halının altına süpürdüm gururumu, göz yaşlarımla da ıslattım toz yapmasın diye...
utanarak, biraz da içimde kızararak itiraf ediyorum kendime 'hatalıyım'.
bazen susuyorum aslında çoğu zaman; dilimi sıkıştırıp dişlerimin arasında, kanatarak susuyorum, kanayarak... damlalar süzülüyor gözlerimden, aldırmıyorum, kanıyorum...
kanıyorum kendi kendime ve farkediyorum en iyi kendimi kandırdığımı zaten kendimden başkasını kandıramıyorum...
kaldıramıyorum sensizliği; ağır geliyor, yalnızlık ağırıma gidiyor. senaryolar yazıp boğuyorum kendimi, nefes nefese uyanıyorum her uykudan... biraz arabesk, biliyorum ama öyle... hatta arabeski de 'hayat zaten arabesk değil mi' deyip yutturuyorum kendime...
toparlanmaya başladım... taşınmam gerekiyor ama neresi olduğunu bilmiyorum ve nereye olacağını. sadece toparlanıyorum... ama ondan da vazgeçiyorum bir süre sonra, olmadığın bir yere gitmektense olmadığın bir yerde kalmayı tercih ediyorum...
sevdiğim... özledim sana sevdiğim demeyi ve senden duymayı... nasıl özledim bir bilsen... sesini, tenini, gözlerini her şeyini nasıl özlediğimi bir bilsen... bilsen ne olacak ki? dönmeyeceksin ki... benimki de laf işte... bilmiyor musun sanki, nasıl bir karanlıkta olduğumu, bilmiyor musun dönünce çiçeklerin açacağını... bilmiyor musun şu an ölüyor olduğumu...
sevdiğim, ölüyorum... saflığına katık karışmış beyaz bulutların... dolu dolu, dolu yağıyor üzerime, kalbime. sevdiğim; ölüyorum...
hani sana hala sevdiğim diyorum ya, yine kötü bir şey yapmıyorum değil mi? hani hep kötü şeyler yapıp-söylüyorum ya ben, sorayım istedim o yüzden... aslında ben de pek memnun değilim bu durumdan, sevdiğim dediğim zaman senin de duymanı istiyorum, öyle kuru kuru havaya sevdiğim diyorum, hele bir de senden duymak var ya... offff...
ama şu an elimden bir şey gelmiyor bundan başka hatta hiçbir şey gelmiyor elimden... oysa çok iyi yapabildiğim o kadar çok şey var ki, kalbim-ruhum bağlıyken olmuyor işte...
böyle olmamalıydı... böyle bitmemeliydi en azından... bağırıp çağırmalıydın, gidiyorum dediğimde... izin vermemeliydin, hadi ben hayvanım... evet hayvanım yaptım... ama sen engel olmalıydın... olmadın... bugünse tekrar atmamalıydın beni o kısa bir süreliğine çıkardığın kuyudan... böyle olmamalıydı bebeğim, böyle olmamalıydı...
kendime iyi bakmıyorum sevdiğim... bakılması gereken beni sende bıraktım ben... iyi olmam da, kötü olmam da, yaşamam da sana bağlı...
ama sen kendine... bize iyi bak sevdiğim... bize iyi bak...
ben bu yazıyı sana yazdım.
Sigarayıda bırakamadım ya lanet olsun.
Bir nefes daha çektim.
Yine senin resmini çizdi dumanlar.
O en uzaktaki parlayan yıldıza senin ismini koydum.
Her gece dertleşiyorum seninle.
Kim bilir sevgilim.
belki bir gün dönersin bana.
Aradığın mutluluğu aşkı bulamaz.
Ve karşıma çıkıp bir gün`
seni seviyorum` dersin.
bir gün ulaşacağım sana.
o en uzaktaki parlayan yıldıza.
sevgiliye, dost'a yazılabilecek ve daha sonradan onlara okurken söylenebilecek söz...
ben bu yazıyı sana yazdım,
evet sana
ama sen yoksun ve bu yazıyı hiç okuyamayacaksın.
sen o sınırlı olmayan zamandasın
kimsenin bilmediği
bilenlerin de geriye dönüp anlatamadığı yerdesin...
ben bu yazıyı sana yazdım,
belki yukarıda bir yerde
bunu görürsün
bilmen gerekir seni sevdiğimi
ve senden sonra seveceğim her güzeli
senin üstüne inşaa edeceğimi...
ben bu yazıyı sana yazdım,
seninle buluşacağımız o güne
sakladım artık kelimelerimi
ve ben
seni aldattım
yaşamak zorunda olduğum bu kahpe hayatta
yüreğimin ve parmak uçlarımın
başkasına duyduğu özlem yüzünden...
ben bu yazıyı sana yazdım,
ve sen beni
affedebilirmisin?...
Çok yalnızım, sensizim, karanlıktayım, özlüyorum seni, yanımda
olsaydın keşke sana, sana öyle sarılmak isterdim ki..
Sensiz geçen günlerimin ne tadı ne de tuzu var..
