al ! başına çal ! sadece kendine olan sevgini, saygısızlara olan saygını, bir gram insaniyetini. sen ! sevgiyi verirken cimri, alırken arsız olan ! peşin vermediği sevginin ilk taksitini bile ödemeyen. haciz edilecek değerde hiçbir şeyi de olmayan sen. sevgi dolandırıcısı, kendini yükseltmek için insanı ayaklarının dibine atıp üzerine basan, ümit tefecisi, sevgiye yüksek acıyla faiz veren duygu bankacısı. kereste satıcısı. ahanda, yine sana yazdım. bu da acı servis ettiğin günlerin bahşişi.
bir kez daha ve son kez söylüyorum. bundan sonra sen cennetteysen eğer, ben cehenneme gitmek istiyorum !
(edit: eksi veren arkadaş, bahsettiğim kişinin avukatısın galiba. vekaleti vermiş anlaşılan. belki de aynı duygu bankasındasınız.)
AĞZIMIN KENARINDA PiÇ EDiLiP YARIM BIRAKILMIŞ SUSUZ ÖPÜCÜK
Eveleyip gevelemede üstüne olmayan, hani şu alyuvarlarıyla akyuvarlarını çiftleştiren ve kameraya doğru götüyle gülen tiplerin doğaç kukla dansları gibidir kimilerinin öpüşmeleri. dilini ustaca kullanmaları sömürgenliğinden gelir besbelli. biraz daha yaralar açıp biraz daha içine girip biraz daha kan gölüiçinde bırakıp kanda dans jürisi gibi bacak bacak üstüne atışlar, sonra hiç olmamış gibi saklı bırakışlar, sırıtışlar... utanmasa "bir tablet daha zehir alır mıydınız" dercesine pis labirentin fare suratlı çıkmaz kadını... bir parça peynir için her yanını satılığa çıkaracak....
her bir şehri şehrinin üstüne koymakta gayet başarılı göçmenlerin yaptığı gibi siktir olma eylemini belli bir sürerliliğe bağlayıp bu otomatiklikte medikal bir çığlığı kanla buz etmişlerdi besbelli. ama olsun. ben, çatlamaya yüz tutmuş bir dudak, fazlaca kurcalanmış yanak gamzelerinde toplanan akarsularımla denizimi istiyorum. kavuşmak ve kavuşturmak için. hayatın sunmuş olduğu tüm birikinti konilerinden çıkarıp balgamlarınızı teker teker jürinizin önüne sunmak istiyorum. zaten kendi can suyumda çokça yıkandım. bu kan cenabetliğinizde size bir uyku boyu karabasan misali üzerinize çökmeyi istiyorum.
Yarı açık bilinç, şuursuz duyarga ve etrafa saçtığınız renk körü bilyeleriniz.... Birbirinize sürtünme mevsiminde yarışı en önde götürdüğünüzde bir şeyi unuttunuz. bedenlerinizin küstah vagonlarını. hani biriniz çok yorulduğunda bayraktarınız olan diğer fahişeler... hani şu içiçe girişleriniz ve ruhlarınızı ayıramayan jinekologlarınıza karşı verdiğiniz amansız! mücadele. hahahaha, bence nefes alıp verirken biraz daha hızlı olmayı unuttunuz. siz nefes alış verişlerinizdeki hızı başka eylemlerinizde otomatiğe bağladığınızdan kesiliyorsunuz besbelli, suyu gördüğünüzdeyse çırpınıyor ve yalpalıyorsunuz. sahi ya ne güzel de kana ekmek doğruyorsunuz gökyüzü tüm renklerini gölgelerinizin önünden nefretiyle çekerken...
Hayat kendi üzerine kapandığında, örtüsünü şöyle iyice üzerine çekip uykularına kimi ortak alacağını bilmeli artık. gece-gündüz eşitliğinde kentlerin ve bedenlerin hangilerinin tam aydınlıkta hangilerinin tam karanlıkta kalacağını bildirmeli ve son sıratına kadar biletini kesmeli. hani şu içkiyi fazla kaçırıp şeytana ısmarladıkmisali bir girizgahla girilen yataklarda beden kirletirken birileri; beyinlerinin tam çeperinde bir hayatlık kontenjan aramaya gerek kalmadan. hani şu ışığı aniden açıp naftalin kokan yastıkları terk edip, rüyadaki devi öldüreceğini çok iyi bilinen annelerin kucaklarına fırladıklarında aynı kokuyu bulma ümidlerini şeytandan alıp sabaha ısmarladıkları an. hani yatağın öte tarafında işini gördükten sonra kıçını devirip yatan palyaçoya inat, yoktan seçmeli bir buhranı öte tarafa itmeyi başardıkları an, kilitlediği tenini yeni tan ertelerine, rüzgara açtıkları an. en sivri zamanlarda, prangalı bir yatağa atlamadan önce içlerindeki çocuğa son bir sarsılışla şu soruyu sordukları an: (bkz: kan sızarsa)?....*
sövdüğümüz insanları, nefret ettiklerimizi, bencilliğin yansımalarını irdeliyorduk...dünyayı.
