sorun odaklı yaşamak yerine çözüm odaklı yaşamak istedim. peki bunu yapabildim mi, hayır. yapmak istediklerime balta vuran, kendi yoluma taş koyan ben miyim diye sormadım zihnime çünkü bunu yapma gibi bir ihtimal bile yok sanıyordum. şimdi döndüm dolaştım sorunu kendimde buldum. bu konuda kendime yüklensem de gerçekleri kaldıracak kadar güçlü olduğumu düşünüyorum.
Içimde, günlerdir yoklugunla zayiflamis, kalbi kupkuru kalmis ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"i "ani"ya dönüstürerek... Önce gözlerim öksüz kaldi yoklugunda. Sonra, nefesinin o bugulu sicakligindan mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarlari... Gittin... Iki askin arasinda saskin, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. Artik senin degildi evin,. "sizin"di. Benim özledigim o eski evin degildi gittigin... O eski ev... Oturup, zamanin o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayip geçtigi los pencerelerinde dalginligimizi biriktirdigimiz o ev... Susardik bazen... Ansizin, hesapsizca, belki de yorgun düserek... Akildisi bir hizla devinen imgelerin ortasinda, bir çig gibi ömrümüze yigilan anilardan birini seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimizda, umurumuzda olmadan... Elin çaya uzanirdi... Tenim dudaklarini özlerdi... Bir sözüm siirin olurdu... Demlenirdik. Gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askimin kalbimdeki ilahi melodisi çalinirdi kulaklarina birden. Nasil da ürkerdin. Karanliktan korkan bir çocugun teselli isligi gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu... Ruhlarimizin biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalinti anlari, beni bunun aksine inandirmaya çalisan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin. Iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yarali çocuklugunun... Iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anlari severdim... Hayatin içinde seni barindirdigi her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o siradan ayrintilarini alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanin içinde, varligina yillardir asina oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basinin üzerinden sonsuzluga akip giden düs bulutlarinda sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire misra yapip eklemekti seni sevmek... Sevmek hayatina taniklik etmekti benim için... Sabahlari evden çikmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayiklayan sesine kiyamayip, patrona binbir yalanlar uydurarak sik sik ise gitmemekti seni sevmek... Sana kahvalti hazirlamakti. Özenle hazirlidigim sofraya istahla oturup, "Sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... Senden daha iyisini mi bulacagim" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmakti... Ince ince kiyilmis, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagi ve limon gezdirilmis domateslere, yaptigim mezelere duydugun minnete sasirmakti... Hayatina eklemekten çilginca zevk aldigim o sefkatli inceliklere duydugun minnete... Seni sevmek, bundan yillar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranligimin yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldigim mektuplarima, ayni incelikle, ayni özlemle, ayni hayranlikla verdigin cevaplarina inanmamakti... Tüm israrlarina ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamakti. Sonra ansizin yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdasi senin askinla yeseren bu kentin sokaklarinda izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasimakti... Bulustugumuz cafede, aylarin günlerin telasi ve susuzluguyla, anlattigin seylerin hiçbirini algilamadan, sadece hayranlikla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanin altindan bir türlü çikartamadigin o telasli, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanina inanamamakti...
neyin içinde kıvrandığımı, çıkış yolumu, olması gereken i çok düşündüm. bir karara vardım mı söylemesi zor, belki de vardığım kararları söylemesi zor. düşünmek de zor zanaat, ama hislerimi anlatacak uygun kelimeleri bulamazsam aklımı kaçırırım. aklımızın yerinde olduğunu düşünür gibi. ya da yeri neresiyse. haftalardır gerçek bir uyku çekmedim, hızla kilo kaybediyorum, sanırım zannettiğim gibi yalnız mutsuzlukla ilgili bir durum değil bu, şüphelenip üzerine gidemediğim ve yazmaya bile çekindiğim bir sağlık problemim olduğunu iyiden iyiye düşünmeye başladım. göz altlarım mosmor, suratım çökmüş ve iskeletim ufacık bedenimi bile kaldıramayacak kadar yorgun. kemiklerim şiddetli biçimde ağrıyor, titriyorum, dengemi kaybediyorum ve daha birsürü şey. hal böyleyken beynimin de sağlıklı çalışması beklenemez. halüsinasyonlar, kabuslar, anılar, hayaller, saplantılı düşünceler yakamı bırakmıyor. kimse senin kadar yakmamıştı canımı.
Bir kuş, kanadını bir sofînin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman'a gelir.
Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu sofîyi huzuruna getirtip sorar:
-- Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye kırdın kanadını?
Sofî kendini savunur:
-- Sultanım, Allah bu mahlûkatı âdemoğlunun emrine musahhar kılmıştır. Ben
bu kuşu avlamak istedim. Yine de ona kaçması için fırsat verdim, fakat o
bekledi. Adeta *"gel beni tut, ne istiyorsan yap" *dedi. Ben de bana teslim
olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O
esnada da kanadını incittim.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner:
-- Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış.
Neticede sen kendini savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye
şikâyet ediyorsun.
Kuş itiraz eder:
-- Efendim, avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Ben onu sofî kıyafetinde
gördüğüm için kaçmadım. Bundan bana zarar gelmez diye düşündüm.
Hz. Süleyman bu savunmayı beğenir ve kuşu haklı bulur. Kısasın yerine
gelmesi için *"sofînin kolunu kırın"* diye emreder.