Yaşıyorum böyle hergün ölerek, hergün biraz daha tükenerek hayatın karşısında,
Insanlar içinde acı çekerek, hergün biraz daha, biraz daha solarak..
Duyuyor musun beni üzügünüm ve de mutsuzum ben..
Yaşıyorum böylece hergün ölerek, hergün ölümü bekleyerek saatlerimi sayıyorum.
Yığınlar içinde hergünüm kabus gibi geçer, senin için yaşamak, sensizliğe yaşamaktır benim için sonralar..
Boşa geçer günler, gece olunca anlamsızlık kaplar tüm ruhumu
Karanlığa çeker beni yiyip bitirir her göz kapatışlarımla aklıma gelmen.
Mektuplarını okuyorum, mektubun elimde gün ve gün yazılmış gözyaşı kokan.
Fotoğrafın işte yaşam kokan elimden düşmeyen
Söz vermiştim sana umudun ölmez.
sen de söz vermiştin ne pahasına olursa olsun
sen de söz vermiştin herşeye rağmen..
Bir çocuk gibi safça gülmek mi yoksa acıları biraz azaltmak mı yaptıklarım?
ben söz verdiğim gibi işte burda yine karşındayım dimdik ve çaresizce.
Veremediğin yanıtları düşünüp ne zormuş diyorum yine gülerek.
Değil bu sevgilim yaşam bu değil, yaşam sensiz güzel değil, değil..
Sen hep mutlu olmalı sen gülmelisin
Söz vermiştin bana güneşli birgünde kaçacaktık çocuklarla uzaklara
Salacaktık gök yüzüne uçurtmaları biz
Gülecektik hep biz gülecektik
Düşler bozuldu, güller soldu burda kırıldı kolum, döküldü yaprağım
Hatırla sevgilim hatırla yağmuru sağanak gibi aniden yağan yağmuru
yaşamak çok, çok güzel demiştin ya artık değil, değil..
biliyorsun işte..
biliyorsun beni. bende seni. korkak parmakların esiri olduk hep ve canımız yanmadıkça açıkça konuşmaktan korkan dilimizin...
ses tonumuzu hep iyiye, güzele, nezakete, tehdide harcadık... hiç tam anlamıyla yansıtabildi mi ses tonumuz yüreğimizin hislerini?
"fonda türk sanat müziği çalıyor kısık bir seste.."
"şimdi uzaklardasın/ gönül hicranla doldu/ hiç ayrılamam derken/ kavuşmak hayal oldu"
ayrılık mı gerekir bize? özlem mi? acı mı güçlendirir edebiyatımızı?
bu, boş beyaz sayfa senin yüzünden daha mı cesaret vericidir?
hiç bilemem, anlayamam, anlatamam...
sevmiyorum ki seni, peki neden bu hissiyat? kızgınlık mıdır ki? yoksa pişmanlık mıdır? hırs?
belki de hepsi, belki de hiç biri.
ulaşılamayanın hazin hikayesi... "onlar" seni en basit şeylerle mutlu edebiliyorlar gibi. oysa ben, bu kadar basite bile indirgeyemiyorum...
bir annenin bebeğini sevmesi, sakat birinin koltuk değneklerine sarılması ve ona mahkum olduğu için ettiği lanet gibi...
hem sevip, hem kahretmekmi bu?
yazdıkça genişliyor bembeyaz, parlak zemin...
bir kaç sigara masamın üzerinde, bir fincan kahve... karanlık odada gözlerimi kamaştıran beyaz sayfanın nur yansıması...
...ve yazmam için beni zorlarcasına sürekli yanıp sönen kursör. |
yitirilmişliğin derdi tasasımı bu? ya da söylediklerinin yalan olma ihtimali? eğer doğruysa neden kıskandırır gibisin?
değil ise, ben neden kıskanır gibiyim?
nasıl bir muhtaçlıktır bu? nasıl bir sığınış. "al beni yar" demek neden bu kadar zor. incecik bacaklarının üzerine başımı koymak istemek, incecik parmaklarının narin dokunuşlarıyla huzuru bulabilmek, belki de bakımsız saçlarının tellerini okşamak istemek, ya da kuruyan dudaklarını öpebilmek.
şuan gibi hissedecek miyim biraz sonra? neler bulup suçlayacağım seni kim bilir?
bilmeyeceğinin ve okumayacağının ihtimali belki de bu denli cesur kılan parmaklarımı.
dedim ya; hiç bilemem/anlayamam/anlatamam dışımda canımı alan kahırlar var.
manevi bir değerin yok bende. hayal gücümün ve yüreğimin doymazlığının ürünüsün sadece. bütün bunları hak ettiğini hiç sanmıyorum, bilmeni de istemiyorum.
ben bu yazıyı sana yazdım ama sen bunu bilme istiyorum.