bencilliğin için teşekkür ederim.
bir kez daha 'biz' dışındakileri haklı çıkardığın için.
saftirik mutluluklarımı, salt sevgimi çöp torbasına poşetleyip kargoyla gönderdiğin için.
kendini düşünmediğin ve bunu rahatça yaptığın için...
sinirinin bozulması kelimelerimden, yaşadıklarımızdan, 'biz'den daha önemli olduğu için, teşekkür ederim.
kendimi,varlığınla biraz daha kandırmadan gittiğin için.
Sudan çıkmış balık gibiyim.Bana vurduğun son darbe ; darbelerden iyice sendelemiş ruhumu yere yığdı.Öyle bir an ki yaşadığım: ne söylenebilecek bir sözüm var ne de yapabileceğim bir şey.Hayatım iki parantezin içerisindeki başlanmış ve bitirilmiş sözlerden ibaret.
Herşeye rağmen diyebildiğim onca zorluklardan sonra, herşeyin bittiği o son noktadayım.Neye rağmen bilemiyorum.
Şu an şakaklarımda zonklayan tek şey bütünüyle hata olan hayatım.Ruhum gizli bir mazoşist sanki.Hastalıklı bu ruh bedenimi ve kalbimi mahvetti.
Şimdi ben tembelliğimin arkasına yaslanmış hayatı gözlüyorum. Akıp giden zamana yenik hissediyorum. Bir zaman gelecek ve yine hayata döneceğim diye bekliyorum ama yapacak işler listesinin sonu gelmiyor. Hayatımı o liste oluşturuyor, anlıyorum. Ben unuttum dediğimde anılarım önüme tepsi içinde bir bardak su ile sunuluyor. Hepsini içiyorum ama anılarım hala tepsimde duruyor. Vakit daraldı, boş geçmiş bir yılın son yarısına yaklaşıyorum geçmişimde. O günleri geri verseler, zamanı geri alsalar.. Ben hala böyle..
Gerçek şu ki ; bu bilgisayarın içinde bizi üzen insanlar, düğmeye basınca karanlığa, fişi çekince de yok olmaya mahkumlar.. ufak şeyler.. ama büyük kayıplar..
Herşeyin değişmesi gerekiyor.Hayatımı anlamlandırmam gerekiyor.Ve en önemlisi artık kendimi sevmem gerekiyor.Hayatımı kendi doğrularımca yeniden kurmam gerekiyor.
Bana yeni bir ben gerekiyor....
bu aralar hayatı düşünmeye başladım. kimileri için ne kadar hızlı geçiyor, kimileri içinse sanki zaman durmuş gibi.
sonra şu aralar yaşanan sel felaketi geldi aklıma, onları düşününce şanslı olduğuma kanaat getirdim. şu aralar evsiz kalan insanlar varken, ben sıcak yemeğimi yeyip, rahat yatağımda yatabilmekteyim. halime şükrettim.
dışarı çıktım ondan sonra. hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. yürümeye başladım sebepsizce. eski yollar, eski kaldırımlar. yoldan geçen insanlara baktım, herkeste ayrı bir yüz hali, ayrı bir koşuşturma. uzun zamandan sonra yabancı gelmeye başladı bu şehir. beni eskisi kadar bağlamıyordu.
sonra sen düştün aklıma. yollarımızın, bir daha ne zaman birleşeceğini bilmeden, ayrıldığı gün geldi gözümün önüne. o gün zaman ne kadar da hızlı akıyordu.
efkarlandım. bir sigara yakıp dumanını rüzgara üfledim. ne kadar süre içtim o sigarayı hatırlamıyorum. hatta ben mi onu içtim, o mu beni içti kestiremiyorum şu an.
sonra kızdım kendime. hayat bir kere geçiyor eline, niye mutlu olmaya çalışmıyorsun diye. kavga etmiştik. uzun zamandır etmediğimiz bir kavga. bir yandan hoşuma gitti. seninle kavga etmeyi bile özlemişim. uzatmam da belki o yüzden.
aklımdan çıkmıyordun bir türlü. seni bırakıp gündelik hayata adapte olamıyordum. gündelik işlerle uğraşmayı belki istemiyorum da, ama kendime itiraf edemiyorum.
lafı uzattım yine. bilirsin lafı uzatıp söylemek istediğim şeyi de söyleyemem. ama bu sefer söyleyeceğim. karar verdim gidiyorum bu şehirden. nereye diye sorma, çünkü ben de daha bilmiyorum. öğrendiğim gün sana da bildiririm. şunu unutmanı istemem; giderken aklımda tek bir şey olacak, seni ne kadar sevdiğim.
