Hayat o kadar garip ki ne zaman ne ile karşılaşacağını bilemiyorsun. Ummadığın kişiler, ummadığın sebeplerle seni kırabiliyor. Ama kötü olan bu değil; sen onları üzmemek için mutlu görünmek zorunda kalıyorsun. Bunu başarmak çok zor ama başarıyorum sanırım.
Zamana bırakıyorum çoğu şeyi, belki geçer, unuturum diye. Ama unutamıyorum. Sevdiğim, değer verdiğim kişilerle bu duruma düşmek üzüyor beni. Bu olaylar çok şey öğretti ama bana. Alışmaya çalışıyorum, zor olsada kırılmamaya, takmamaya çalışıyorum.
Ama artık bildiğim bir şey var; kimseyi çok sevme çünkü sevdikçe üzülüyorsun, sevdikçe kaybediyorsun. Kimseye bağlanmayın...
yav bugün okulda duvar resmi çizmiş çocuklar, yaptıkları resim de inci sözlük baykuş'u. derin düşünceler daldım hayat anlamlı bir şekilde anlamsız geldi filan, bir de derse girdiğim sınıfta kızlar 7. sınıf ama maşallah at gibiler uzun süredir yaşı küçük böyle maşallahı olan çocuklar görmediydim.
kendi açtığım başlıklara da yazacağım varsa bile yazmıyorum ya garip bir süperego benimkisi. niye bu kadar engelliyorum kendimi, hem de sözlük gibi yerde? misal bu başlığa da en son entry'yi ben girmişim utandım şimdi. bir ay olmuş üstelik.
yazıyorum. çünkü başka yapacak bir şeyim yok. tek yapabildiğim yazmak zaten. başka bir numaram yok benim.
neden her şey bu kadar tatsız? hiçbir şey gerçek değil gibi hissediyorum. kargaşa içinde kalsam bir yere gitmeden ölmeyi beklerim heralde orda.
birkaç video izledim geçen gün. öldürülen, işkence edilen, kanlar içinde yatan, boğazı kesilmiş..... insanlar.. savaş.. oradaki insanlar nasıl yaşıyor? biz burda ne yapıyoruz? bazı görüntüler o kadar kötüydü ki anında bilgisayarın başından kalkıp balkona kaçtım. oturduğum yerden kalkmamla o görüntülerden kurtulmam bir oldu. balkonda güzel bir manzara, her şey yerli yerinde. sakin. ya o insanlar oradan kaçıp kangi balkona çıksınlar? bir kırmızı çarpı işareti yok ki mahallelerinde tıklayıp da kaldırabilsinler gözleri önünde yaşananları..
sonra gündemden haberler duydum. taksimmiş, gezi parkı'ymış, olaylar..olaylar.. dedim "bu insanların derdi ne? savaş ülkelerinde insanlar nelere maruz kalıyor, size rahat mı batıyor? anneni mi öldürmüşler? babana işkence mi etmişler? çocuğunun kolu bacağı mı kopmuş? kızına, karına tecavüz mü etmişler? evini mi bombalamışlar? dertleri ne bunların?". biraz takip ettim olanı biteni. ağaçla, yeşillikle başlayan eylemler çığırından çıkmış. iktidara olan nefreti sergilemeye dönmüş. sebeplerine bakıyorsun. içki kısıtlanmış, mustafa kemal'e ayyaş imasında bulunulmuş, polis onun bunun çocuğuymuş, silivri'de suçsuz yere yatanlar varmış. özgürlük getireceklermiş.. ve birkaç neden daha.. o an o kadar saçma sapan yoktan yere ortalığı karıştırmak için yapılan salakça bir hareket gibi geldi ki bana. ve çok kızdım içten içe. biber gazı yemiş diye ağlıyorlar orda burda. tabi twitterda facebookta paylaşım yapmayı da ihmal etmiyorlar. ne uğruna bunlar?! güven içinde yaşıyorsun ülkende, kimse ailene zarar vermiyor. arkadaşın, eşin dostun öldürülmüyor. memnun değilsen yönetimden, bunu siyasi yoldan giderek, hukuksal mücadeleyle, sandıkta oyunla gösterirsin. eylem yapacaksan da anarşi çıkarmazsın. ve o sebep olduğun tehlikeli alanlara milleti çağırıp da zarar görmelerine yol açmazsın. polise bir öfke birikmiş. polis kim? "kaskını çıkar biber gazını bırak adam gibi gel.." vs diye sloganlar atıyorsun, neden savaşmak istiyorsun polisle sen? neden buna davet ediyorsun? niçin düşman addediyorsun? sanki gavurun evladı bu polisler. sanki çok istekliler milletle çatışmak için. vatandaşına biber gazı atmak için birbirleriyle yarışıyorlar sanki.