Hicbir sey bilmiyorum. Ne diyecegimi de yazacagimi da... Bir yandan cenneti yasiyorum, diger yandan icimde cehennemi. Fiziksel olarak cehenneme donecegimi bilmek daraltiyor beni. O olmasa, buranin da anlami yok sanki... Onu bile bilmiyorum!!! Bildigim ve delicesine emin oldugum tek bir sey var. O'nu seviyorum ve O'nun icin burdayim. Gozumu acip karsimdaki insanin O oldugunu gormek kadar guzel bir hissi yasiyor olmak bu dunyada cenneti yasamaktan farksiz! O koca mavi gozlerini acip bakiyor bana. Tatli ve saskin bi sekilde. O'ndan uzak olmak korkutuyor beni. Dusundugum zaman kahroluyorum. Ve galiba O, bu yasadiklarimin farkinda degil... Basit bir sarki sozu guc veriyor bana:
When i'm weak, i draw strength from you.
And whe you're lost i know how to change your mood.
And when i'm down you breathe life over me .
Even though we're miles apart, we are each other's destiny...
Bazen gercek olmak icin fazla guzel geliyor su dakikalar bana. Bazen mutlulugumdan aglayacak gibi oluyorum. Ama O uzgunse... Iste o zaman dunya karariyor... O'na yaninda oldugumu hissettirmek icin elimden geleni yapiyorum. Dave Grohl benim yerime soylemis zaten, ben de tekrarliyorum:
Mine is yours and yours is mine.
There is no divide...
In your honor,
I would die tonight!
Mine is yours and yours is mine.
I will sacrifice...
In your honor,
I would die tonight!
For you to feel alive...
Sonra her sey duzeliyor iste! Beni duyuyor, ve basariyorum! Gucumu onun icin kullaniyorum ve onu mutlu goruyorum. Ben basarmadiysam bile O'nu mutlu gormek bana basarili oldugum hissini veriyor. Bir kez daha tekrarliyorum, hep yanindayim diye... Chris Martin ne de guzel soylemis:
Lights will guide you home.
And ignite your bones.
And I will try to fix you.
Ve gece! Birden kendimizi isiklarin icinde buluyoruz. Goz kamastirici bir isik bu. Hayallerimde gormek istedigim ve gercegini yasadigim isiklar. O isiklarin arasindan parildaan iki goz. Masumca bana bakiyor. Hipnotize olmus gibiyim, oylece kitlenip bakiyorum. Calan sarki bu sefer tanidik, gulumsuyorum:
Oh you look so beautiful tonight.
In the city of blinding lights...
Ruya sanarak uyaniyorum yasadiklarimi. Etrafima bakiyorum ve ne kadar gercek oldugunu bir kez daha gorup tepkisiz kaliyorum. Hem iyi, hem kotu. Geriye saydigim gunler kadar cabuk tukeniyor burda zaman. Bitmesin istiyorum, ama bitiyor. Ve o anlamiyor yine... Cunku belli etmiyorum, etmemeliyim. Bana ne kadar guvendigini tekrar ediyor defalarca. Sevginin lafi bile gecmiyor. Korkuyor muyuz ne? Neyse, cevapsiz kalan bir soru daha iste...
I'm proud to be the one you hold when the shakes begin...
Her seyimi sana vermeye raziyim... Bunu soyleyebilyorum sadece. Cunku baska cevabim yok!
I share it all with you...
Powder blue...
Bazen uzaklara dalip gidiyor o iki mavi goz. Ne diyebilirim ki... Ne dusunuyorsun diye soramiyorum. Uzerine gitmiyorum. Derken kenetleniyor o iki goz benim iri kahverengi gozlerime. O an icimden duyuyorum, bir ses fisildiyor:
Don't look too far...
Uyuyakaliyoruz beraber. Ellerimiz kenetli. Kalktigimda ellerimizi ayrilmis. Acikli bir ses, hazin bir sekilde yankilaniyor yuregimde:
Whatever happens, don't let go of my hand...
Goz yaslarim donmus bir irmagi besleyen bir kaynak gibi suzuluyor. Nihayet kiriliyor o buz tabakasi, agliyorum sessizce. Beni duymayacagini bile bile kapali kapilar arkasinda. Gecirdigimiz gunler teker teker geciyoru gozlerimin onunden. Haykirmak istiyorum, ama sesim cikmiyor.
Oh it's such a perfect day,
I'm glad i spent it with you.
Oh such a perfect day,
You just keep me hanging on.
Senin kollarinda olmek, sensiz yasamaktan daha guzel gorunuyor gozume. Ninni soyleyer gibi beni olume gotursen raziyim...
Spiel mir das lied vom tod...
Yasadigimiz her saniyeyi geri alip tekrar yasamak istiyorum. Kim becermis ki bugune kadar da ben yapacagim? Unutulup gitmeye mahkum olarak o guzel anlar belki de...
I wish that i could turn the clocks right back.
It´s easy to forget just what you´ve got...
Hayatim boyu beklemis gibi hissettigim ama aslinda sadece 8 ay bekledigim bir sey bu. Dilegim gercek oldugu icin Allah'a cok dua ediyorum, ama iste su an bile beni karanliga itmeye yetecek kadar bogucu...
I've been waiting a long time,
For this moment to come.
I'm destined for anything at all...