üşüyor ruhum. yalnız kaldı sevgi yatağında. yalnız yatar oldu geceleri. ruhun şimdi bir battaniye ile kanepede oturma odasındaki. uykuya mı dalmış mışıl mışıl, yoksa karar mı vermeye çalışıyor; duyduğun özlemin yatağın sıcaklığına mı, ruhumun sıcaklığına mı olduğuna , bilmiyorum. duvar var arada. bilemem. soğuk, kalın, sağlam bir duvar.. ama yaslandı ruhum bu duvara. hani ruhun vardı ya ardında, hani sana daha yakın olabilmek vardı ya... işte bu yüzden; yaslandı ruhum duvara. o soğuk duvara. üşüye üşüye.. titreye titreye... hep o kanepede kalmazsın değil mi? ya evde olmazsın ya da duvarın bu tarafına geçersin değil mi? üşümek çok kötü, yanında değilken ısıtan.
aslında aylarca arayıp bulamadığınız şarkının kim bilir ne zaman indirdiğiniz alakasız bir albümün içinde ve bilgisayarınızda olduğunu çok sonradan fark etmek gibi.. ya da yanıbaşındaki kişinin gözlerinin yeşil olduğunu haftalar sonra fark etmek..
basit bir yaprak fırtınasında sarı saçlarınızla birlikte düşüncelirinizi de rüzgara teslim etmek..
fazlasıyla ve lüzumsuzca yapılan cesaret gösterilerinin kafaları karıştırdığı bir ağustos akşamında sarhoş nameler yüreklerde anahtar deliklerini zorlamışken.. birer maymuncuk olup sızmış içeriye.. belki de hatalı olan kapıyı deneyimlere rağmen yeterince kitlemeyenlerdi ki bu durum fazlasıyla tartışmaya açıkdır kanımca.
yaştan kaynaklanan zevzeklikten olsa gerek herkesin kalbi kelebekmiş meğerse. oysa ki 'algıları açık olmakla' suçlanan sadece bendim sanıyordum.. anlaşılmaz insan canlısının anlaşılmaz ve karışık mekanizmalarla işleyen hormonlarından mütevellit anlaşımaz hareketlerde bulunuyor, sonrasında kendime ben dahi şaşıyordum.. ki burdaki 'dahi' ne yazık ki 'de' anlamındaydı. ironisini kaybetmemek için kasan garip hayatım bir kaç karanlık notada o hissiyattan bu hissiyata geçiyordu.. duygularım gibi değişken ve oynaktılar sanırım, bunu yeterince idrak edemedim. oysa ne çok yaşıyorum duygusal deviminleri ve her seferinde suya fazla maruz kalmış tenim ne çok buruşuyor. yaşlandığımı hissetmem fazlasıyla tuzlu gözyaşlarıma uzun süre maruz kalan yanaklarımın buruşmasında mı yoksa hissen mi çökertiyor beni bu eksik kromozomluların yaptıkları. belki de atalarımız yine doğru söylüyor 'azı karar çoğu zarar' sözüyle.. (kromozomal anlamda söylüyorum ki bu konuda yazmak ayrı bir ayar olacaktır bünyem için.. başka bir münasebetsiz depresyon gecesine bırakalım) zaten ata deyince de insanın aklına nedense erkek geliyor üzülerek itiraf ediyorum ki.. benim gibi beyaz tenli bir hatun kişisinin çıkıp da ortaya bir aforizma savurduğunu ve onun nesillerden nesillere aktarıldığını hayal etmeye benim dahi renkli hayal gücüm el vermiyor.. yetiştiriliş zırvasından ve ataerkil toplum yapısından olsa gerek diyerek bu konuyu geçiştirmeye ve kendime bu konuda kızmamaya karar veriyoruz. zira fazlasıyla kalabalık listelerin gerçekleşebiliritesi hep düşüktür taktir edersiniz.. ki etmeseniz de olur..
her kafadan bir ses çıkıyor anlamak güç.
kendisinin ne istediğini bilmeyen insanların beni bulmasıysa tüm fiziki yasalarla çelişiyor oysa ki.. zıt kutuplar çekmeliydi birbirini ve aynı olanlar itmeliydi bundan yaklaşık 6 sene önce öyle oluyordu yani ÖSSde, ben fark etmeden değiştiyse bilemeyeceğim.. bense fazlasıyla itici olduğuma kanaat getirmiştim kızılayın ortasındaki eski binanın merdivenlerinden bilmediğim bi kafeye ağlayarak çıkarken. eh, insanoğlu.. herşeyin bokunu çıkarabiliyor gelişen teknolojiyle.. lakin sahiden şunu belirtmeliyim ki tam gözümün önünde duran ve gözlerimi acımasına rağmen dikmiş olduğum o mimarlar odası binasına asılı afişte yazanları yaklaşık 1 saat sonra fark ettim.. pek de işaret niteliği taşıyan bir afişti oysa ki, hatırlayınca gülüyorum diyeceğim yalan olacak.. hatırlamak için unutmak lazım, aklıma gelince sinirden gülümsüyorum hayatın bu kaypaklığına diyor ve bu konuyu da fazlasıyla kalabalık olan zihnimde 'önemsizler' odasına unutulup gitmek üzre atıyorum..