üzülüyor insan. bir tarafta her gün dehşet verici olaylarla, ölüm, namus korkusuyla yaşayan insanlar..bir tarafta da ..böyle işte.. bizim ülkemiz. oysa ne şükretmiştim bilgisayarın başından kalkıp, balkona çıktığımda her şeyi normal, yerli yerinde gördüğümde. ama sonra bu olayların bu kadar büyümesi ve insanların zarar görmesi, ve bunun ne uğruna olduğunu duyunca, üzüldüm tekrar. vatandaşına, aynı dili konuştuğun, aynı toprağı paylaştığın, dedelerinin zamanında omuz omuza savaştığı insanlara laf anlatamamak, anlaşamamak, bu derece ayrı yollara düşmek ne acı.. dua ediyorum herkes için. Allah sonumuzu hayretsin.
herneyse aslında bunlarla ilgili yazmayacaktım. bir de uzatmışım ki. velhasıl işler iyi gitmiyor. her sabah uyandığımda kimlik sorgulaması yapıyorum. neden burada olduğum, amacımın ne olduğu, dün neler yaşadım, bugün günlerden ne, ne zaman uyudum, uyanmak için bir sebebim var mı? yataktan kalkıp ne yapmam gerekiyor? .. her sabah gözümü açtığımda bunların cevabını veriyorum kendime ve öyle kalkıyorum. ya da cevapsız bırakıp yatmaya devam ediyorum. düşünmüyorum bazen de. 'ne gerçek ne yalan' sorgulamasına da girmiyorum. fakat çoğu zaman elimle tuttuğum şeyden bile şüphe ediyorum.
bazı geceler "olsun" diyorum. olsun, zaten bu dünyanın gerçek olması gerekmiyor. burayı sevmem ve mutlu olmam gerekmiyor. yeter ki sebep görmeyeyim bir şeyi, bir kimseyi bu halime. suçlu tutmayayım, engel görmeyeyim. yoksa kurtulmaya çalışıyorum. yoktan yere savaşa giriyorum. tek sebep ben olayım. her şey kendi yüzümden olsun. engel de suçlu da ben olayım. kendimle savaşırım ama kurtulmaya çalışamam nasıl olsa. kırarsam da kendimi kırarım. olsun..ne ettiysem onu bulayım. her sabah zehirlenmiş gibi uyanmamın nedeni sadece kendi hatalarım, günahlarım, pişmanlıklarım, yanlış kararlarım olsun. "olsun" diyorum ve uykuya dalıyorum...
sabah yine başlıyor beynimde yoğun bakım.. bazen ikindi civarı karışıyorum insanlar arasına, odada ya da sokakta. konuşuyorum, şakalaşıyorum. iyice giriyorum gerçeklik göremediğim hayata. ben de bir yalan oluyorum. fakat uzun sürmüyor. zira her vakit allah huzuruna çağırıyor. düşünüyorum. eğer olmasaydı namaz diye bir şey.. her şeyi bırakıp yatarsın, oturursun, elini ayağını çekersin de onu bırakamazsın işte. ben bu sorumluluğu kabul etmiyorum diyemezsin. ve böyle de bir amacın vardır uyandığında. sorduğun sorulardan birisi de "dün hangi namazları kıldım?" dır..
iyi ki çağırıyor rabbimiz bizi huzuruna.. duyuyor, dinliyor, görüyor bizi..
usulca toplaniverdi.
sinirliydi.
bavulunu aldı.
hizlica esyalarini topladı.