Besledigim duygular, cektigim aciya esit adeta. Sana o kadar cok ihtiyacim var ki... Her saniyeyi beraber gecirmek, her an yaninda olmak. Hicibir sey konusmasak bile o guzel gozlerine bakmak... Gerisi hic mi hic onemli egil. Cok degil belki de 5 gn sonra tamamen, belki son bir kez daha hoscakal diyecegim. Ve belki bu basit bir elveda olmaktan oteye gidemeyecek...
In my dreams I can see you.
I can tell you how I feel.
In my dreams I can hold you.
And it feels so real.
I still feel the pain.
I still feel your love.
I still feel the pain.
I still feel your love.
Somehow I knew you could never, never stay.
And somehow I knew you would leave me.
And in the early morning light.
After a peaceful night,
You took my heart away.
I wished, I wished you could have stayed...
Ama ne ben kalabiliyorum, ne de sen duruyorsun. Gidiyoruz, bir daha gorusmemeyi goze alarak. Hayatimin en buyuk acisini, susarak bastirmaya calisarak...
öyle seviyorum ki seni ruhunun karanlığına hapset beni, çıkmak istemiyorum derinliklerinden. müptelası olduğum hazine orada gizli.
uçurumların kenarlarında ömrü tehlikeli çiçeklerdik, aldırmadık sevdanın sarhoşluğuyla, direndik.
büyük bir rüzgar kopardı bizi en derinlerde yittik, bittik. şimdilerde derdi var bu yüreğin, hafızadan silmek kadar kolay olsaydı keşke. yaşananlar yürekten silinmiyor. ve unutmak sözcüğü anlamını yitiren içi boş bir sözcük olarak kalıyor.
kalabalıklardan kaçar oldum rüzgar ansızın kokunu getirir ve yüzüme çarpar, hayalin ansizin karsimda beliriveririr diye. sarkılara, en zamansız uykulara, yalnızlığa kaçar oldum. en kolay nerede bulabiliyorsam seni, (yokluğunda) oralarda buldum kendimi. kendime bakarken aynada küçümseyen gözyaşları dökülüyor gözlerimden. en derinimde seni bırakarak gitmek istiyorum artık senden..
benim olduğuna inanmayarak saatlerce yüzüne bakışımı, yanından ayrıldığım her an içimde yaşadığım garip yürek çarpıntısını, bu çarpıntıyla başedemeyip koşarak yanına dönüşümü ve gözümü ayırmaksızın sana bakarken hissettiğim, inanmazlıkla karışık mutluluğumu düşündüm.
seni görmezken ağzıma attığım her lokmanın büyüyüp beni boğmak üzere olduğunu, yaşadığım duygu karmaşası sebebiyle ayaklarımın yere basmayışını, varlığınla üstlendiğim sorumluluk ve hayatıma girmenle yaşayacağım değişiklikleri düşünürken aldığım korkuyla karışık hazzı, o ilk günlerin karmakarışık, şaşkın, uçucu, mutlu hislerini düşündüm.
neydi bu hissin adı, aşk mı? sevgi mi? hayır, biliyorum ki o sırada herşey birbirine karışıktı, duygularımın içinden işte bu diyip çıkarmak, ayırmak ve isimlendirmek mümkün değildi hissettiklerimi...
fakat biliyorum ki sevgi sonradan geldi, seninle olduğum her gün biraz daha artarak, anlamlı ve sebebi olarak çoğaldı.. her gün biraz daha fazla, en fazla ne kadar olabilirse...
bazen yüreğim öylesine şişiyordu ki, bundan fazlasını taşımaz bu organ diyordum, bazen öyle coşkuyla seviyordum ki severken coşkumu denetleyebilmek için kendi canımı yakıyordum.
sevmenin sınırı var mı, en fazlası ne kadardır bilmiyorum. ama tanımlamak için söyleyebileceğim şey şu, seni kendimden fazla seviyorum. seni her zaman kendimden fazla seveceğim. benim sınırım sensin, kişiliğimin sınırlarını esnetebileceğim, gerekirse oluşturduğum tüm doğruları yerle bir edeceğim tek sınır sensin. oldu mu, anlatabildim mi hissetiklerimi..
o günde biliyordum benim olmadığını, bana ait olmadığını.. bir insan ne kadar ait olabilirse bir diğerine ancak o kadar benimdin.. bu bilme hali, yüzüne baktığım zaman hissettiğim hazzı, gururu, mutluluğu eksiltmiyordu.
birlikte geçirdiğimiz yıllar içerisinde, varlığın sebebiyle hep şükran duydum, uyurken yüzüne baktığımda hissettiğim en belirgin şey, sevgiyle beraber bu şükran hissiydi. en dolu dolu teşekkürüm senin hayatıma girmiş olman içindi..