ve evet! ben 'galba' değil 'galiba' ve 'üzre' değil 'üzere' yazılması gerektiğini biliyor ve kasten bu alışkanlıklarımı sürdürüyorum.. ayırca 'burlarda' değil 'buralarda'.. susun artık e mi.. hiç birinize ihtiyacım yok bu gece? seslerinizi kulaklarıma işletmişsiniz sizler ve tecavüz ederek tüm duygularıma yüzlerinizi gözlerime kazımışsınız, kokunuzu burnuma, kalbimde abuk çırpınışlar.. oysa ne çok seviniridim tıp camiası bu hareketleri 'aritmi' ya da adını duymadığım abuk bir sendromla açıklasaydı da herşeyi buna bağlasaydım.. herneyse.. ben korkarım kalbimi herkese açmaktan, kaç 'doktor'dan kaçtım sizler bilemezsiniz.. hem ben söylesem de inanmazsınız zira güveniriliğim düşükmüş gözlerde! gülünç.. gerçi kendisine güvenilmeyen insanın karşısındakine güvenmemesi durumu birbiriyle korole olgular değil.. ki bu iki taraf için de hayli doğru bir önerme kanımca.. düşünün bakın, bulacaksınız..
üretim hatası olduğuna kesin kanaat getirdiğim 'etkilecek adamı doğru seçme' kısmını beynimin aldırmayı düşünüyorum.. ya da bana derhal bir 'doğru seçimler klavuzu' buluverin.. ya da vazgeçtim.. umutlarımı başka ve olabiliritesi daha yüksek konulara yöneltmek isterim ki bunu nobel tıp ödülünü kazanabilemem konusuyla kıyaslayabiliriz ki onun bile olabiliritesi kanımca daha yüksektir..
velhasıl uzun sözlerin özeti ben vazgeçtim..
beni fazlasıyla kırıp, döküp, kırıklarıma basıp tuzla buz ettiğiniz bir pazar öğleden sonrasında herşeyden.. yeniden ardını düşünmeden sadece anı yaşayacak ve subkortike davranacak kadar kaptırmış olduğum gerçeğini fazlasıyla acı bir şekilde sanırım fazlasıyla kızarmış yüzüme öyle vurdunuz ki, kızarıklar morluklara dönüştü.. artık sertliğinden midir, hızından mıdır yoksa fazlasıyla bozulduğumdan mıdır orasını Tanrı bilir ki bunu da keşfetmek istemiyorum sanırım.. kızgınım kendime böylesine ağır ithamları ve böylesine kulak memesi yoğunluğundaki güvensizliği yüzüme patlattıklarında çanlı kapıyı çarpıp gitmediğime.. ağlamamak için fazlasıyla kastığımdan mütevellit üstünde el çizimi çiçekler olan sandalyeye fazlasıyla yapışıp kalmıştım.. gitmek ve gitmemek istemek hisleri birbiriyle çelişe dursun karmakarışık içimde, bacaklarımdaki güç kaybını anlatmak dahi istemem onlarca kişi önünde..
üzgün ve süzgün soğuk bir sonbahar akşamında subkorkite, dekortike hatta aşık olunan adamın kolunun yanında tanımadığım insanların arasında aklıma milyonlarca düşünce ve ağzımdan dökülen sözcüklerle sokak satıcılarının önünde her saniyesi 5 dk gibi geçen sürelerde kendimle çeşitli konularda mücadele edip kendimi tutabilmiş olmamı yine de azıcık, evet göz kararı denebilecek 'aşk iradeciğim'e bağlıyor ve bu bahsi açmamak üzre kapatıyorum..
gerçi ne diyorlar, bana güven olmaz..
bu yazımı da sana yazdım tıpkı daha öncekiler gibi,
tıpkı daha önce yazıp yazıp, kimse okumasın diye yırtıp attıklarım gibi.
yazdıklarımı sen oku, sen bil, sen gör istemedim hiç bir zaman. çünkü onları okursan zorluklar karşında sürekli güçlü ve ayakta duran o adamın, sen mevzu bahis olduğunda aslında ne kadar çaresiz bir çocuk olduğunu görüp fark edecektin.
seni kimseyi sevmediğim ve muhtemelen hiç bir zaman da hiç kimseyi sevemeyeceğim kadar sevmiştim. korkarım hala da çok sevmekteyim.
ki korku kelimesi hayatım boyunca benimle ilgili hiç bir cümlede veya yazıda kullanılmamıştı; çünkü korku denen duygu benim doğup büyüdüğüm yerlerdeki insanların doğasına aykırı bir kavramdı.
fakat şimdi bakıyorum da senin yüzünden benim üzerime çok yakıştı. çünkü seni sevmekten korktum, seni üzmekten, senin kaderini etkilemekten, hatta bu deli sevgim yüzünden seni incitmekten, bir gün; "seni korkutmaktan" korktum.
bu yüzden kaçmaya çalıştım, unutmaya, kalbimdeki boşluğunu koca bir kaya parçası ile doldurmaya.
her seferinde bu defa başardım bu defa kazandım bu defa atlattım sandım ama meğerse her defasında yanılmışım. çünkü ben kaybettim yine sen kazandın.
