özlemler son mu buldu bu defa? ansızın çıkıp gelmenle güne kavuşmak, sessiz,kimsesiz hayallerinde kurtulmak, en güzelide mesafelere rağmen yanımda hissetmek artık seni...yalnızdım, ve yine çıkageldin son defa bu kez, gitmemek ümidiyle, yalnızlıkları yıkarcasına adeta.
yeni güne uyanıyorum, bu sefer yüzümde kocaman bir gülümsemeyle, biliyorum, görüyorum ve hissediyorum artık, kaybolmuş ruhumu çıkardım yine bu sefer mutluluklar penceresinde...
hayata ilişkin yaşanmışlıkların gözden geçirildiği anlarda sorulur be sözlük... bugüne kadar tecrübe diyerek çatal iğneler ile saçlarınıza taktığınız gümüşten tellerin toplamı sandığınız bildikleriniz ile, okulda öğretilen toplama işleminin temel sağlamasının birbirini tutmadığı anlarda kurulur bu cümle...
her yaşadığınızı alt alta toplarsınız...çıkan sonuçtan yaşadıklarınız çıkarttığınızda geriye diğer toplananların toplamı bulunur değil mi? olmuyor sözlük. sağlaması ile çözümü birbirini tutmuyor son otuz altı saatin. havuz problemi değil ki doldurmaya çalışan iki musluğun bir saatteki verimlerinden boşaltmaya çalışan tek musluğun verimini çıkartıp, kendi kapasiteme böldüğümde ömrümü bulayım çarçabuk.. sözlük her öğrendiğim yalan mı?
yaş problemi değil ki sözlük son otuz altı saat! kızı ile babasının beş yıl sonraki yaşları toplamını bulmak için bugünkü toplam yaşa on ekleyivereyim de kurtulayım.
sözlük bir hayat tüm yaşananlara kalansız bölünür mü?
bulamadım be sözlük...ıskaladığım bir şeyler var. onu biliyorum. neyi ıskaladığımı arıyorum sözlük. acaba senin şu rastgele butonuna tıklasam yardımın olur mu? belki bir bilen yazmıştır otuz altı saatte tecrübenin yalan oluşunun gerçek matematiksel izahını. yok mu? anlıyorum sözlük.
bir hayat tüm yaşananlara kalansız bölünmüyor sanırım.
sözlük;
sen hiç veri tabanındaki tüm gerçeklerin silindiğini düşünebiliyor musun? insanın tüm veri tabanı kadar dolu musun diye düşünüyorum. silsem diyorum tüm içimdekileri. geriye bir şimdiki aklım kalsın bir de güçlü yürek kaslarım. tekrar diyorum başlasam. hayat başlığına entryler girmeye. ilk entry tanım bile olmasa. yönlendirsek seninle hayatı mutluluk başlığına.
sözlük, hayat başlığı mutluluk başlığına yönlenir mi?
içimizde diyorum kalmasa hayvani fıtratın temel parçacıkları çıkartsak diyorum sözlük. nasılsa formülü var. istersek fark ile çıkanı toplar eksilen hayatımıza tekrar kavuşuruz değil mi? değil mi? hayat eksiliyor ve hayattan çıkanları kalanla toplayınca elimizde hep umudumuz mu kalıyor geleceğe dair. sözlük bana toplamayı öğretmemişler onu biliyordum. bölme işleminin anlamsız ve sonuçsuz kalışını da söylemiştin. çıkartmayı da mı yanlış anlatmışlar bana?
olsun çarparız be sözlük! alırız elimize kerrat cetvelini bir duygu ile diğerini, sonra diğerini sonra diğerini çarparız . çarpım bize hayatımızı verir mi sence? vermez mi? peki sağlama yapsaydık önce. mutluluğu bize veren insanların sayısına yaşadığımız mutlulukları bölsek hayatımızdaki insanların bize bahşettiği güzelliklere ulaşamaz mıyız?
sözlük hayat bir problem değil mi? neden dört işlem ile içinden çıkılamıyor?
sözlük sen hayat problemini çözebilir misin peki? sen çözsen de ben senden bakarak yapsam.
demek öyle...anladım. herkes kendi problemini kendi çözecek. sonra sözlük, ben öleceğim...geriye dört işleme ihtiyaç duymayan bir mezar taşı ile önceleri sıklıkla sonraları seyrelerek ve nihayet bir gün tükenerek ziyaretime gelecek dostlarım olacak.
Peki sen hiç yaşlı bir adamın usanmasına tanık oldun mu?
Ya aşk adıyla hayatı feda edilen anlarına?
