardan doğdular
Rabbi esir dileklerden beşiklere bismillah
Ad verirken, ilk ezandan ilk duyduğun kelamda
Göz ve gönül aydınlatan ışıklara bismillah
Emeklerken, diz vurduğun iz vurduğun her yerde
Ayaklanıp atladığın eşiklere bismillah
Karamürsel,
Kara üzüm gözlü mürsel
Soy oğul gündüzbey çanamlı yiğit
Bey dağınca bey oğul
Gazi battal ülkesinin kara yiğit balası
Devlet oğul, mürfet oğul, fidan oğul, toy oğul
Anam dedin, babam dedin, atam dedin bayrağa
Hem al bayrak oldun işte hem bayrakta al oğul
Bağrındaki kurşunlarla çık peygamber katına
Ol mübarek avucun içini birer birer say oğul
Bet yüzlüler kem gözlüler horda kalmış vatana
Biz tükenip yok olmadan olmaz böyle şey oğul
Denilmiştir,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Hem sütünden hem kanından hem canından
Bu sende ki uğur oğul...