Kalabalık şehirlerdeki yalnızlıktır benim hayata sevdam.
Hayatın her anında yaşanılan zorluklardadır hayata sarılma nedenim.
Hayat tüm zorluklarıyla, acısıyla, tatlısıyla hayattır zaten.
Ne bir aşk için, ne de bir acının verdiği yara için vazgeçilir hayattan.
Bizi biz yapan mutlu anlarımız olduğu kadar acı anlarımızdır da aynı zamanda.
Her an her şeyin yolunda giden bir hayat olsa mutlu olunabilir miydi?
Her şeyin istediğimiz gibi olması hayata dair bir hedefimiz olmasını engellemeyecek miydi?
Çektiği an acıları sebebi ile intihara teşebbüs eden insanlar tanıdım. Dünyaya, kaderine, sahip olduklarına isyan eden güçsüz varlıklar gördüm. Bir acı insanı nasıl olurda geleceğinden ayırabilirdi. Şu an o acıya sebep olan biri için nasıl olurda önündeki tüm mutlulukları yok sayabilirdi. Bize hediye edilen yaşam bu kadar basit sebepler yüzünden terk edilip bırakılacak kadar önemsiz miydi?
Her acının insanı biraz daha olgunlaştırıp, geleceğe daha doğru adımlar atmamızı sağladığını neden göremez oluyoruz?
Her olaydan ders çıkarmamız gerektiğini ve gelecekte tekrar aynı hataları yapmamak için hayata inadına sarılmamız gerektiğini neden algılayamıyoruz?
Bir oyun oynarken tüm zorluklara rağmen o oyunu kazanmak için hırslandığımız halde neden yaşamak için hırslanamıyoruz?
Neden en ufak bir mutsuzlukta hayata dair tüm inancımızı yitirip her şeyin en olumsuzu ile baş başa kalıyoruz?
W.Shakspeare'in muhteşem bir sözü var konuyla alakalı.
"Dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz... Bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve çıkarlar bu oyun sahnesine..."
O halde bu oyun sahnesindeki rolümüzün hakkını verip, çıkan tüm zorlukları tıpkı atari oyunlarında verdiğimiz hırs ve mücadeleyi hayata karşı da verip, çıkan tüm zorluklara inat hayata gülümseyerek bakabilme zamanıdır.
Bu dünyadaki en güzel sevda kendi hayatın için verdiğin çaba ve emektir.
Evet çok kişi demiştir bu sözü. Ama okuyan kaç kişidir? Onu gec okuyup kendine bir ders cıkaran kac kisidir? Bilinmez. Ama onemi yok varsın o yazı kalsın birgün gelir birisi onda kendinden birşey bulur, doğru yola ulaşır.
Evet yazıda bahsedildigi gibi dünyanın hicbir yerinde bu kadar olmayan bir calisma var türkiyede. Ne calismasi bu? Toplumu bozmak , ahlaki olarak cokertmek. Tarihini bilmeyen bir genclik olusturmak. Orf ve adetlerinden yoksun birakmak. Manevi degerlerini almak , maddiyata yoneltmek. Eskiden dusmanlarini öldürürlerdi. Simdi öldürmüyorlar kendilerine benzetiyorlar. Ve ne yaziktir ki planlari isliyor , insanlar birbirlerinden uzaklasiyorlar. Toplum bolunuyor. Bunu heryerde goruyoruz. Peki biz bu hale nasil dustuk? Cevabi basit: Bizi biz yapan degerlerden uzaklastik. Cozum ne peki? Milli ve manevi degerlerimize sahip cikmak, ayrimcilik , boluculuk yapmamak?
Okulun daminda namaz kildi diye ortaligi karistirip yaygara koparmanin anlami ne?
3 yasindaki kizina turban takti diye kiza acimalar vah vah etmeler niye?
Carsafli biri gordugunde orumcek kafali, gerici diye hitap etmek niye?
Sakalli bir adam gordugunde yobaz demek niye?
Niyeler bitmez. Onemli olan bu oyunlara gelmemek, ortak degerlerimiz etrafinda birlesmek. Kurtulus savasinda butun milletimiz , sagcisi - solcusu , alevisi - sunnisi, turku- kurtu hepsi yan yana savasmadi, yan yana olmedi mi? O zaman neden biz bugun birbirimize dusuyoruz, birbirimizle ugrasiyoruz?
Gelin ortak degerlerimiz altinda birleselim.