Oysa uyandığımda sen, uyuduğumda sadece sendin.
Oysa ben, korkuyla boynumu büküyordum beni sevebil diye.
Zamanla bağlanmış bu yerde, zamanı durdurmak istiyordum.
Uyandığımda sen, uyuduğumda sadece sendin.
bize göre nefes almanı engelleyen o lanet şey, doktora göre geniz eti alınacak.
ve yine herkesce basit bir operasyon olan o ameliyat, benim canımı sıkıyor.
çok küçüksün.
ve ben de en az senin kadar küçüleceğim; sen benden uzak, o soğuk odadayken.
...sonra; gözlerim çürüdü, dişlerim kırıldı, ellerimde ağır bir nikotik kokusu, kirlenmekten paslanmış bir yüz ve sensizliklik... sessizlik... başka da bir şey yok... hiçbir şey yok... ne zaman karanlığı yırtıp aydınlığı taşıyacaksın hücrelerime? ne zaman tek tek hıç sıkılmadan gidişinle tıkanan damarlarımı açacaksın? ve ne vakit gelip oturacaksın yalnızlığımı kaldırıp yerinden, başucumdan...
--spoiler--
Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,
sana aşığım ama artık ölmen gerekiyor! senden yeni bir sen yapmaya geliyorum!
--spoiler--
Geceydi...Bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı.
Onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı yudumlayan insanları düşünüyordum. irili ufaklı aynaların karşısında enseleri bembeyaz kadınlar boyanıyordu. Uzun uzun parmakları vardı kadınların.. Öpülmeye alışmış olgun dudakları vardı. Kocaman kocamandı kalçaları. O kadınları düşünüyordum.
Bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. Geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. Karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. Koşuyordu. Koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. Koşmalıydı.
Oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. Avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. Yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri, bütün dileği et ve kandı. istese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.
Ben seni düşünüyordum. Çünkü geceydi. Sevişme zamanıydı insanların. Yalnızdım. Beni kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. Kapılar tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu.
Ben seni düşünüyordum. Kim bilir ne güzeldin soyunduğun zaman? Nasıl kadındın?
Nasıl öpüşürdün kim bilir? Nasıl kadın kadın kokardı her yerin? Tutup avuçlarıma
sığdırıyorum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyorum.
Sensiz kahrolmak vardı. Seninle yaşamak vardı dolu dizgin. Seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda. Odalara sığmamak vardı. Bir sel gibi taşmak vardı gecelerden. Elimi uzatsam tutabilirdim seni. Öyle yakındın. Zamana kokun sinmişti. Belki de uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. Zamana kokun sinmişti. Tuttum resmini indirdim duvardan. Duvar ağlamaya başladı.....
--spoiler--
elimde kokusuz, sert, çocukken o hiç sevmediğim yeşil silgilerden biri var, seni yüreğimdeki bütün satırlardan siliyorum bağıra çağıra ağlayarak! sözlerimle yazdığım seni, gözümden akıttığım sessizlikle siliyorum. sen sevmezsin sessizlikleri, boşverleri, bekle benileri. beni bekleme diyorum şimdi sana. çünkü ne gelen benim ne de gittiğim sensin. bambaşka biriyim şimdi. bambaşka birisi olacaksın sende. bambaşka bir şey olacak yaşayacağımız.
beşiktaş ikelesi. saat 09:30. ya da fenerbahçe stadının karşısındaki köhne büfelerden biri. her yere bakıyorum. boşuna olduğunu bildiğim halde. o geldiğinde zaten en tutkulu bakışımı takınırım üzerime. eminim buna. yağmur var. hafif yağıyor. adamın ağzına sıçan yağmurlardan. ufkum daralımş. körelmiş algılarım. birden bambaşka ufuklara sürüklenmeme sebep olan güneş açıyor. şaşkınım. daha önce rastlamadığım bişey. tanımlamaya çalışıyorum. olmuyor. fazıl hüsnü giriyor araya. en güzel yardımı yapıyor. ''kelimeler kifayetsiz'' işte. vans giymişim aptal gibi. ayaklarım ıslanmış. hissiyatım tropikal ama. gözlerimi gökyüzüne çeviriyorum. daha önce böyle bir renk görmemişim. böyle bnir gökkuşağına şahit omamış gözlerim. dedim ya şaşkınım.
içinden çıkamadığım çok satranç kombinasyonu oldu. mat olmayı kabullenir bi halim var. nedense mat olmak istiyorum sanki. bu yenilginin tadını çıkarmak istiyorum.