çünkü ne zaman seni luzumundan fazla özlesem ve luzumundan fazla düşünsem önce hüzünlendim sonra öfkelendim ben.
ardından gidip tanımadığım insanlarla sebepsiz yere kavga ettim, gerçi o öfke ile vurduğum insanlar başkaları değil; sevdiğim aslında sendin. çünkü artık benimle değil başkalarıyla birlikteydin.
başkaları evet o başkaları sizofrene yakın ruh halimle sırf sana benden daha yakınlar diye gidip kafalarına sıkmak istediğim başkaları. ne yalan söyleyeyim tanımadığı bir insanın kafasına sıkma düşüncesi kimseyi beni mutlu ettiği kadar mutlu etmemiştir sanırım. ama ben bu düşünceden sonra yine senden korktum! beni daha kalpsiz, beni daha duygusuz bir adam olarak bilmenden ve "benden korkmandan" korktum.
simdi bütün korkularımı ve sana dair umutlarımı; bu şehirden ayrılırken bineceğim o şehirler arası otobüsün hüzün dolu koridorunda bırakıp gidicem. bu gidiş öncekiler gibi olmayacak bunu bil istiyorum, uzun ve şafağı görünmeyen, istediğim anda da dönemeyeceğim bir yola gidiyorum.
ki kimileri askere gittiğimi söylüyor, bense oraya yeni evim diyorum.
15 ay mı sürer, yoksa bir ömür mü onu da bilmiyorum...
bu sefer hayatından altın vuruş tadında bir çıkış yapıyorum,
bu sefer seni önce allaha, sonra yanlızlığa emanet ediyorum; çünkü buna ihtiyacın olduğu ben çok iyi biliyorum.
seni senden bile çok sevsem bile, istemeyerek de olsa; etrafını saran ve ilerde sayıları daha da artacak olan "ite, köpeğe, yılanlara, çakallara ve de leş kargalarına " seni bırakmak zorunda kalıyorum.
ki aslında veda sözcüğünden ve vedaların yürekte bıraktığı etkiden nefret eden biri olmama rağmen; sana elvada diyorum.
ve şunu bil ki uzun zamandır seni unutmak için kendimle bu kadar büyük bir savaşa girmeme ve çok ağır yaralar almama rağmen seni ilk sevdiğim günkü gibi seviyorum... ***
evet hüzün gibidir yağmur. önce ıslanmamak için uğraşırsın, bir damlası bile üstüne düşmesin diye kaçarsın, ama sonra; eğer biraz ıslandıysan bırakırsın kendini...damlalar artık etki etmez sana, çünkü ıslanmışsındır. bu yüzden bir insan ya ıslanır, ya ha hiç ıslanmaz bir yağmurda.
ya ıslaksındır , ya da kuru. hüzün gibi yağmur...
korktuğum ıslanmak değildi...aksine, üstümdekileri çıkarıp gökkubbeye bakan bendim. korktuğum yarım kalmaktı...ne ıslak ne de kuru olmaktı beni ürküten, sessizliğe eşdeğer zamanın donduğu anlardı sadece.
seni cok ozledim , kucuk kizim. ablan ve baban da cok ozledi. hic aramizda olmamana ragmen , nasil bir sevgi yeserttin ki icimizde de seni bu denli sevdik? senin ismin diye dusundugumuz ismi duyunca aglama krizlerine giriyorum hâlâ annem. sen de beni ozluyor musun?
Bir masalın içinden çıkıp gelmişti. Belli ki gözleri görmekten, ayakları yürümekten, kolları tutunmaktan, kalbi kırılmaktan ve umudu savaşmaktan ağrıyordu adamın. Teni koklanmıştı, epey hırpalanmıştı, ruhtan arınmış bedenler üstünde hüküm sürmekten de oldukça sıkılmıştı. Kanmıştı aslında.. kandırılmıştı.. gerçek diye verilen sahte sevgilere karşılık, sahte diye gerçek sevgiler sunmuş, içindeki boşluğa bakınca büyüklüğünden korkmuştu.
