Artık her gün maç yapmıyorum tribünlerde rastlanan güzel görüntüm. Seni bırakıp maç yapmaya gitmiştim de sonra ayağım sakatlanmıştı. O günden sonra ayağım beni hep cezalandırdı işte, senin yanında durmadım da yine topun peşinden koştum diye.
Handanın kahverengi gözleri vardır. Handanın çok güzel kahverengi gözleri vardır. Handanın kocaman, çok güzel kahverengi gözleri vardır. Handanın kocaman, çok güzel kahverengi gözlerinin kuyruğunda beni vardır. Handanın gülerken belli olan gamzeleri vardır. Handanın ağlarken gözyaşlarının toplandığı gamzeleri vardır. Handanın siyah, düz saçları vardır. Bir de Handanın siyah, düz saçlarını arkaya atışı
sadece seçim dönemleri politize olup kalan zamanda günübirlik yaşayan,ülkesine karşı tek bir sorumluluk hissetmeyip şuursuzca oy kullanacak olan insanlardan nefret ediyorum.
Zerafet, bir insanı diğerlerinin gözünde yücelten
bir özelliktir.
Zerafet anlam olarak kişinin
hal ve hareketlerinde nezaket, sabır, ince
ruhluluk, zariflik, kıymet bilme ve lütuf
edici özelliklerini içerir.
Sabırsız ve kaba
davranışlar içinde olanlar, kendilerine bir iyilik
yapıldığında küçük bir teşekkürü aklına
getirmeyenler toplum içinde saygın
olamıyorlar. Zerafet, kalıtsal bir özellik
değildir, herkesin yapabileceği bir seçimdir. Ve
buna ulaşmak için atılacak ilk adım,
hayatımızda sahip olduğumuz her şeye her gün
minnettarlık duymaktır. Sahip olduğumuz her
şeyin bize birer hediye olduğunun devamlı
farkında olursak başkalarına karşı zerafet
içinde olmamız mümkün olabilir. içten
minnettar olma bizde zarif bir ruh oluşturur.
Sonuçta sabırsızlık duygusu içinde
olduğumuzda sabırlı olmayı, sinirli
olduğumuzda nazik olmayı, karşımızdaki haklı
imiş gibi davranmayı, bir insanı eleştirmek
yerine incelikle düzeltmeyi, gerçekten
düşünmeseniz bile takdir etmeyi tercih eder
hale gelirsiniz. Gerçek zerafet bütün bunları
herhangi bir beklenti içinde olmadan
yapmaktır.
bana güvenme, beni gördüğünde hissettiklerine güven. gözlerin 'ben de orada mıyım' diye bakıp beni aradığında beni bulamadığın anki hayal kırıklığına güven. yerine sessizce oturup o an boşa geldiğini düşünürek amaçsızca etrafa bakışını düşün. hiç beklemediğin bir anda tesadüfen, beni senden uzakta olan kalabalığın arasında gördüğünde dünyanın siyah beyaz görüntüden tekrar renkli hale geçiş yaptığını hatırla. benim, senin olduğun tarafa bakarken hissettiğin düşme hissini tekrar anımsa. sana doğru gelirken vücudunu saran sıcaklığın, ellerini birbirine kenetlemek zorunda olduğun o ani çarpıntını düşün. aramızdaki boşluktan çıkan ve etrafı saran o gizemli sise bak. o sisin iki farklı ucundan bakıp birbirimizi görmeye çalıştığımız zamana git. benim sana yaklaştıkca etrafı saran sisin içine girip kaybolduğum an, senin gözlerini ele geçiren merak ve etraftaki gereksiz kalabalık. bu üçüne odaklan. bulunduğun yerden kalkıp yalandan başkasına bakmak için sisin içine yürü sen de. orada beni bulmaya çalışırken meraklanıp gitti mi acaba diye endişelendiğin an, seni kolundan yakalayaşımı hatırla. etraftaki boşluğu doldursun diye koyulan her detayın tek tek yok olduğunu gör. ilk oradaki kalabalık, sonra ne söyledikleri bilinmeyen sesler. ardından etraftaki masalar , duvarlar, renkli kağıtlar, cam bardaklar, her şey toza dönüşüp yok olduktan sonra geriye kalanlara bak.
onu burada gördükçe sözlükte vakit geçirmekten rahatsız oluyorum. sanırım yine sözlüğü bırakacağım. yalanlarına inandığım her an için kendimden özür diliyorum.