''insanlara sır olanı gördüğüm demler oldu'' - arthur rimbaud.
bu dem beni nereye sürüklerse sürüklesin razıyım. aklımın alamayacağı bu güzelliği bir gün göreceğimden eminim. kesinlikle eminim. ve seni tanımlamaya ilişkin çok cümle düşündüm. iki kelime bulabildim lakin. lütfen ne olduğunu anlamam için bana yardım et!
Kızımız oldu haberin olsun diye yazdım. Doğurdum dün gece papatyamızı. Yalnız ve her şeyiyle bana ait. Öyle büyük bir sancıyla kopardım ki onu içimden, ilk doğduğu an ondan ve herkesten nefret ettim. Aslında doğurduğum nefretin ta kendisiydi.
Kızımızı sana ithaf ediyorum. Bir gün karıların yatağında gurursuzca geberdiğinde mezarında ağlayacak tek kişi o.
"Benim o tuzlu bedenlere ihtiyacım yok!" demiştin bana, kızımız o sözleri de kulağımdan tırmalayarak aldı.
Öyle güzel beslemişim ki onu içimdeyken, şaşarsın, yalanlarından bile daha güzel ve ihtişamlı.
Sahi, yalanların ne de güzeldi. "Canım" derdin en basidinden. Şimdi adımdan bile iğrenir oldum. Sen yaptın bunu, kendin yaptın, kendin yıktın, bir gece becerdin tümünü.
Tüm balonlarımı saldım dün gece sen gittiğinde, uçsunlar diye, sabah kalkıp baktım, kızımız onları da patlatmış. Olsun seviyorum kızımızı yine de. Senin gerçek yüzünden bana kalan tek hatıra.
Sen doğdurdun güneşi yüzüme ve güneşi bile yaktın bir sözünle.
Hiç korkmadan, sorumluluk hissetmeden, yüzüne bile bakmadan soluğun kesilene dek seviş, tıpkı benim hayatla her an her saniye yaptığım gibi. Tuzlu bedenlerinde yalancı ve alaylı mutluluğu tad.
Her bir zerremle çıkıyorum hayatından. Geride ne hayaller, ne pişmanlıklar ne de umarımlar kaldı, hepsi kızımızın çantasında. Biz başka şefkatler aramaya çıktık.
Saçının her teli, sabahlara kadar kanatırdı avuçlarımı! Bir kez bile dokunamadığım o güzel saçların camdandı! Bir devlet sırrını saklar gibi, bir mücevheri saklar gibi, bir savaştan asker saklar gibi, sakladın bu yüzden benden saçlarını
Biliyordum; senin saçların camdandı! Bir kez dokunacak olsam, kırılacaktı! Bir kez bakacak olsam, büyük bir sırla çatlayacaktı!
Sen; kurbağa prensler diyarının, saçları camdan Rapunzel Göremezdin ki hiç ellerine cam kırıkları saplanmış cesetleri Bu yüzden hiç kızmadım sana! Ve parçaladım kendimi senden gizlice çaldığım bir tutam saçla
Kaçmaya çalıştıkça, her girdiğim sokağın çıkmazında karşıladı beni ufacık ellerin! Sırılsıklamdı hep uzun düz saçların ve bembeyaz peri pelerinleri giymiştin! Ellerini uzatıp Buradayım! derdin. Göz yaşlarımdan yanaklarıma taşan şelale, en hırçın tsunamilerini yaratırdı evrenin, ve gözyaşlarımın içinde çırpınırken uzanırdı yorgun ellerim senin ellerine.
Gülümseyişinde aksi bir şeytan gizliydi senin, tüm günahlara davetkar, asi bir şeytan! Bakışlarında serçe cesetleri saklar, göz bebeklerinde intiharlar beslerdin ve tüm aşklar ölü doğardı cehennemin yamacına dikilmiş göz bebeklerinde. Ve tüm yola çıkan transatlantikler, Deniz denen buzdağına çarparak batardı göz yaşlarımın okyanusunda!
Bilinmezliğe açılan bir kapıydı yüzünde sakladığın o sahte tebessüm, çekerdin beni! Çekerdin! Çekerdin! Çekerdin! Bu öyle bir çekim kuvvetiydi ki, Newton görseydi derhal asardı kendisini o elma ağacına; çünkü ne kütle çekim kuvveti açıklayabiliyordu bunu, ne de gravitasyon kanunu!
Karşıma çıkan ilk ve tek iç denizdin, bu çıldırasıya dalgalarla durmadan yüzümü döven deli okyanusta! Yalnızlığıma terk edildiğimde bambaşka biri oluyordum çünkü ben. Haykırıyordum çığlıklarla; duymuyordu hiç kimse! Hiç kimse tutmuyordu durmadan titreyen ellerimden...