Ağlamakla karışık gülen, sertle karışık yumuşak, hüzünle karışık coşkulu, acıyla karışık acımasız, doluyla karışık boş bakışları vardı. Hep dalmış gibi, boş vermiş gibi, güvensiz ve donmuş bakışlarla buz keserdi yüzü.
---Şiir gibiydi gözleri; keskin, siyah... silah gibiydi sanki---
Masaldan kovulmuş muydu? terk mi etmişti? hiç anlatmadı.. Belki kendi bile anlamamıştı. Uzun süre hayata yer kabuğunun altından ürkek olduğunu belli etmemek için sert bir mizaçla baktı, yaraları kabuk bağlamadı oysa, kaçtıkça yakalandı, yakalandıkça kanadı... Kabuğundan dışarı çıksa çürüyecekmiş gibi hissetti, yanıldı...
Ben ona, kabuğunun onu çürüttüğünü, daha çok yıprattığını söyleyecek kadar cesur olamadım, hazır değildi.. Hazır olduğunda ben yanında değildim.. Böyle uzadı gitti.
Bir kitabın sayfaları arasından kopup gelmişti! Yemin ederim!
Kendine verdiği cezanın süresi dolmadan dönmeyecekti ait olduğu masala ve yeniden hiçbir masala kahraman olmayacaktı. Sanki yemin etmişti.
Hayatı insanlara, duygularını manastıra, gözlerini kendine saklamıştı. Gerçeğin bu kadar farkındayken gerçeklerden uzak olabilir miydi?
Yoksa gerçekle sahteyi ayırt etmedeki ustalığı mı mutsuz ediyordu onu..
Bir gün bir kitap bıraktı gitti. Sayfaları bomboştu! Yazısız! imzasız! Yazarsız! Bomboş! kitap ama... boş... sayfaları... yazısız...
Gözyaşları kurumuştu üstünde, bir emanet gibi sakladım, dokunmadan kokladım. Acıydı kokusu, hüzünlüydü...
Kitap gibi, ben o'na dokunmaya hiç kıyamadım. Kendimi kanatırcasına hırpaladım, ama ben ona hiç dokunmadım... kanar... diye... yaraları...
Siyah... gözleri... silah olur... diye...
Şimdi artık söylenmemiş sözlerin ağırlığını sırtımdan derin bir nefes alarak atıyorum. Hiçbir zaman söylenmemiş söylenmeyecek sözleri yutkunuyor susuyor susuyor susuyorum.
Özel bir kahraman asla unutulmayacak izler bırakandır. Ortada bir masal olsa da, olmasa da...
evet, mahalle kasabım yaşar bey. ben bu yazıyı sana yazdım. beni "naber yengecim" falan filan diye lafa tutarak, kıymaya yağ doldurduğunu fark etmedim sanma. zaten bütün gün sinek avlıyorsun. müşteri yokluğundan, kapının önünde dikilip gelip geçen arabaları seyrediyorsun. kıymetimi bil. kafanı kıyma makinesinden kaldır da uludağ sözlük oku biraz. hemen arabaları seyretmek için dikilme. kurban bayramına az kaldı. bak ben nasıl geçiyorum senin dükkanın önünden gerine gerine.
biraz geç kalmasaymışız birbirimize keşke... bana bir adım erken gelseymişsin, insanlar güvenini bu kadar kırmamışken, aldatılmadan önce mesela.. yalanla tanışmadan önce... sevmeyi unutmamışken henüz çalıverseydin kapımı... seni delice sevebileceğim için, el üstünde tutabileceğim için, uyurken seni izlemekten aldığım büyük haz için, gözlerine bakmaktan büyük mutluluk duyduğum için, geldiğinde getirdiğin huzur için, gittiğinde dolmayan boşluğun için, beraber çok güzel anlar yaşadığımız için sana çok teşekkür ederim. hislerime bir tek senin karşılık vereceğine inandığım için seninleyim. benim sevgime layık olan sensin, yanında rahat uyur yorduğun bedenim. dinlenir ruhum. bu şekilde olmasaydı keşke demek kolay, önemli olan zoru başarmak. bu zorlu yolda benimle birlikte yürüdüğün için ben bu yazıyı sana yazdım. hak ettiğim ve beni hak edensin. seni seviyorum.
yine sana yazıyorum da. tık yok yani. yıllardır, parmaklarım, kah nokia tuşlarının şeklini aldı, kah klavye tuşlarına benzedi. parmaklarım kare şeklinde dolaşmaya başladım. ayıptır be. kalemle yazayım da belki normal parmak şeklini alır. yine sana yazdım söz verdiğim gibi. kıyağımı unutma.
ben bu yazıyı sana yazdım... sen de benden sual edecek olursan hamdolsun iyiyim. sarı kız minik buzağıyı sütten kesti. kuzularla oğlaklar oynaşıp duruyor. soranlara selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. kestane kebap yer, acele cevap beklerim. bana sık sık mektup yaz.