şimdi ise bunları bana bir kez daha düşündüren şey yavaş yavaş gitmekte olduğunu farketmek.. adım adım uzaklaşıyorsun hayatımdan.. bu günün geleceğini hep bildim, ama şimdi bakınca çok çabuk olmuş gibi geliyor.. gitmekte oluşunu görmek içimi yakıyor ama bir o kadar da gurur duyuyorum, sana kattığım şeyleri, seni, şu an geldiğin biçimi görüyor delice gurur duyuyorum..
hayatımızdaki bu değişim beni sarsıyor, ama elleriyle güvercinini azat eden biri gibi biliyorum ki gitmen gerek, kendi serüvenini yaşamak için gitmen gerek...
ben, bundan sonra senin hayatının bir misafiri olacağım, bu güne kadar birinci elden dahil olduğum şeylere sen müsade ettikçe katılabileceğim.
ben her zaman buradayım ve sen benim hayatımın baş köşesindesin bunu biliyorsun, her soluk almak istediğinde yanıma geleceksin..
güzel kızım, adım adım kendi hayat serüvenini yaşamak için gidiyorsun, senin yaşantındaki sıralamam değişiyor, ama sen benim hayatımda hep aynı kalacaksın..
ve yine biliyorum ki, anne olduğunda maceramız farklı bir doygunluk ve biçim kazanacak, bekliyorum ve seni her zaman çook seviyorum..
ben, bu yazıyı sana yazdım... Her harfin arkasında onlar kadar ünlü olmayan özlemlerim var.Sevgimiz heceler uzadıkça büyüyor ve bir virgül bizi birbirimize bağlıyor.Bizim küçük ünlü uyumumuz yok belki ama kalplerimizin büyük ,ünlü, bir uyumu var.Aşkımız üç nokta.biri sen,biri ben,biri de özlem.
isminin ardından küfürler sıralarken içimden; gözyaşlarım yanağıma değmeden yastığımı ıslatırken; bi yandan nefes almaya, diğer yandan ses çıkarmamaya çalışırken tek bi şey diliyordum.. sadece birazcık anlamanı beni, ne hissettirdiğini, canımı ne kadar acıttığını, senden ne kadar nefret ettiğimi.. ve en azından bunları anlayacak derecede acı çekmeni.. biliyordum o acıyı benim sana veremeyeceğimi.. biliyordum benim yüzümden acı çekecek kadar beni önemsemediğini.. yapabilecek olsam bile ağzından çıkanlarla beni yine gülümseteceğinin, bi anlığına her şeyi unutturacağının, tekrar umut vereceğinin ve hiçbi şey olmamış gibi devam edeceğinin farkındaydım.. bu yüzden yalvardım gece boyunca, karşına çok seveceğin biri çıksın diye.. onunla konuşurken kendini huzurlu hisset, her an özle, her an yanında olmak iste diye.. "bu sefer olacak gibi" dedirten biri olsun diye.. senin için değerli olsun, seni değerli hissettirsin diye.. ben, kendimi senden başkasıyla düşünemezken, kendimden başkasıyla olman için yalvarırken kanadım en çok.. ama, tek çarem buydu.. dışarı atabilmek için seni karıştığın kanımdan, yapabileceğim tek şey buydu.. daha fazla dolaşmamalıydın içimde, daha fazla girmemeliydin kalbime, daha fazla hissetmemeliydim seni tüm benliğimle.. kan kaybederken, seni kaybederken, sana olan tüm sevgimi kaybederken tek bi cümle geçti içimden, içimdeki boşlukta defalarca yankılanan: lütfen beni anla...
Beklemekten bıkmadın, sabrettin. Sabretmenin ilacını nerden buldun bilmem ama sen hep beklemeyi bildin, bekleyişin suskun saatlerini giydin üzerine. Nasıl dayandın?
Nasıl dayandın o suskun acıya? Suskunluğunun çığlıklarını nasıl bastırdın? Kilometrelerce uzak bir dağ başında bekleyişin içinde nasıl saklandın? Ölüm sessizliğini bekleyişe nasıl çevirdin, habersiz, kimsesiz, sessiz nasıl bekledin? "bekle" demeden, beklemeyi öğretmeden, beklenmeyi hissettirmeden nasıl bekledin? "belki bekliyordur" beklentisini bana nasıl öğrettin? "belki bekliyordur" beklentisini nasıl yokluğa çevirdin?
Beklentiler içindeki bekleyişin adını bana verdiğin gün "beklenmenin ve beklememenin" ne olduğunu öğrendim. Şimdi artık ben de herkes gibiyim ve beni bekleme gelmeyeceğim.
payınızı bıraktım kalbimde. tüm müttefiklerinizle yaşayın birlikte... yangın anında ilk kurtarılacak bir-iki aşkım var benim de... şimdi açıklamıyorum; kavga çıkmasın... aşkta mal beyanımı ölürken yapacağım. o zamana kadar kardeşçe yaşayın gönlümün güz bahçelerinde. dertleşin eski sevgililerim; söylenin, sövün aşkıma, arkamdan konuşun. çekiştirin bencilleştirdiğiniz aşklarımı. öldürdüğünüz kalbimin üstünde yas tutun yalancı gözyaşlarınızla. yerler ıslaktır kusuruma bakmayın; hiç dinmedi gözyaşlarım... cenazelerinizi kalbimin en görkemli yerlerine gömdüm. ihmal etmedim, hep suladım onları da gözyaşlarımla. yine de yaban otları büyüdü üstünüzde emeğimin karşılığı...