Sen, evrende beni kurtarabilecek tek şey gibi gözüküyordun. Böyle olmadığını bile bile buna inanıyordum! Şizofreni inandırıyordu insanı en olmayacak şeylere bile!
Ben, izin vermiyordum ki hayallerime girmen için sana, hiç izin vermemiştim; sen, bir haydut gibi dalıyordun hayallerimden içeri. Beni bambaşka bir dünyaya çağırıyordun. intiharlara sürüklüyordun beni, intihar sana giden o uzun yolun başlangıcı gibi geliyordu
Bir kaşık kırmızı öksürük şurubu gibi değiyordu dudaklarıma, senin hiç olmayan dudaklarından sızan sıcak kan! Gerçekten izin vermiyordum ben, düşlerimden içeri girmene! Sen hak etmeyi hiç başaramadığın düşlerimi, hep hack ediyordun.
Hayalin, her gece hınçla girip odama, Bu en ciddi eylemimiz, sakın kıpırdamayın! diye haykıran eğitimli bir intihar komandosuydu! Ve hayalinin kakao rengi gözlerine ne zaman değse gözlerim, krema renginde acılar akıyordu gözyaşlarımın kanalizasyonundan Ne zaman değse ellerim uzun kumral saçlarına, ebedi bir sessizlikte müebbet hapis yattı tüm düşlerim!
Senin her kelimen yeni bir acının, hiç dinlenmemiş masalıydı, her gidişin, hiç gidilmemiş bir cehennemin boyut kapısı! Yokluğun, sadece benim inanmadığım koca bir gerçek, varlığınsa benden başka hiç kimsenin inanmadığı masalsı bir yalandı ve AŞKTI ikisinin arasındaki derin uçurumun adı!!
Seni tanımlamak için bu kadar çok uğraşmama rağmen hâlâ senin kim olduğunu bilmiyordum Sen dediğim, ikinci tekil şahıs zamiri kullanarak tanımladığım, Deniz miydi, yoksa başka biri mi? Bilmiyordum! Yüzü nasıldı sevdiğimin, saçları ne renkti? Bilmiyordum! Bildiğim tek şey durmadan seviyor oluşumdu. Sadece seviyordum! Neden, nasıl ve neyi diye soramadan seviyordum! Beyaz mumdan, dibi delik bir sandala binip, acemi alevlerin dalga sayıldığı bir ateş denizine açılıyordum son sürat! Nereye gideceğimi bilmeden, durmadan eriyerek kürek çekiyordum; ellerimdeki kürekler mumdan, ellerim mumdan, parmaklarım mumdan
Çekilen tüm bu katmerli acılara inat, sana olan sevgim gittikçe büyüyordu. Daha çok hissediyordum artık acıyı! Rüzgar tüm vahşetiyle okşarken saçlarımı ve sürerken yüzüme kutsanmış ellerini,ben, seni daha çok seviyordum! Ayrıştırıyorken aşkımın üzerindeki kara bulutlar ruhumun DNA'larını bin bir parçaya, ben, sana daha çok bağlanıyordum. Savururken rüzgar beni istediği yöne, ben, sana daha çok yakınlaşıyor ve anlıyordum aşkın kendine bile yabancılaşmak olduğunu. Sonra daha da tuzlanıyordu gözlerimden senin için akıttığım yaşların tadı! Çekilen acılar arttıkça artıyormuş demek ki gözyaşındaki sodyum klorür miktarı!
Sevilecek bir yanını bulabilsem, seni sevmekten ebediyen vazgeçecektim! Üstüme büyük bir özenle giydiğim ütüsüz deli gömleğini yırtıp, paramparça edecektim! Ama bulamadım; psikiyatri kliniklerindeki doktorlar sana duyduğum masumane aşka Paranoid Şizofreni teşhisi koydular!
Bembeyaz bir sayfaya bakıyorum. Bakıyorum ve dalıyorum önümde uzanan boşluğa; baktıkça daralıyorum! Aklıma gelen cümlelerin hepsi anlamsız geliyor bir anda. Bugün aklımdan geçen altmış beş bin düşünceden en acısı yine sen oluveriyorsun! Sonra seni düşünmek, anlamsız yapıyor geri kalan hayatımı...