Camiye giden camiye gitsin, kilisiye giden kiliseye gitsin, cemevine giden cemevine gitsin.
Universiteye mini etekli gitmek isteyen oyle gitsin , turbanli gitmek isteyen de oyle gitsin.
isteyen basini acsin isteyen carsafli gezsin.
Onemli olan vatanimiza, bayragimiza , devletimize sahip cikmaktir. Onun disindaki eylemler ve dusunceler onemsizdir. Kim ne yapmak istiyorsa yapsin , baskasini rahatsiz etmeden , kanunlari cignemeden. Onemli olan budur gerisi tiras. Cunku ne de olsa hepimiz olecegiz. Bugun ya da yarin... Birbirimizi uzmeye kirmaya deger mi? Elbetteki degmez.
Butun bunlari astigimizda bütün dünya karsimizda olsa ne yazar? Uyuyan dev uyanirsa ne onemi kalir ki, inanin biz kendi icimizde butunleselim turkiyenin bilegini kimse bukemez!
Vatan bir , bayrak bir. O zaman da gonuller bir olsun. Kucaklasalim
birbirinin aynı burunlar, dudaklar, saçlar..
göre göre gözünüz alışmış, aklınız uyumuş; gerçek güzelliğin nasıl bir şey olduğunu unutmuş olabilirsiniz.
çocuk sahibi olup, faceyi çocuğunun resmiyle dolduran hanımlar ; *
çocuk yapmak sadece size özgü değil, yapmayın etmeyin.
hadi resim paylaştınız altına ''benim güzel oğlum-kızım'' vb yorumlar yapmayın.
rüzgar nedir, güneş nedir bilen saçlarınız içindir bu eller. bu eller ki saçlarınız için bulunmaz bir sabun gibidir. bu ince ve beyaz eller yalnızca sizin saçlarınızda gezinir. bu yıldızlı gök yalnızca size benzetilir. bu sütlü kahve, bu portakallı kek sizin içindir. bu Zümrüt ağaçlar, bu mavi-yeşil algler siz nefes alın diye devinir. bir rüzgar eser ki gözleriniz yer değiştirir. ki gözleriniz içindir bu güzel rüzgarlar. bir rüzgar eser ve elleriniz yer değiştirir ki tüm rüzgarlar siz sarsılın diyedir. tüm sokaklar siz dolaşın; tüm kaldırımlar siz yolları terk edin diyedir. sonra siz ince ve beyaz ellerle denize düşersiniz. ve siz ince ve beyaz eller, denizi yalnız siz temizlersiniz. rüzgar nedir, güneş nedir bilen kadın; saçınızda sabun köpüğüdür tüm eller. siz ki güzel sabahlar içinsinizdir. Güneş de doğmak için sizi bekliyor gibidir.
merhabalar herkese,
1 günlük aradan sonra kaldığım yerden yazmaya devam ediyorum arkadaşlar. 3 günlük süre içinde gördüm ki kötü olayları anlatmak iyi olayları anlatmaya göre daha çok prim yapıyor. neyse ben kaldığım yerden devam edeyim biraz daha geriye doğru götüreceğim sizleri ve askere gitmeden önce çalıştığım iş yerinden bahsedeceğim.
askere gitmeden büyük bir şirketin çağrı merkezinde çalışmaktaydım. burası benim için iş deneyi anlamında ilk büyük yerdi bundan önce hep ufak tefek yerlerde çalışmıştım. başlarda çalışmak zevkliydi ama çok sürmedi tabi ki; çünkü sabahtan akşama kadar papağan gibi aynı cümleleri kurup duruyorsunuz önünüzde bir konuşma metni onun dışına çıkmanız yasak karşı taraftaki insan size ne kadar farklı cümle kursa da onu hep sizin istediğiniz cümlelere zoraki çekmek zorunda olduğunuz ve sonuçta karşı tarafın delirip ya size sövmesi yada telefonu kapatmasıyla sonlanan görüşmeler. o yüzden artık çağrı merkezlerini aramıyorum, arasam da ivr da ilgili tuşlamaları yapıp kapıyorum çünkü herhangi bir çağrı merkezi personelinin yapacakları çok çok sınırlıdır.