çok koştum, çok koştuk. o kadar çok koştuk ki bir bilinmezliğin ortasında bulduk kendimizi. apayrı yerlere, birbirimizden uzağa sürüklendik. çünkü unuttuk; ben küçüktüm, haliyle adımlarım da öyleydi. o ise büyüktü, tabii adımları da. her adımda biraz daha uzaklaştı benden. şimdi tamamen gözden kayboldu. yolumu kaybettim. kimliğim de yok, polisler çevirmeden geri dönebilsem bari...
çok koşmuşum, çok yorulmuşum yetişeceğim diye. azıcık soluklansam ya. çıkınımda ne var diye yokladım, çıka çıka şarap çıktı. neyse artık, demlene demlene dönerim...
içinde ölsün dudaklarından bir türlü dökülemeyen tüm güzel cümleler!
işte! yolun başındayım, başladığımız noktada. bu kez o yok. kafa karşılıklığım, bir miktar da kalp kırıklığım mevcut. yorgunluk da ekledim bi kıt. soğanları da pembeleşinceye kadar kavurdum. sahi, neyin tarifiydi bu? unuttum.
amaannn... yine saçmalıyorum.
ona göre yine kafam güzel, konuşuyorum.
paytak'ı uyuttum, ben de yatıyorum.
yarın konuşuruz artık.
artık deve kuşları çelişkide kalmasın, köpekler derin bir uyku çekerken yanımızdakine şş sessiz deyip üstlerini örtebilelim, kadınların üstü erkeklerin altıyla erkeklerin altı kadınların üstüyle birleşsin kadın erkek kalmasın insan olalım, herkes msnin birbirine sarılıp dönen yeşil mavi insanları gibi sarılsın, bütün dünya buna inansın bir inansın. hayat bayram olsun.
bir musibet bin nasihattan iyidir denir ya o ayni oyle oldu iste. dun o kadar cok agladim ki uzun zamandir yapmam gerekeni yaptim aslinda icimi doktum,sakinlestim aynaya baktigimda gozlerim pek iyi durumda degildi ama ne istedigime karar veedim basarmak istiyorum elimden geleni yapmak ve insanlardan olsun canin sagolsun yerine tebrikler sozlerini duymmak.istiyorum kararliyim ve basaracagim!
cunki yapabilirim uzun zamandir bole bir duyhu yoktu icimde ama su an var bir kere basarisizligi tattim buda ikinci oldu demek ki ben boyle toparlanan bir insanim allah bana bunlari hazirliyor beni cok iyi taniyor... iyi geceler dunya sevgiyle don !
uyanıyorum yine, çarşamba gece yarısı. saat 12:15,
"hayır hayır bunu yapamazsın!" diye telaşla odaya girip başıma captain morgan şişesiyle vurdu.
acıdı mı hatırlamıyorum.
ne yazdığıma gelince belki de bunu sadece captain morgan biliyordu.
hiç sanmıyorum ayyaşın teki o.
uyanıyorum. salı günü sanırım. saat 12:15,
çok geç olmuş ama ne için erken kalkmam gerektiğini bilmiyorum.
bir yere gitmem gerektiğini hissediyorum ama gitmemek için de tekrar uyumayı düşünüyorum.
uyanıyorum, hala uykusuzum, salı gece yarısı, saat 12:15,
biraz sonra alt kattaki teyze "niye müziğin sesini kısmadın hala?" diye soracak gibi ama alt katta bir teyze olduğunu sanmıyorum belki var.
uyuyorum, hala çarşamba gününde miyiz bilmiyorum ama, saat 12:15,
yorgunluktan burun deliklerimin kapandığı ve tam 12 saat 15 dakikadır ağzımdan nefes aldığını hatırlıyorum.
dilim o yüzden dışarıda. nefes aldığımı hatırlamak istemedim hiçbir zaman.
bana ölümü hatırlatıyor.
işemeye gidiyorum, söz konusu işemek olunca gün ve zaman önemli olmuyor ama yine de saat hala 12:15 sanırım.
belki gerip dönüp yazarım tekrar.
tuvalete gidince belki nereye geri dönmem gerektiğini de unuturum.
unutursam diye bir dergi ve bir sigara paketi yanıma almam gerekiyor.
ya da bilmiyorum geri dönsem mi?
gerçi kimse beni beklemiyor.
tamam tamam kapattım yazmayacağım bunu.
Şu ülkeden siktir olup gidesim var.
mutlu mesut yaşayacağım başka bir ülke ailem akrabam hiç kimsem olmasa. Orda yabancı bir kadınla evlensem.
ve dönmesem bu ülkeye bir daha.