Bulutların üzerine çıkmıştık hatırlıyor musun? Hani uçmuştuk sonsuz mavilikte, bir sırrı paylaşmanın tüm ağırlığını taşıdığımızı sanarak. Uçağın kanatları değildi benim havada süzülmeme neden; varlığındı, gidecek olmamı bilmeme rağmen.
ve gittim ama bitmedi, bitmeyecek bu etimi dağlayan his! Sebebi oldun ama ilacı olamazsın biliyorum bu yaranın. Bunu bilmek zaten acımı dayanılır kılan. Senden bir şey beklememek zaten anlamsızca yaşamaya devam edebilmemi sağlayan. Allah korusun bir de seni beklesem; ölemezdim de hissettiklerim yüzünden...
Küçük mutluluklardan kendime yaptığım bir anılar zinciri var boynumda. Ne zaman acıya daha fazla dayanamayacağımı düşünsem, nefes alıyorum ona dokunup! Öyle çok düşünüyorum ki, yaşamak dar geliyor! Susup da unutmak ama aynı anı sonsuza dek milyarlarca defa yaşamak istiyorum. Küçük mutluluklar zincirini tekrar boynumdan geçirmek; tekrar eski ben olmak, oyun da olsa.
Acıyı yalnız ama onlarca insanla yaşamak, hem de tek kelime edemeden olanlar hakkında; o kadar zor ki! Prangalar olsun da, niye bu yaşlar dendiğinde onları sunabileyim önlerine istiyorum. Düşünce prangalarımı gösterip bileklerimi çürüten; ağlamaya devam etmek. Bahane işte…Oysa ben gerçek prangayı umutlarımın kanatlarına vurdum, kuş olup hiçbir yüreğe varamasınlar diye! Umutsuz insan daha çabuk ölürmüş... Prangalar ve ben, silinmeyen izlerimizle ölmeyi bekliyoruz şimdi. Unutmak için gönlüme düşürdüğün çiyi...
Söyleyecek sözlerim tükenmedi henüz. Tükense belki daha kolay biterdi acılar, pişmanlık ve bu nefret duygusu... Düşüncelerimi açabilsem birine. Ya da en azından kendime itiraf edebilsem! Yorgunluğum, kırgınlığım geçer mi o zaman? Yine de mutlu olur muyum? Neden olmasın dediğini duyuyorum sanki. Giderken dediğin gibi; sen beni hak etmiyorsun aslında, biliyorum. Ama bilmek yetmiyor kanayan bir yarayı iyileştirmeye. Bende açtığın nasıl bir yaraysa; kin ve nefret ile yaşamama neden!
Bak itiraf ettim sonunda kendime. Yanlışsın sen, çirkinsin. Bana bırakıp bütün bir pişmanlığın yükünü, mert olmayı beceremeyensin. Küçük bir macerayım ben. Saflığımın koynunda, tükenişim. Bana duyduğun sevgi değildi seni bana bağlayan; benimle hayatı atlatmandı! Ben süzülmeseydim hayatından, kim olacaktı kurbanın? Ben kendime itiraf ediyorum şimdi kendi iğrenç zayıflığımı. Yalnızlıktan delicesine korktuğum için katlandığım ve ömrümce izini taşıyacağım şeylerden sonra, kendimden nefret ediyorum. Peki ya sen?!!?!?
Sana son bir kez daha yazacağım bundan sonra. Zaman gelip geçecek belki ama mührü vuracağım gönlümün kapılarına. "Unuttum" diyeceğim satırlarca ama kendi gözlerime bakmadan söyleyebileceğim bunu ancak. Adını hiç anmayacağım, emin ol. Cismin de yok gözlerimin önünde, hiç olmamış bir aşktın nasıl olsa. Ama ben nasıl yaptım bunu kendime? Nasıl kendimi kullandım, kendimle. Gözlerim dolduğunda yaşlarımı akıtmayacağım bu yüzden daha fazla! Kalbimi dilsiz edip, acıyı içimden çıkarıp atacağım. Unutacağım! Sonra bırakacağım kendimi rüzgarlara...
Yaralarım nasıl sarılabilir bilmiyorum. Seni öldürmediğim için pişman olur muyum? Artık hiç umurumda değil, inan! Sen hak ettiğinden fazlasını aldın benden, öyle değil mi? Zaten artık isteyebileceğin ne kaldı ki? Geleceğimi öldürdün.
Enkaz desen, değilim ama yıkık virane yüreğim. Hala yaşamaya çalışıyorsam, inadımdan! Yenilmeyeceğim bende bıraktığın bu hiçliğe. Yine de umut etmeyeceğim geleceğe dair hiç bir şeyi. Öldüreceğim kendimi bir sabah ayazında!