boşuna arayıp nefesinizi tüketmeyin yada küfretmeyin. şu da var tabi ki karşınıza çıkan personelin bilgi seviyesi de önemli gerçekten yaptığı işe ne kadar hakimse sizin probleminizin çözülme olasılığı o kadar fazla buda birazcık şansa gidiyor. toto oynamak gibi bir şey bence çağrı merkezlerini aramak. neyse konuyu fazla dağıtmayayım ben 3.5 yıl çalıştım bu iş yerinde.
büyük bir yerde çalışmanızın dezavantajı başka bir işe geçmek istediğinizde ya onun kadar büyük yada daha büyük bir yer istemenizdir bu da pek kolay olmadığı için çoğu zaman işten atılana kadar yerinizde saymaya mahkumsunuzdur, eğer arkanızda bir dayınız amcanız yoksa. 1.5 yıl boyunca çağrı aldım Türkiye'nin yarısıyla konuşmuşumdur. telefonda birilerine bir şeyler tarif ederek bir şeyler yaptırmak ne bela ne zor bir işmiş ben burada anladım.
neyse her şey bir yana içer de kocaman bir operasyon alanının içinde yaklaşık 1000 kişi birlikte çalıştığınız bir yer düşünün. gününüzün 7.5 saati aralıksız konuşuyorsunuz ve gürültü havasızlık yanında aboneyle bağırıp tartışan çalışma arkadaşlarınız, sinirden kriz geçirenler vs. her şey var. hani ben şuan ki iş yerimden önce bu çalıştığım yeri dünyanın en büyük bok çukuru olarak düşünüyordum ama şuan ki iş yerim burayı sollamış durumda orası da ayrı bir konu.
böyle büyük yerlerde çalışınca şunu görüyorsunuz kimin eli kimin cebinde yada götünde belli değil. hatta işin çivisi çıkmış evlidir yapmaz dediğiniz kişiler bu işi daha rahat yaptıklarına şahit oluyorsunuz. millet bir yolunu bulsak da birimizi götürsek diye fırsat kollar olmuş. 1.5 yıl çağrı aldım demiştim 1.5 yıl sonunda benimde hala anlayamadığım bir şekilde çalışma performansım uygun bulunup kalite birimine terfi ettirildim ama keşke ettirilmez olaydım. 1.5 yıl abonelerle uğraştım kalan 2 yıl içerideki insanlar ile uğraştım zira kalite birimi içeride verilen hizmeti ölçen ve insanların maaşlarına etki eden salak saçma bir birimden ibaret. kalite biriminde çalışanların tek arkadaşları kendileri olabilir çevrenizdeki herkes artık size karşıdır ve sizi düşman gibi görürler sonuçta siz işinizi de yapsanız onlar bunu düşünmezler çünkü siz onların alacağı parayı kestiriyorsunuz bir yerde. iyi polis kötü polis gibi bir şey bu.
olayın koptuğu yere gelirsek içinizdeki bazı arkadaşlar bu yukarıda saydığım sıkıntıya düşmemek için işini doğru yapmayıp operasyondaki arkadaşlara şirin görünmek için kalitesiz çağrıları da kaliteli gibi gösterince siz oluyorsunuz dünyanın en kötü insanı. bir kişi operasyonun ortasında dövmek istedi beni bazıları ise telefonla tehdit edip öldürürüm seni bile dedi. şimdi soruyorum size bir işiniz var ve sizden bir şeyler yapılması isteniyor ama yaptığınız bu iş ile iyi ile kötüyü ayıracaksınız mutlaka arada hatalar yapılacaktır ama işin kolayına kaçıp size verilen yetkiyi kötüye kullanmak mıdır doğrusu yoksa verilenleri harfiyen yapmak mı?
cevabını vereyim eğer çalıştığınız yerdeki müdürünüz veya şefiniz her neyse arkanızda duramıyorsa sizi kollayamıyor ise sizin işinizi harfiyen yapmanızın hiç bir önemi yok sıkıntıya düşersiniz canınız sıkılır arkadaşlarınızdan olursunuz olay bu kadar basit. mevkiniz yükseldikçe ayağınızı yerden kesmek isteyende arkanızdan iş çeviren de o oranda artıyor en iyi mevki sadece kendinizden sorumlu olduğunuz mevkidir her zaman.
neyse şimdilik bu kadar ama daha devam edecek çağrı merkezi maceralarım....
Çok uzun olmamakla birlikte 1 veya 2 aydır sözlüğe takılıyorum ve çoğu entryim 1-2 cümleyi geçmez ama gördüğüm ve okuduğum kadarıyla insanlar burada birazda içlerini döküyorlar belki çoğu atmaca belkide çoğu doğru bilemiyorum ama bende uzun uzadıya bir şeyler paylaşmam gerektiğini düşünüyorum.