ben bu yazıyı sana yazdım ama sen hiç okuyamayacaksın biliyorum. zaten okuma da okursan benim için çok önemli olduğunu anlayıp geri döneceksin. dönme de zaten. her geri dönüş gidişleri daha kötü yapıyor.
ankara ya geldiğim gün ilk gelişim ve senin bana ankara yı gezdirişini hatırladım. ne de güzel geçmişti o sonbahar. yaprakların rengi , rüzgarın esişi vesaire. ankara güzeldi ama senleyken kardeşim kadar yakınımlayken güzeldi. bunu anlamak birkaç yılımı aldı. şimdi ise ankara benim için...
ankara ya geldim soğuk bir sonbahar günü. ne sonbahar ama kıçımı donduracak dudak uçuklatacak kadar. seni aradım ben burdayım diye. oysa ki niye söylüyorsam aylar önce biliyordun zaten. aylar önce çok görüşemeyeceğimizi bildiğim kadar. sınavını biliyordum stresini paylaşıyordum ondan dolayı amacım ayak bağı olmak değildi zaten. aradım seni görüşelim derken aslında istemiyordun. anlamamazlıktan geldim iki saat görmek için. hiç aklımdan çıkmıyor şu telefon konuşması be...
-görüşücez dimi?
-ya görüşmek güzel olur seni çok özlediğimi biliosun
-evet öğlen yemeğine çıkalım?
-ya evet de ben oraya gelemem
-ben gelirim? tam olarak nerdesin?
-sen buraları bilmiyosun nası gelceksin?
-ya tarfi et taksi tutarım
-kacak iki hafta sonra gelcem zaten
anlar...
evet işte iki hafta geçer sınav biter ve istanbul a gelir. buluşur ve iki saat sadece takılınır. iki saat boyunca eskisinden daha sıkıdır , daha sıcaktır. az zaman vardır ve sözleşilir güzel bir gün kahvaltı için. kardeş gibi can gibi arkadaşın genelde yaptığı gibi buluşmasak olur mu? diye ertesi gün mesaj atar. yarın aradığında;
-nerdesin?
-çapada sen?
-işte biz öyle bir gezelim dedik
işte öyle bir gezelim.
meali: her zaman ki gibi seni sallıyorum. boş olduğum bir zamana denk gelirsen görüşürüz.
işte 10 yılın son damlası. bana hep uzaklığı söylerdin hep beraber okusaydık derdik üniversiteyi. ankara da otel odasında tek başıma kaldığımda sadece benden 15 dakika uzaklıktaydın ve gelmedin. sormadın aramadın. bana sevdirdiğin ankara dan bu kadar çok nefret etmemi sağladın. hep önceki sorunlarda alttan alan kişi olduğun için borçluydum sana ama artık diyetini ödedim ödettirdin.
keşke gelmeseydin istanbul a keşke hiç gelmeseydin. keşke geldim derken aslında gitmeseydin.
dedim ya bu yazıyı hiç okumayacaksın okuma da zaten. çünkü bir şey öldürmezse daha güçlü yapar ya ne yazık ki içimde bitikliğini artık kapatamazsın ne yaparsan yapsan da.
benim için işinden izip alıp bana vakit ayırdığın için, beni havaalanında karşıladığın için, bana kendi elinle kahvaltı hazırladığın için, benimle yağmur altında bebek sahilinde elele yürüdüğün için, benimle taksimde deliler gibi içtiğin için, seni nasıl öpeceğimi düşünürken beni sokak ortasında öptüğün için, tenini tenimde hissettirdiğin için, hasta bir beşiktaşlı olmana rağmen benimle şükrü şaraçoğlu stadında Fenerbahçe- PSV maçını izlediğin için, bana değer verdiğin için bu yazıyı sana yazdım. bunları yüzüne söylemek isterdim **
"insan ruhunun yarısını bulmuşken bir kalemde silemiyor..."
ilk başıma geldiğinde hissettim ama inanmadım inanmak istemedim... Romanlarda yaşanan şeylere benziyordu ve bu nedenle gerçekçi gelmiyordu... yanlış teşhis üzerine alınan zaman da doz aşımına uğrayınca yapılacak bir şey de kalmadı zaten.. elim mahkum, elim kalbimde ruhumun yarısının gidişlerini seyrettim.. sanırım hiç hissetmedin.
Beceremiyorum.
"Benden çok şey bekleme" demene rağmen,
Senin hayatının kıyısında dolaşmayı, beklentisiz olmayı, dar anlara/temaslara sığışmayı,
sürgülü kapıları zorlamamayı beceremiyorum.
Bana değer verdiğini ve saygı duyduğunu biliyorum.
Bunun için de çok müteşekkirim.
Ama yetmiyor.
Daha fazlasına ihtiyaç duyduğum için utanıyor, kendime öfkeleniyor, kendimi ayıplıyorum ama nafile,
denedim, kendime engel olamıyorum.