Öldüğümde, kimsenin umudunu kırmayacağım! Hızlı ve öfkeli bir ölüm olacak benimkisi. Öylesine sonsuz öleceğim ki, Dünya beni toprağına kattığında; ben çoktan evrenin büyüsüne ermiş olacağım. Bu yüzden sileceğim her şeyi, herkesi bir kalemde! Yarın uyandığımda ne adın, ne yüzün ne de bende anıların kalacak. Hiçbir zaman tam olarak iyileşmeyecek yaralarım da hatırlatmayacak bana. Unutulmayan acı sen değilsin. Beni harcayarak kurduğun hayatının bedeli, akıtamadığın kara göz yaşların olur dilerim!..
Şimdi bir elim hep o kolyede. Seni temize çıkarmak için, iyi niyetli ufacık bir duygu yakalamak için sürdürdüğüm bütün çabalarımdan sonra, gerçekten yorgunum. Kendime söylediğim yalanların anlamsızlığını, sabah ayazı yüzüme acı acı vurduğunda daha iyi anladım. Senden kalanlara lanet edip, sana ait tüm düşünceleri beynime gömüp, sana bir daha asla boyun eğmemeye karar verdim. Yeniden başlamamak için hiçbir nedenim yok artık. Çünkü anlıyorum:
Aşk değilsin sen. Hiçbir aşk körü körüne bu kadar acıtmaz çünkü. Senin acın, verdiğin mutluluktan da, gösterdiğin çabadan da, kurduğun hayalden de daha büyük. Aşk acıyla beslenir, bekledikçe güçlenir deme bana. insanın aşk için beklemesi, acıyla ruhunu beslemesi ancak yüreğindeki kişi hak ettiğinde mümkün. Oysa sen; her güzel şeyi berbat edensin.
Sevgilim değilsin sen; hiç bir sevgili zorlamaz uğrunda ağladığı bir sevdayı kendi keyfi için. Özledim diyemez yüzsüzce, başka bir kadının kollarından geldiğinde. Nasıl, nasıl sığdırmayı denersin ki masum bir kalbe bunca yükü? Nasıl aptal yerine koyup, kullanıp, sonra da yetersizlikle suçlarsın bir baharı?! Oyun bu, cehennemin gölgesini düşürdün sen hayatıma! Sevgilim değilsin sen...
Hiç kimse sevgisi için ağlarken boynunu eğmez. Gurur duyulacak bir aşk olmasa da yaşadığı, kendini kandırıp çirkini güzele çevirmek için bahaneler, yalanlar sıralar herkese ve her şeye. Göz yaşlarını akıtırken gülümser içten içe, sahiden sevebildiğinden. Yabancılaşmış bir yüreğe, dikenleri kendisini acıtsa da sarılır ve bırakmaz seven. Oysa ben, yoruldum kendime masallar uydurmaktan. Sevdiğim olsaydın eğer; gerçekten çok sevilseydin, sonsuza dek sürer giderdi bu yalan.
En acısı ne biliyor musun? Sen hiç yoktun; olmadın da. Bir yanılsamaydın sen! Aşka susamış kalbimin bana oynadığı bir oyundun. Özendiğim, özlediğim ve hep hayalini kurduğum gerçek bir sevdanın peşinde koşan küçük bir kızken ben, sen önüme çıkan ilk kişiydin beni sevdiğini söyleyen. inandım! Aptalmışım... Şimdi ne adın kaldı her aklıma geldiğinde içimi kinle yakan, ne de anılar unutamadığım. Ayaklarımdaki prangalar bile hikayeymiş meğer. izler, bir rüyadan geriye kalan! Yaşam ilacım sandığım aptal ruhum, şeytana dost kalbinin gerçek yüzünü gördü. Hala yalan söylüyorsun, ne komik! Sözlerin çok uzaklarda şimdi...
Bir daha yazarak sana, yeni bir hata yapmam artık. Burada bitiyor her şey. Evet, unutamayacağım yaşananları asla. Çünkü bir ders çıkarıyorum kendime, yepyeni umutlarımı sonsuzca kanat çırpmaları için maviliklere salarken! Umutlarımı kıran insanlardan bana ne dost, ne sevgili... Umut ettikçe yaşar ya insan; hiç bir sevgili insanı umudundan etmemeli!!! Hele bir şerefsiz, insanın hayatında acıyla bile olsa yer etmemeli.