Ben bu mesajı çevremdeki siz insanlara yazıyorum arkadaşlar. iyi okuyun ve biraz olsun beni anlayın belki o zaman bu yozlaşmış ikili ilişkilerden kurtulur, birbirinizin arkasından konuşmayı bırakır ve arkadaşlıklarınızın kıymetini bilirsiniz.
Genelde herkes çocukluğundan başlar olayları anlatmaya ama ben sondan başa doğru gitmek istiyorum izninizle, şuanda özel bir hastanenin bilgi işleminde çalışıyorum ve yaklaşık burada 1000 in üzerinde bir personel bulunmakta benim birimimde de toplam 7 kişiyiz.
Büyük yerlerin genel problemi olan dedikodu, birinin arkasından kuyusunu kazma veya onu çıkarları uğruna kullanma burada alabildiğine ileri boyutlarda daha öncede büyük bir yerde çalıştım ve yukarıda saydığım nedenler yüzünden oradan kurtuldum diye şükrederken daha beterinin içinde buldum kendimi. Şuanda kendimi dört duvarın arasında sıkışmış gibi hissediyorum kimseyle iki kelime konuşamadığınız gibi yan yana bile duramıyorsunuz zira saniyesinde adınız çıkıyor; çok şükür evli değilim ki bundan fazla etkilenmiyorum ama en çok koyan insana tanımadığınız insanların değilde tanıdığınız, sizi anladığınızı düşündüğünüz ve arkadaşım diye baktığınız insanların bu lafları çıkarması ve sizin kuyunuzu kazması; hemde bir hiç uğruna sadece laf olsun torba dolsun ben prim yapayım da ona ne olursa olsun aman banane demek için.
Bu nasıl bir zihniyet, bu nasıl bir arkadaşlık, bu nasıl bir insanlık ben anlamıyorum artık aklım almıyor bir yerden sonra zaten düşünmeyi bırakıyorsunuz; çünkü düşün düşün bir yere varamıyorsunuz veya çevrenizdekilerin kişiliğini de değiştiremiyorsunuz. Normal olarak konuştuğunuz bir kız arkadaşınızın olması pek olası görünmüyor böyle yerlerde biriyle havadan sudan sohbet edemiyorsunuz çünkü hemen bana yazıyor moduna giriyor millet. Hakkımda o kadar çok şey yazılmış ki ben bile duyunca hayretlere düşüyorum sonra diyorum kendi kendime ben ne abazan, ne sapık, ne onun bunun çocuğuymuşumda bilmiyor muşum arkadaş!
Amacım sadece güzel bir arkadaş grubu oluşturmak iş çıkışı belki grupça sinema, yemek veya bowling felan yapmak kısacası eğlenmek ve güzel vakit geçirmek hepsi bu ama şunu görüyorum ki insanlarla konuştukça her şey am göt meme olmuş abi. Millet ya sikini düşünüyor ya amını başka bir derdi kalmamış. Hee bide "Facebook" denilen illet bir şey var kafayı ona takmış herkez. Facebook'tan birini silince arkadaşlıkta bitiyormuş. Bu nasıl bir eşleştirme ne salak bir yargı aklım almıyor. Ulan bundan 4-5 yıl öncesine kadar böle bir illet yoktu o zaman neyden silince arkadaşlık bitiyordu Telefon rehberinden mi(!).
Şuanda çalıştığım yerdeki insanlara feci takık durumdayım kendimi tamamen içe kapamış durumdayım mola saatlerinde bile ya tek başıma takılıyorum yada çıkmıyorum bile çalışmaya devam ediyorum. Tabi bu bende panik atak ve deprosyanlara sebep oluyor zira çok kendi içine kapanınca bu sefer gene üzerine geliyorlar çünkü kendi söylediklerine inandıkları için ondan bundan ayrılmış ve acı çekiyor durumuna düşünüyorsunuz. Yani kısacası ne yaparsanız yapın göte giriyor şemsiye açılmıyor.
Konu biraz dağıldı ve karma karışık anlattım kusura bakmayın ama özel olarak tek tek olaylara ileri ki yazılarda giricem şimdilik böyle kısa bir başlangıç yapıyım dedim.
Sabah sabah kafanızı siktim kusura bakmayın herkesten özür diliyorum...