solda boş bir oda bıraktım kendime, kilitlidir. çalabildiğim güzel anılarımı saklıyorum sizden. sakın kırıp dağıtmayın onları da... isterseniz cinayet planları yapın üstüme. bam tellerimi ezbere biliyorsunuz her biriniz. paylaşın acıyan yanlarımı, bildiğiniz tüm zaaflarımı... kulaklarını tıkayın kalbimin muhabbetlerinizde. bildiklerim yetti her birinizi idam etmeme... ama öldüremedim, tanrım ne beceriksizim...
söylesene sevgilim, ruhumuz salınır mı hala istiklal'de? Bahçelievler'e yine bahar geldi mi? o şarkıyı duyduğunda aklına geliyor muyum hala? gülüşlerin değişti mi? "aşkım" kelimesi benden sonra da yakıştı mı ağzına?
ya sen diğeri; ankara'da, karanfil sokak'ta, leman'da kaldı bir yarım. ya da otobüs yolculuğunda, gitar çalışında, bir çift bakışında... ben içimde seni hiç kirletmedim. lanet okumadım asla. şimdi ne gerek vardı bu gece diğerleriyle birlikte ziyaretime gelmene?
harcadım ömrümü uğrunuzda. biriniz bitti, sonra diğeriniz... yazık ki hiçbiriniz mutlu sonlar yazmayı beceremediniz...
son kullanma tarihini geçirdik sizinle aşkın. açıldıktan bir süre sonra kuru yerde muhafaza edilmesi yazıyordu kullanma talimatında; oysa hep ıslaktı gözlerim. eski aşklar kurutulup saklanmalı evet! ama üzgünüm, gözlerim muson ikliminde. kalbime düşen her yaşta yeşeriyor filizleriniz bazen. aslında hiçbirinizi istemiyorum artık. kalbimin kuytu köşesine saklandım bu gece varlığınızdan kaçıp. sobelemeyin artık beni. ebelemekten vazgeçtim ben. terk edin diyarlarımı, vazgeçtim hepinizden...
giderken boşlarını toplayın kalbimin. depozitosuzdu yaşadıklarımız. el sıkışın, memnun olun tanıştığınıza. iyi dileklerimle uğurluyorum yine de sizi kalbimin geçit töreninde...
hepinizin marşı çalınıyor sırayla. ölmeye meyilli kalbim ayakta hala...
"sahip olduklarinizdan verdiginizde,
çok az sey vermis olursunuz;
gerçek veris, kendinizden vermektir.
diyerek basliyorum....
"seni içimde kestirip attım" !!!
bu cümleyi söylemek bile zaten beni içinden kazımaya çoktandır başladığını gösteriyor.
uyuyordum...
nedenini cidden bilmiyorum bu verdiğin sebepsiz acının. bir ihtimal, "zaten güvenilmez bir adam bu, baksana bu kadar eşi dostu olan birisi ilk fırsat bulduğu bir güzele gönlünü kaydırır ! insanlarla bu denli samimi, içli dışlı birisi ne kadar iyi niyetli olursa olsun suistimale açık vaziyettedir" ...diyorsun içinden bana.
ve bu çizgiyi görmen, acı veriyor, bana kızıyorsun rahatsız oluyorsun hatta...ve saçma kararlar almana sebep oluyor bu.
haklısın...ve seni anlıyorum...
diyeceksin ki "madem beni, endişelerimi anlıyorsun neden önlem almıyorsun, çizgini değiştirmiyorsun" !!!
seni kendime ait hissetmiyorum , beni umursadığını, benim sözlerime itimat ettiğni düşünmüyorum. benim acı çekmemin ya da sancılanmamın senin açından çok da önemli olmadığını hissediyorum...
öyle olmasa, sen de beni üzecek, beni yaralayacak içimi kanatacak şeyler yapmazdın...
beni rahtsız ediyor diye karnıma şişler giriyormuş gibi hissettiriyor diye bazı önemsiz şeyleri yapmaktan vazgeçerdin.
dün akşam konuştuk ya hani, ben hayatımın merkezine koydum seni dedim, seni acıtan bir şey varsa ve sen bunu dile getirdiysen "yapma nolur" dediysen ben yapmam,bitmiştir o...senden kıymetli değildir...
senden önemli olmadığı için gözümü dahi kırpmadan siler atarım...ben böyleyim şeker, iliklerime kadar severim, hücrelerime kadar sindiririm...
fakat sen özellikle seni rahatsız eden şeyleri dile getirmiyorsun, söylemiyorsun bana...çünkü söylediğinde bunları yapacağımı, istediğin fedakarlıkları düşünmeden uygulayacağımı biliyorsun...
bu nedenle dile getirmiyorsun, ki; ben senin kaygılarını gidermek için her şeyi yaparsam sen de vicdanen beni acıtan şeyleri yaparken rahatsız olacaksın...bu rahatsızlığı duymamak için, içinden nasıl geliyorsa öyle hareket etmek için dile getirmiyorusun daha doğrusu benden fedakarlık istemiyorsun...işin ilginci sanki seni rahatsız etmiyormuş, sanki normalmiş gibi yansıtıyorsun bir de bunları engelleyeceğin yerde!!!