çok tedirgindi.
gitti yavaş adımlarla.
ama hizliydi sanki.
sonra iceriden ses geldi.
dönüp baktigimda bütün hayallerimi kırmıştı.
ellerini aç göğe, kar taneleri dolsun avcuna.
sıkı tut ellerini, kaçmasınlar. ben yakalarım, ben yakarım. yalpalarım.
yürürken yalpalarım. yelpaze olurum avcuna, uçururum kar tanelerini kalbine.
kalbin olurum. sıkı tutulmuş kalbine uçarım. uçurtma olurum hislerine.
tercüman ederim düşlerini kalbine. üşüyen ellerini ısıtırım çatısı yıkık bir evin yanan sobalı odasında.
ben seni yarın severim. gün yaşlanıyor, gece ağlıyor. mevsimler hüzünde ve sen yoksun. yok olmamayı seçiyor, mutluluk kavramı benimle oyun oynuyor. mutlu olmanın verdiği acı bir dünyaya bedelken mutsuz olmanın acısı sadece basit bir yazıyı yazmakla ölçülüyor.
acı, kavramı ve içselliği ile dönüyor dünya.
kar taneleri düşüyor hikayemize.
yağmur yağıyor sabahın beşinde.
yalan acı ve talan ile fesleğen kokulu düşler düşürüyorum seninle.
düşüyorum dünyana.
düşlüyorum seni.
düşünüyorum bizi.
geçmişi gölgeye teslim ettim ve takipteler bizi.
artık sen yoksun.
benim olmadığım gibi.
''ah gideni değil de kalanı boğar ayrılık'' diyor şarkı.
şarkılar anlamıyor sevdadan. şarkılar yalan şarkılar hep hazin hüsran.
şarkılar nereden biliyor sevdiğim seni ,beni, bizi?
bir ayrılığı ortasından bölüp yemedik mi , baharın bitmesine yakın mevsim sıcaklığında, şehirler arası otogarlarda
sigaramızı içerken her nefesinde zaman dursun isterken.
ve kimsenin o kadar anlam yüklemediği ve belki de bu yüzden sessizce orada duran ahşap bankta otururken biz utanmıştık ya sevgilim.
utandık mahallede biri görür korkusuyla koklaşamayan sevdalılar gibi birbirimize dokunmaktan.
sen nasıl öptün beni? dudaklarını kesip gitsen bu kadar kokardı avuçlarım nefesin gibi.
sen nasıl sardın beni? sardığın yerlerde açıldı hasret çukurları.
sen nasıl girdin koynuma ? nasıl getirdin canımı yakarak uyandıran yalnızlığımı oyuna?
sen nasıl böyle nasılsın sevdiğim? fikrime düşünce kaçıyor uykularım. kesiliyor nefesim. dudağımın kenarında buruk bir gülümsemeye dönüşüyor sen yokken, sen varken kahkahalar atmaktan acıyan yerlerim.
özlüyorum be adam. tıpkı kimseyi sevmediğim kadar kimseyi sevmediği gibi ve tüm edatların yetersiz kalmasına binaen özlüyorum seni.
Haydaa bu intiharlar da nereden çıkıyor? Sanki edilmiş tüm intiharlar tüm ölüler zihnimi istilâ etmiş, düşünce güvesi gibi kemiriyorlar buldukları her şeyi. ölmeyi düşlerken araya başkaları karıştı. Frekans kayması. Telsize karışan polis anonsları gibi. Leş suratlara karışan yağmur damlaları gibi. Kim çıkartıyor ulan bunları? Kuşlar bile kanat çırptıktan sonra gökyüzünde kanatlarını bir müddet dinlendirken aynı zamanda uçmaya devam ediyor. Öylece duruyorlar hareket etmeden ve rüzgâr onları taşıyor. O zaman kim çıkartıyor bu ölümleri? Vallahi aklım almıyor..