Sen az bi gül, ben kahkaha atıyorum.
Sen az üzül, içim sıkışıyor.
Öptüğümde, elini sıktığımda, hatta sadece sana baktığımda veya telefonda sesini duyduğumda
içimin titremesine ya da çoğu zaman burkulmasına mani olamıyorum.
Başarında kocamsın gibi gurur duyuyorum.
Kaç kez bana "....cim" dedin biliyorum.
O gün gömleğinin içine fanila mı giydin biliyorum.
Fanila boynunda, elim bende, dokunamamak işkence oluyor.
Beni senden ayıran günleri teker teker saymadan duramıyorum.
Günler sünüyor.
Tam yokluğuna alışıyorum, pat geliyorsun.
Geliyorsun, pat gidiyorsun.
Hiç oyalanmıyorsun.
Bana gidişin kalıyor.
Ben bunun önüne geçmek istiyorum.
Sarkacın ipini kesmek istiyorum.
Yüzleşerek..Kabullenerek..Vazgeçerek..
Kadın olarak istenmediğim, hayatında bana yer olmadığı gerçeğini özümseyerek.
Sen bana çok güzellikler armağan ettin, hayatımı zenginleştirdin,
bana gerçek ilgi, özen ve şefkati hak edebileceğimi yaşattın..Teşekkür ederim.
Benim için çok kıymetlisin.
Bu yüzden insan insana ilişkimizi korumak için son kez elimden geleni deneyeceğim,
beceremezsem tümden gideceğim,
Yeter ki çirkinlik olmasın, saçmalama olmasın. Ki olabilecek olanlar da çoktan oldu zaten...
Fakat madem önüm çıkmaz sokak,
Dayanaksız ümitlere bel bağlamak istemiyorum.zaman demene rağmen...
Senden işitmediğim, sadece benim hayal ürünüm olan,
Yani varolmayan bir vaadin ucunda sallantıda kalmak istemiyorum.
Her seferinde yeni baştan ölüp, geri dirilmek istemiyorum.
Senin her bakışında, her imanda aslında beni sevdiğinin, seninle bir geleceğimin olabileceğinin ipuçlarını aramayı, hatta belki de yaratmayı, uydurmayı istemiyorum artık.
Gerçekte olanı değil de, zihnimde olmasını istediğim şeyi yaşamak istemiyorum.
Gerçek şu ki, sen hayatımda zaten yoksun, olmak istemiyorsun.
Seni mutlu eden neyse, nasıl bir yaşamsa onu yaşamanı, mutlu ve huzurlu olmanı diliyorum.
Kararına saygı duyuyorum, seni anlıyorum ve yargılamıyorum.
Bu yazdıklarımı duygu sömürüsü, beklenti ifadesi, talep, vs olarak görme.
Sen de benim kararıma saygı duy sadece.
Lütfen.
Bana tutunma, azad et beni.
Sen bana yoksan, benim sana olmamı isteme benden,
"Orada dur ama yine de sev fakat ayarlı sev" deme,
Becerebiliyorsan, dilinle "git" derken, gözlerinle "gel" deme.
Bırak yas tutabileyim.
Seni görmeye devam ederek zor ama yine de deneyeceğim duygularımı içimde göç ettirmeyi..
Yardımcı ol bana.
Arada gelgitlerim olursa, lütfen anlayış göster, zaman tanı..
Ben senin kadar kararlı, mantıklı ve kontrollü değilim.
Beceremezsem de bırak bu sefer gerçekten gideyim.
izin ver.
Bağışla.
Üzgünüm.
içimde seninle ilgili yaşadıklarımı bil istedim,
Yüreğimin neden pes ettiğini, gittiğimde neden gittiğimi anla istedim.
Dürüst olmak istedim.
Seni seviyorum.
Ama beni istemeyeni istemiyorum.
Kendine çok iyi bak , sağlıcakla ve hoşça kal. . .
biliyordum.
en başından beri, sonunun böyle olacağını biliyordum.
darbelere hiç dayanamadığını bile bile, darbelerimi sakınmadım.
olmazdı, biliyordum.
sen ve ben,
aynı özneyi paylaşamayacak kadar başkaydık.
"biz" diye bir şeyin olamayacağını anladım ben,
sana da anlatmayı denedim,
inanmadın.
inanmanın en etkili yolunu seçtim,
inancını yıkmak.
başardım da.
bir yalan söyledim sana,
gerisi de geldi kendiliğinden.
o kadar hazırdın ki bu sahte yenilgiye,
sorgulamadan kabul ettin.
nedenlerini, niçinlerini hiç bilmeden.
sildin.
ve bugün gördüm ki,
zaten hiç gerçek olmamışsın, olmamışım.
şimdi sıra bende.
uykusuz geçen uzun bir gecenin ardından
seninle ilgili yapacağım tek şey,
silmek olacak.
sadece silmek.