Şimdi son kez uzat ellerini. Hayır dokunma bir daha elime, sadece al kolyeni. Sahte dünyana sığdırabilirsen benden geriye kalan gerçek gülümsemeleri, ömrünce senin olsun. Bana avunmam için verdiğin bu anılar sana sadakam olsun! Sonsuza dek sevilmenin ne demek olduğunu, karşılıksız sevmeyi merak ettiğinde dokun ona. O anlatır sana gülümseyiş sıcaklığında, merhaba saflığında bir aşkı. Ah sen sefil, ahlaksız, kara cahil! Bir aşkı kirletmenin bedelini öderken, en azından bu zincir kalsın ellerinde. Gerçekten anlayabildiğinde beni ve ağlayabildiğinde sahiden, ben sonsuz maviliklerde uçuyor olacağım. Hem de omzumda hiç bir yük, kalbimde hiç bir acı taşımadan. Gerçek bir aşkla!
'gecenin ışığıyla aydınlanıyor yine hayalimdeki suretin. gözlerine hiç bakmamışlığın özlemiyle seyrediyorum seni,eline dokunamayışımı elini uzatıp,uzatıp çok uzaklarda birleşme umuduyla bastırıyorum yine.uzaklarda oluşunun,adeta tanımamışlığın verdiği hasretle-kelimelerle manası kavratılamasada- bekliyorum yorgunca seni....
uzakları yakın yapan kalbimdekini hissedemiyor muydun artık? hissedemiyor muydun da sesine muhtaçtı bu beden.karanlığın içinde,kimsesizlikte arıyordu seni,ellerini yine...
gülemiyordu,ağlayamıyordu,hissedemiyordu adeta,sensizliğin yarım kalmak olduğunu anlamıştı acı da olsa.
sensiz bi sabaha daha uyanıyordu,kayboluyordu karanlıkta o asil duruşuyla gölgen,kayboluyordu,siliniyordu gözlerden,varlığınla yokluğun arası bocalayan bu beden...yitiyordu hiç olmayışndan uzaklara yine ve bitiyordu umulmadık hayalleride cebinde.arkasında bırakılan kalbi umursamayarak,pervasızca.o asil, uzanılıp da dokunulamayan,suretine bakılıp da kaybolunan...
kolay mıydı oysa hayalinden ayrılmak.yeni güne uyanmak da acı veriyordu artık,tendeki temasın yalan olması, dudaklardan tadın kaybolması,güneşi gölgede bırakan ışığının yitikliği aydınlıklar içindeki ebedi karanlıktı sensizlik.gem vurmaktı hırçın duygulara,kopan fırtınaları bastırmak,çığlıkları susturmak adeta......'
gecenin bi yarısı uykumdan uyandım..sonra sana bi şiir yazmak istedim...okumayacağını bile bile..
tam hayatımın çömleğine şekil veriyordum ki ;
seni tanıdım..
elimi tutmanı istedim..
seninde elin değsin istedim,sende şekil ver dedim hayatıma
uzattığın belki serçe parmağındı belki bi çomaktı
ama bi şekil verdin bana..
sıcaklığında pişirdim çömleği
o kadar uğraştım o kadar titredim üstüne
ama bu kadar kolay olmamalıydı
bu kadar kolay olmamalıydı
üstüne basıp parçalara ayırmak çömleği..
o kadar çok sürdü ki parçaları toplamak
o kadar çok dağılmışım ki..
sonunda hepsini buldum yapıştırdım..
velakin o kadar çok çatlak var ki
inan sen sızıyorum
sen damlıyorsun benden,gözlerimden..
bi sen vardın içimde
o kadar homojen dağılmıştın ki içimde
her dokum her hücrem senle hareket ediyor
senle tam olabiliyordum..
senle gerçekleştiriyordum kendimi..
o kadar çok sızdın ki benden tükenmek üzereyim..
tükenmekte olan hayatımı
ancak sen doldurursun...
hayaller.. ne güzeller değil mi ?
şimdi bir hayal kuruyorum.
yanımdasın şimdi sen, elimi tutmuşsun. gülümsüyorsun, bana seni seviyorum diyorsun eskisi gibi. kalbim elinde o an ve atmıyor sanki. o kadar mutluyum ki..
ve tam bende sana cevap verecekken dağılıyor herşey.
sen gidiyorsun.
hayal bitiyor, gerçek başlıyor.
sanırım hayat da bu zaten. hayalin bittiği yerde başlayan acı bir gerçek.
neden bu kadar zor olmak zorundaki sanki, neden ?
hani herkes mutlu olsa, herkes istediği gibi yaşasa olmaz mı ?
saçmaladım, biliyorum olmaz..
seni çok özledim, hem de çok..
ne güzel gülerdin. ne tatlı konuşurdun.. artık yok.
teoman'ın da dediği gibi, zaten hiç halim yok..