daha önce de dedim, sen beni seviyorsun ama kendini benden daha çok seviyorsun...
ben öyle değilim bebeğim, ben seni içime koyduğum zaman sen olurum. bütün mutluluğum bütün hayat kaynağım sen olursun, sana odaklanırım senle nefes alırım senle kalbim atar...
bütünleşirim...senle hasta olurum,senle dertlenirim seni üzen şeylere seni kızdıran şeylere ben de kızarım kötü olurum...senle yemek yerim senle güler senle ağlarım...mutluluk bu birliktelikle bu ortaklıka artar bende...
ama benden ne beklediğini şimdi tam olarak anladım...
benden bekliyosun ki; sen dile getirmeden seni üzecek seni rahatsız edecek her şeyi silip her fedakarlığı yapayım...
zor mu ?
hayır ne demek. bilakis mutluluktur benim için, sevdiğim insan için fedakarlık yapmak güzelliktir benim adıma.
ama onu kendime ait hissetmem gerekir !!!
sen kenidini bana ait hale getirmiyosun, beni sana ait görüyosun ama sen bireysel ve kendi başına hayatına devam etmek istiyorsun...
adil değil bu, işin doğasına da aykırı...
bana ait olmaktan korkuyosun, neden korktuğunu da anlamış değilim zaten...bana ait olmayı neden tereddütle karşılıyosun ?
elini vicdanına bi koy,benim nerelerde hata yaptığımı bi düşün, bir de kendini düşün...
yani sadece mukayese et hepsi bu...
evet sana yazdimistim 3 vakit önce bunlari ve bitmisti, içimde yine beni anlamayacağını bilmenin hüzünlü ve yarim tebessümü kalmisti...
görüyorum ki anlammışsın hakikaten,hiç anlamamışsın
herşeyimi,
benliğimi,
sevebilme yetimin yogunluğunu,
mutlu etmek adina neler yapabileceğimi,
limitsizliğimi,
kısacasi beni ben yapan unsurlari anlamamışsın şeker...
sen sevilmeyi anlamamışsın ya da sevmeyi...
mutluluklar tüm kalbimle...ve dikkat et kendine
son olarak şair demiş ki;
"yoksa, ne çiçek açan ne de meyve veren bir ağaç mı olsaydım; çünkü verimli olabilmenin sancısı, kıraç olmaktan ağırdır; ve eli açık zenginin çektiği acı dilencinin sefaletinden beterdir..."
ben yazdıkça rahatlarken, daha fazla dolarken yine aldım klavyemi elime açtım mouse yardımıyla not defteri'ndeki adsız dosyayı. beynim play tuşuna bastı ve adını sen koy şarkısı dramatik şekilde çalmaya başladı. bir başına kalana kadar tarifsiz yaşayanlar için isimsiz bu entry diğeri gibi.
kalbin; vitesi boşa almış yokuş aşağı giden kamyon kadar tehlikeli, frene bassan da durmayacak gibi atarken, depresyon niye? hormonlar kulaklardan sesin havadaki hızından daha süratli çıkarken sınırları çizmek niye?
niye ile biten sorular biriktikçe kendi kotasından yiyiyor ya insan, çözüm basit bir o kadar da cevapsız. herkesin şarkısı farklı. hep ufak kısımları uyuyor, sonuçte ilişkiler biribirine benziyor. çünkü aynı geliyor sev-mek fiilinin kökünden. sevilmek türünden ölümcül bağımlılıklarla boğuşmaktan, unutuyorum geride kalanları. senin geçmişini unutmak kadar zor...
ben bu yazıları yazdım sen okuma diye. başkaları okuduğunda; "vay be ne dertli", "boş ver koç unut gitsin", "keşke bir de beni böyle sevse" derler gibi fısıldırken paranoid şizofreni beynimden nefret edip küsüyorum kendime, kusuyorum miğdemin kaldırmadığı kadar içtiğimde. ben seni okumak istemiyorum, ben seni yazmak da istemiyorum, seni sevmek de istemiyorum. böyle oldukça yıkıp dökmek, parası neyse vermek istiyorum! yanlış olduğunu bildikçe kabulleniyorum ve kendimden tiksiniyorum.
scarface saz semasi başladı yine uyandığımda; ortalık karışık, ezilmiş teneke kutular yerlerde, mezelerse sindirilmiş bile. karnıma ağrılar giriyor seni ertelediğimi düşünmeyi ertelediğimde. bar filozofları bile fiyakalı laflar edemiyor evde bir başıma içtiğimde. sonu yok. unutmayı denemedim bile. ne oldu ki unutayım ha! kendim yazıp kendim oynuyorum burda. ara vermek gerek bu yaşama...cemal safi gibi "beni arıyorum senin dışında"!
hani olduğu gibi bırakıp gitmeyi eyleme dönüştürme cesareti geldiği anlarda, otobüse binip basıp gittiğinde ya da yürümekten bıkıp durup düşünmeyi seçeceğini bildiğin ve sonunu bildiğin şeyleri düşündükçe ve bunu düşünüp yorulacağıma geyik yapayım dedikçe, boş zamanlar içini dolduruyor diyorum kendime. bu yazıyı sana yazdım sanma; evet ben de beni seviyorum.
cesaret mi gerçek mi oynuyorum arada sırada kendi kendime. hayal kurmaya cesaret edemediğim gerçekler yüzünden o lanet olasıca bira şişesi hep dönüyor içip içip bitirdikçe. vasiyet falan yazıyorum o biriken depozitolu şişeleri düşündükçe. vay be mirasa bak!