Kuş sofiye acır:
-- Efendim, öyle yapmayın!
-- Ne yapayım?
-- Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileştikten sonra aynı şeyi yine
yapabilir.
-- Peki, ne yapalım?
-- Siz bunu sofî kıyafetinden, libasından sıyırın! Sıyırın ki diğer kuşlar
benim gibi aldanmasın!
barney sitinson bence çok cool bir adam. severim kendisini. ted tam bir kaybeden amk. ha o koca götlü beyaz avukat çocukta iyi adam. bu diziyi izlemeyelidi iki sene olmuştur.
bı derın ıc cektıgımız anda ıcımızdekı her sey de nefesımızle bırlıkte cıkıp gıtse keske.
'oyle zamanlar kı gecırdıgım yasadıgım yazsam roman olur' dıyenlere 'mubalagaya da bak!' derdım. sımdı anlıyorum dogruluk paylarını sozlerının.ınsan zamanla buyur derler bır de. ama sankı ben buyumuyorum, zamanla ne olacagımı bılemıyorum sozluk.ben de zamanla buyuyecek mıyım, yoksa ıyıce kaybolup gıdecek mıyım kendı ıcımde bı yerlerde bu tabularla dolu kısır donguye maglup?
Cok mutsuzum ya.
ama nasil bir mutsuzluk oyle boyle degil.
Icmedigim ilac,gitmedigim doktor kalmadi.
Doktorum sonunda sendeki kronik depresyon,bununla yasamayi ogreneceksin dedi.
Hayatina biri girse,bir seyler yolunda olsa dah iyi olacaksin dedi.
Ne beklenen geliyor,ne de isler yoluna giriyor.
Ne bicim hayat bu ya,ne bicim bi his.
Niye bu kadar yalnizim ben zalim dunya niyeeee?
bir geceydi, tek ağırlığım yorganim. pencere açık, sehpa da bir kac yarim sondurulmus sigara, icerisi duman alti.. bugun kis gibi buralar, soğuk ve sessiz bir de yildizlari göremiyorum artik. mutsuz olunca herkes mi terk eder, meselâ yildizlar bile. bu gece bir şeyler eksik. basucumda olmayan bir bardak sus sestellerimin bastirilmis cigliklarina inat yok orada, aci aci yutkunan insanin zehrini bir yudum su yok edebilir mi? bu gece boş, kitaplarim bile bakmıyor yüzüme, ne hoş değil mi? şiirler hala mirildaniyor sehrin 4 bir yaninda. hayat merdivenlerinden yavas yavas çıkmanın tadini yaşıyor bir genç kız ve dahasi bir bebek o masumiyetine boyanmış haliyle ağlıyor gece boyu. peki ya sen diyorum kendime! yillanmis sarap tabiri caizse hep acilarinla mi yasayacaksin, ya da sadece rol mu yapacaksin? hayir, bugün günlerden hissetmek. zehrin en dayanilmaz halini kalbime dagliyorlarmis gibi hissetmek. sabah olunca biteceğini bildiğim acilarla neden bogustugumu bile bilmiyorum. kimseyi sevmiyorum ve birilerini sevmeye ihtiyacim var hayat! sevgisizlikten değil duygusuzluktan öleceğim. bunun yanında yasattigin mutsuzlugun tadi şeker gibi, anla artik..
Boğazlarından gemiler geçiyor, martılar üstünde pervasızca
dans ediyor, bir adam denizden babasının çıkmasını bekliyor.
Güneşle aşk, rüzgarla meşk eden dalgaların, akşam vakti
yakamozların var
Mutlusun ya kendi iç denizinde sen bensiz
Üzülmüyorum
Sensizlik artık bir acı gibi içimde oturmuyor
Çünkü
Senin nehirlerinin hiçbiri denizime dökülmüyor
Hayat artık bana rakı gibi gelmiyor. Evet normalde hayatımı rakı gibi yaşıyordum. Rakı ne güzel şey bilir misiniz? Ilk önce bir yudum alırsınız, böyle bir değişik tad gelir sonra suyu yudumlarsınız tadı oldukça hoş gelmeye başlar. Yavaş yavaş çarpar haberin olmaz. Derler ya " o kız buraya gelecek " ben hiç demedim. Hatta dedim ki gelirse Ekim'e gelmezse amk ya. Sen yaşamana bak. Biraz sarhoş ol. Ne yaptığını bilme. Git tanımadığın birine otur anlat konuş onla eğer bir bayansa akşam onun senden etkilenip evine kahve içmeye çağırmasını bekleme direk orada yapıştır lafı. Deme öyle film izlemeye felan gidelim. Bari rakının hatrına dürüst ol de ki gel bu akşam sevişelim. En fazla tokat yersin. Ama dürüst ol ne olursa olsun dürüst ol. Kaybedecek bir şeyin yok kazanırsın dürüstlük önemli. Ben bu yazıyı öylesine yazıyorum biraz saçmala potansiyelim yüksek bu aralar. Kusura bakmayın.
yaklaşık 10 yıl önce kalabalık bir gurupla film izliyordum, filmin bir yerinde adam uçurumdan düştü, (filmlere ağlayan biri olduğumdan) yüksek sesle belki ölmemiştir demişim, bayağı takılmışlardı bana.
farkettim ki bu beklentiler yoruyor insanı artık öyle değilim...