Birkaç gerçek;
- nereye gidersen git o lanet gelesice korna sesleri bir yerden çıkarlar ve bu daldığın düşüncelerin dibinde boğulup can çekişirken seni bir anda düşüncelerin üstüne çıkarır, fakat aynı zamanda da bir ölümü engelleyebilirler. Nefesini tutarsan düşüncelerin üstünde durabilirsin ayrıca.
- yağmurlar aslında çok da temiz değildir ama manen o kadar güzeldirler ki çoğu kişi bunu umursamaz, bu insanlar genellikle derin ve güzel(manen) insanlardır. Aynı insanlar gözlerine değil, gönüllerine hoş gelen kişileri severler. Bu da bir şeyi maddeden yola çıkarak sevenlerin piyonlarını incitir. Bu görünmez bir savaştır.
- saddam hüseyin'in kanıyla kuran yazdırmasına yol açan paradoks düşünce yapısına sahip olabileceğini düşünmek yarı deliliktir.
- her şey yaşanıp yaşandığı anda sıkışıp hapsolmaya mahkûmdur. Fotoğraflar, videolar, anımsamalar, benzerini yaşamalar hiçbiri o andaki gibi olamaz. Ne acı, ne de mutluluk.
- eğer burada hâlâ bir delinin deli fani notlarını okumaya devam ediyorsan da ya kafayı yedin ya da çok yalnızsın, üzülme.
Bence bunların hepsi herkes içinde hiçkimsesizlik. Varlık içinde yokluk. Bolluk içinde tokluk. Bunların hepsi birer paradoks ve aklım hatta akıllar bunların hepsine gebe. Bir gün herkeste bu hiç doğmayacak şeylerin gebelik sancısı olacak. Bu sancı hiç geçmiyor. Kim çıkartıyor ulan bunları kim? Nedir sebepleri? Kibirden oluşmuş kamburlar mı? Zor olmuyor mu öyle yaşamak. Sahiden aklım almıyor..
Son olarak; neler saçmalıyorum ben yahu. Neyse neyse saçmalamak da bir başarıdır ve hasta ruhların hepsi yeryüzündeki çoğu bulanık ruhtan üstündür, kutsaldır. Bunu da ben çıkarttım ulan. Aklım bu sefer gerçekten aldı..
Dağılıyor gibiyim.. Önümde boş sayfalar, uzun zamandır şiir yazamıyorum. Aklım parçalanıyor ama kelimeleri oyuncak eden ben, ilk defa kendime tercüme olamıyorum. Oysaki bir girdabın içinde de değilim. Aksine söz verdiğim gibi, güçlüyüm ve tırnaklarımla kazımaya devam ediyorum hayallerimi. Ne oluyor bende bilmiyorum. Yokluğunu ilk defa bu kadar derinden hissediyorum. Neredeyse 4 yıl oldu toprak seni benden alalı. Biliyor musun bugün ilk defa seni son gördüğüm sokağa gitmek istedim. Ayaklarım gidemedi belki ama firari aklım koşar adımdı.. Gidip o son ana dönmek istedim. Ellerini tutup bırakmamak ve saatler sonra o acı haberi almamak istedim. Hani gittiğinden beri koltuk deynekleri elinden alınmış sakat gibi kaldım derdim ya.. Sanki şimdi çok daha fazlası, ifade bile edemiyorum. Sen gittiğinden beri kıranım hatta parçalayanım çok. ihtiyacım var bir an önce rüyalarıma gelmelisin. Hiç bir fanide sendeki deva yok. Güçlendikçe dağılıyor gibiyim. Hatta son zamanlarda gizli gözyaşlarımın en dibindeyim.. Sebepsizce yaşlar dökülür oldu sürekli gülen gözlerimden. Ne olur çok bekletme bir an önce seni görmeliyim. Beni bıraktığın bu dünyayı tahmin edemezsin. Ördüğüm duvarlarım bile yetmiyor artık. Belkide iyi oldu gidişin, ya sende bu insanlara benzeseydin.. Melakem iyi değilim, bir an önce düşlerime gelmelisin...