sabahtan beri canım sıkkın, kimseye sarmadan günü bitireyim dedim, uslu uslu durayım
çekiyor muyum ne bilmiyorum? vefa göstermeden vefa bekleyen, saçma sapan atarlanan insanlardan bıktım usandım allahıma. uzak durun benden, bu nedir ya? yok sen beni niye aramıyorsun, sen bize neden gelmiyorsun.
suçlusu da benim biliyorum, çok yüz verdim.
ciğeri beş para etmez insanları doluşturdum etrafıma. sonra ben kızıp köpürünce, yok mevzu o değil, sen yanlış anladın ayakları yapmıyorlar mı bi de, ifrit oluyorum. başarılıydım ama kabul, ilk defa sinirden birinin karşısında ağlamadım, inanılmaz başarılıydım.
bundan sonra, buraya da yazıyorum; biri kırılmasın incinmesin diye tek kelimemi esirgemiycem. yapmıycam bu acımasızlığı kendime.
hani anlayamadığın, nedenini bilmediğin şeyler olur bazen. Pek de umursamazsın aslında nedenini veya gerçeğini. Bıkmışsındır çünkü, sen hislerinden de duygularından da başkalarından da bıkmışsındır. Sadece devam edersin körü körüne, ihtimallerden korkarsın, bu yüzden bırakırsın düşünmeyi. önünde birkaç yol varsa, seç birini. önemseme nedenini, hiçbiri istediğin olmayacak çünkü.
manidarcıların seçim zamanı gelirken bir belediye başkanı hakkında belgeler yayınlaması manidarcılağa ters olup çok adicedir. yani kanun ve kurallar sadece sana işine geldiği gibi işleyecek. afedersin siktir git.
pembe pijamalarımı giydim, emily dickinson'ın şiirlerini okuyorum, ara sıra yağmur başlıyor, diniyor, başlıyor. sanırım bu sesi dinlemeyi seviyorum. hatta demin süt falan içtim. iyice uçtum bugün. hep bu vanilya kokusundan bunlar. Neyse, uyuyayım ben, kusacağım hissizlikten.
okumasan da yazdığım onca satırdan sonra bir de sözlüğe seni yazayım. yazayım yazmasına da ne faydası olur bunun? uykudan etmez mi? ya da düşlerden almaz mı? bilmem ne yararı olur ama bir de burada yazdım sana olan hisleri sevgili. hala çıkmadın hayatımdan sen çıktığını sansan da. zor da olsa itiraf edebiliyormuşum hiç değilse.
boşaltılıyoruz.
bomboş beyinler, bomboş duygular.
sevmenin ya da aşık olmanın dahi tadı bir kaç ay kalıyor dudaklarında insanların.
sonrasında başka heyecanlar, başka telaşlar arayışı...
beyazı seven, kırmızıya gönül vermeye başlıyor,
siyahı isteyen sarıya geçiyor siyahı elde edince...
sevgi sözcüğü ufak ufak sakız kıvamına geliyor ağızlarımızda.
seni seviyorum demek oldukça basit bir hal alıyor.
gitme arzusu, kalma dürtüsü, sevme ihtiyacı, sevilme ihtiyacına olan bağımlılık...
içi çürük ceviz gibiyiz...
içi çürümüş, büyüklüğüne aldanıp alınmış cevizler gibi.
sonra kendine dönüp bakıverince bir gün,
anlıyorsun.
içini boşaltmışlar aslında...
senin de içini, ayakkabı kutuları ile boşaltımışlar...
sevişmenin tadı yok,
zevk bile almıyor olmuş dostlarım...
biri oturmuş anlatıyor geçen, olmuyor yapamıyorum artık diye.
kimlere nasıl ucuz anlık heyecanlara kapılıp seviyorum dedi ki acaba?
sonra anlık heyecanlar bile anlık boşalmalara yetmez oldu bu yüzden?
velhasıl kelam, herkes kısır döngüsünde anlık işler peşinde koşarken kendini harcatmış.
halbuki hayat anlık değil,
ansızlık be canım kardeşim...
Resmen kendime meslek seÇmeye Çalışıyorum. Avon kataloğuna bakar gibi kpss a grubu mesleklere bakıyorum dersanelerin dağıttığı kariyer rehberlerin den. Bu durum komik mi acınası mı bilmiyorum.