şu yazıyı yazdım bitirken winampta çalan şarkıya değinmeden geçemeyeceğim: sen hep benimsin, bu yazı ise senin.
07/03/2007--bursa
diğer yazı gibi buna da şiir ekleyeyim seversin, şiirin adını duysan:
Kırdığın kadehte kalan ömrümden,
Ağlarsın içtiğin yılları bilsen.
Hicrinle sararıp solan ömrümden,
Ağlarsın biçtiğin dalları bilsen.
Sefiller gücünü bende sınadı,
Kimi kaçık dedi, kimi bunadı;
Berdûş eleştirdi, sarhoş kınadı,
Ağlarsın düştüğüm dilleri bilsen.
Ar ettim sakladım uğraşlarımı,
Haberdâr etmedim sırdaşlarımı.
Gizlemek isterken gözyaşlarımı,
Ağlarsın seçtiğim yolları bilsen.
Felsefe böyledir dîvânelerde,
Teselli aranır bahanelerde,
Bir kadeh mey için meyhânelerde,
Ağlarsın döktüğüm dilleri bilsen.
Ateşe su dedim göz göre göre,
Aklım zavallıydı duyguma göre,
Bahtına şükretti Mecnûn bin kere,
Ağlarsın düştüğüm çölleri bilsen.
benim güzel kızım, prensesim.. hayatımda eğer sen olmasaydın ben bu kadar güçlü biri olamazdım inan, senin varlığın bana hayatla savaşma gücü verdi.
yoksa ben çoktan pes ederdim belki de... ama senin o güzel yüzün.. o güzel gözlerin var ya..bana hep dik durmayı hatırlattı...
yoksa kolay mı babasız bir genç kız yetiştirip okutmak.. aileye kol kanat germek..
haaa... ya sen .. ya sen.. sen benim her zaman yüzümü ağarttın.. iki senedir rahatsız olmana karşın koltuk değnekleriyle bile gittin okula ve bölüm birincisi oldun.. allah nasip ederse bir sene sonra öğretmensin kızım...
sana verdiğim tüm her şey .. emeklerim helal olsun yavrum..
acaba baban bu yazıyı görse yüzü kızarır mıydı kızım
Her aşkımda sis var benim,kaybolmuşluğun boşluğun içindeyken yada kenarındayken uçurumun sen geldin, uzattığın elin değildi sadece serçe parmağındı. Ben öylesine muhtaçtım ki yaşamaya, nefes almaya hemen tuttum parmağını ve yürüdüm sana doğru. Sisleri ardımda bırakırım sandım ama yürüdükçe gördüm ki dağılmıyor sis. Sonunda ne var göremiyorum belki güneş açacak belki de adımımı attığımda boşluğa düşeceğim,uçurumun kenarında mıyım, yoksa uçsuz bir yeşillik mi saklı bu dağın ardında ? Sorular sorular, sonu olmayan yollar,benim gerçeğim bu. Hergün binlerce bela geliyor başımıza ve içinden çıkılması güç binlerce pozisyon. Diyorum ki binlerce acıyla başedip ayakta kaldım,sanırım bir kez daha katlanabilirim,sen yanımda kalmayı başarabilirsen ben senden gelen her acıya razıyım demek yeni bir çılgınlık mı bilmem,ama sana söyleyemediğim tek gerçek var 'seni seviyorum' ela gözlü adam.
ne tuhaf, seni sakladığım zindanlardan bir şarkıyla çıkageliyorsun. dağılmışsın. dudağında buruk bir gülümseme ve fonda ıslığın. "dudağımda bir çığlık, kanadım kolarım kırık, ecelim olur ayrılık, ağla erkeğim ağla"... acı bir melodi bu ama duruma uygun. ağla erkeğim, ağla ki boşalt zehrini. pişmanlık tırmalarken yüzünü, kan içinde bırakırken öpmeye doyamadığmı, sen ağla, ağla ki eriş o en saf haline...masumiyet. başlangıçta ikimizin en güzel aksesuarı. zamanla yitirdiğimiz, zaman'a yitirdiğimiz. isyan ettiğimiz zaman. ilaç dedikleri ama başaramayan birarada tutmayı ve şimdi onaramayan yüzündeki pişmanlık yaralarını...seni saklamıştım karanlığın ortasına, kilitler vurmuştum zindanlarıma. ama öyle büyüksün ki derinliklerde, çağırmadığım halde çıkageliyorsun yalnızca bir şarkıyla. ve ben en şizofren halimle bu kez pişmanlık kostümü giydiriyorum sana...