şimdi arka plandaki şarkı ne biliyor musun? her şey seninle güzel. bilmiyorum şarkıyı biliyor musun ama şöyle diyor şarkıda her şey seninle güzel olmayacak düşlerin peşinden koşmak bile. ben kendi yarattığım dünyamda seninle olmayacak hayallere yelken açıyorum. sen benim sevgilim oluyorsun hiç bırakmıyorsun hep yanımdasın hep benim için sığınacak bir limansın. sonra hayaller bitince gerçek dünyaya dönüş zor oluyor. bu bu dünyada sen yoksun işte ama ben senin bu dünyamda var olmanı istiyorum. gerçekten hep benim yanımda olmanı istiyorum. ama kader denilen şeyde yazılmamışsın sen bana. tüm çabalarıma rağmen değişmiyormuş kader denilen şey. o yazılmış biz oynuyormuşuz. şimdi her dizide birbirinden ayrı olan ya da kavuşan sevgililer görmek ağlatıyor beni. gün oluyor seni aleks kendimi zarife yapıyorum gün oluyor ben ışık sen harun. ama bu ehp böyle gidiyor sanki onlar birbirine kavuşunca benim vuslatım gerçekleşecek gibi hissediyorum o iki hayali kahramanın kavuşmasını o kadar yürekten diliyorum ki tıpkı seni dilediğim gibi. çok seviyorum ben seni bunu benden kaç defa duydun bilmiyorum ama ben senden hiç duymadım bu lafı. duymak için nelerimi feda edebilirdim bilmiyorum. sırf benim için kutsal o iki sözcüğü duymak için... ama senin dünyanda bana yer yok. allah baba kaderimizi yazrken bizi hiç bir araya gelecekler diye yazmamış ama şunu unutmuş ben seninle hayallerimde hep bir aradayım. gerçeğe dönüşü zor olsa da orada seninle çok mutluyum. seni çok seviyorum sen sevmesen de.
neydi aramızdaki ucurumlar, ne yanlıslar yaptık da buralara geldik bilmiyorum. aynı evde yasayan iki yabancı olmak mıydı cözüm, yoksa öfkemizden arınarak göz temasıyla karsılıklı konusarak uzlasmak mıydı. sen ki bütün cocukların imrenerek baktıgı, sevilen, sana sahip oldugum icin ne denli sanslı bir evlat oldugum izlenimi veren bir adamdın. Dahası, kahramanımdın benim. iç güveysi kavramını 3 yasında ögrenmemi saglayacak kadar sahiplenmistin beni. Her zaman yanımda olacagın, beni hiç bırakmayacagın masalına inanmak zor olmamıstı o yaslarda. Bilemezdim ki masallar sadece kitaplarda olurmuş.
Sana en büyük hediyenin kendim oldugunu düsünürdüm hep. Öyle ya, doğum gününden bir gün önce dünyaya gelmistim. Sonradan fark ettim bu tesadüfün, afacan bir kız cocuguyken ise yaradıgı halde seneler gectikce kafi kalmayacagını, üstüne eklemem gerektigini. işin yüzünden büyüdügümü bile dogru dürüst gözlemleyemezken, sana bunu ispat etmek icin hicbir emek harcamadıgımı. Senin de benden asagı kalır yanın yoktu, degisimini fark etmemem icin dozunu arttırdıgın hediyelerin aslında benden uzaklasma yolunda bir göz yanılgısı oldugunu söylemedin bana, hissettirmedin. Zamanla sevginden calacagını, aslında onların benim istedigim sey olmayacagını göremedin kimbilir.
Bir aydır senle konusmuyorum. Benzerlikler icinde taban tabana zıt olduğumuz noktalar var, hayata bakısımız cok farklı. Sürekli tartısıyoruz belki ama sence de fazla uzamadı mı bu sefer? Haklı oldugumu, fazlasıyla kırıldıgımı ve inatcı olduğumu ikimiz de biliyoruz. Genelde haklı cıksan da, sırf sana dair hayal kırıklıklarım yüzünden sözünü dinlemedigim için galibi olmayan bir müsabaka bizimkisi. Ne sen lafını dinletip beni uyarabiliyorsun, ne ben sana kızmayı bırakıp kendi hayatımı ertelemekten vazgeciyorum. Ama bütün bunları bırak, ben artık korkuyorum baba. Bir gün uyandıgımda senle vedalasmayı bırak, nerde oldugunu bile bilmeden, en son sesini ne zaman duydugumu, ne zaman gördügümü hatırlamadan bu dünyadan göcüp gittiğin haberini almaktan korkuyorum. Kaybetmekten en cok korkacagım insanlar listesinde dogustan bulunman bir yana, seni ne kadar özledigimi, bu dünyadaki en güvenecegim erkek olacagını sebepsiz gözyasları icinde anladım.