gözlerinin içinde bir sonbaharla boğaz boğazayız,
o yağmur yağmak istiyor,
ben ağlamanı istemiyorum..
adı bahar olan ama mevsim bile olmayan bir kayıp zamanın ortasında, masada unutulmuş bir adisyon kağıdına karalanmış şiirler kadar görülme ihtimalinin bittiği bir hiçlikten doldurmuşum masal çantamı. Alelacele gitmişim garip. sokakta oynamışım sanki. elim, yüzüm, sen.. Hava kararınca eve girmişim yoksun..
Ve kalbimde zindan bozması bir yerlerde adını tutuyorum. Mafsallarımda sen varsın da sanki gitmen aklıma gelse düşüyorum..
Ne garip..
boyama kitaplarında öğrendiğimiz gibi olsun istiyoruz her şeyin rengi. Kırmızı üzerine beyaz desenli. Kırmızı sensin biliyoruz Bursa ve ben. Ama boş bıraktığımız yerlerin beyaz kalmasına da anlam veremiyoruz..
Bursa dudaktan dudağa dolaşan bir sessizlik şarkısı söylüyor yine. Saat ikiyi çoktan geçmiş üçe bir asır var. Başını yana hafif eğmiş gülüyorsun sevdiğim gibi. Bir asır daha ekleniyor. Bir pazar yerinden arta kalan son çiçeği almış, kıyametin kopmasını bekliyorum ben de. O sıra otobüsün gidiyor ben duruyorum. Adını sevda masalı koyduğum, ama sırf gerçek olsun diye masal demekten de korktuğum bir şeyler..
Çikolata soslu bir pasta gibi sebepsiz tatlı olan, ama senin gibi sebebe de ihtiyacı olmayan bir şeyler duyuyorum. mevsim bile olmayan bir kayıp zamanın ortasında, kayboluyorum elim, yüzüm, sen..
Ne çabuk geçiyor iki asır.
O sıra sen gidiyorsun ben duruyorum..
gözlerinin içinde bir sonbaharla boğaz boğazayız.
o yağmur yağmak istiyor,
ben senden vazgeçmiyorum...
her saat, her dakika, her saniye, her nefeste söylemek istediğim ama söyleyemediğim sözleri söylemeye çalıştığım yazıdır bu.
senin gibi olma gayretinde seni mutlu etme çabasında geçen bir ömürü anlatmak için yolda yürürken kurduğum, şarkı dinlerken hayal ettiğim anların, yüzünü hayal ettiğimde mutlulukla gülen yüzümün ve heyecanla kıpırdayan kalbimin bir türli yeterli olmadığı ve hiçbir zaman senin için kurulmuş en güzel cümle olmayacak cümlelerle bezeli bir yazı bu.
sana layık olmayı asla beceremeyecek ve hiçbir tamlamayla sana yetmeyecek cümleler bunlar.
Ben bu yazıyı ve binlercesini içimden, ta kalbimden ruhumdan söküpte senin için yazdım. ama hiç söyleyemedim. Beni az kucağına alan, başımı seyrek okşayan, belki de öldüğü zaman ve o zamanı düşündüğümde hep allah gecnden versin dediğim ama ona sarılmaya doyamadan kaybetmekten korktuğum ve sana bu yüzden sarılamadığım bir babanın oğluyum ben. Ben içinde fırtınalar koparken o fırtına'da bile o beline kadar olan güzel siyah saçlarını usul usul dalgalanırken hayal eden, sana hep o en zor anlarımda ihtiyacı olan, hayallerle avunan, yinede hep susan, tam söyleyecekken cesaretini toplayamayıp söyleyemeyen ve en acısı sevgi sözleri söylemek için cesarete ihtiyacı olanım. ben türk filmlerinde hala ağlayabilen, kalbi pamuklardan da yumuşak, az konuşup aslında çok şey söyleyen bir adamın oğlu olarak yetişmiş, ona benzeyen, onun gibi sessizce seven sevgisini göstermeye cesaret edemeyen, sarılınca gözleri dolan adamın oğluyum.
Sen; şarkıların söylediği, şiirlerin tasviri, çiçeklerin kıskandığı, meleklerin dua ettiği, rüzgarın bile tenine dokunmaktan korktuğu zarif sevgili.
10ay sonra seni ilk defa gorup sanki 10ay değilde 10saat once gormuşum gibi tepki vermek şaşırtmadı beni.çünkü çıkarmamıştım seni hayatımdanda hayallerimdende.kimse bilmesede anlamasada hep içimdeydin sen benim.ben bile seni gorunce anladım tum bunları.okadar değer vermişim ki sana seni kaybetmemek için uğraşırken yine kaçmanı sağladım ellerimden.canım acıyo hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum ama yapamıyoum hiçbirini.çünkü bilsen oyle yaptığımı kızarsın kızdırmak istemiyorum seni üzmek hele hiç.işte buyuzden bidaha aranıcam seni.seni aramamamın seni mutlu ediceğini soyledin bende aramıycam.ben bu yazıyı sana yazmadım aslında.kendime yazdım. hayatım boyunca bidaha kimseyi sevemiçeğimi anlayayım elimdeki şansı nasıl kullanamadığımı anlayayım birazcık sabırlı oolmadığım için 1haftamı nasıl mahfettiğimi goreyim seninle 1haftanın bie benim için nekadar değerli olduğunu ama benim nasıl mahfettiğimi goreyim diye yazdım.
bunu okuduğunu biliyorum ve sana bazı haberlerim var.
hayatımda yoksun artık ve bu beni zerre kadar üzmüyor. evet üzülmüyorum artık. tatlı bir anıdan ibaretsin benim için. bu cümleleri sen bana kuracak olsan canım yanar elbette ama senin canının yanmayacağı gün gibi ortada.
sana hüzünle karışık bir kızgınlık duyuyorum.
hani sana "özelsin" demiştim ya artık değilsin. "sıradan" oldun.
bunun için beni suçlama sakın. sen istedin bunu.
üzülmüyorsun değil mi bunları yazdığım için?
umarım üzülmüyorsundur. eğer üzülüyorsan da umrumda değil ama neyse.
dediğim gibi, artık sende benim için "herkes" oldun. şimdi git ve yeni sevgilinin kollarına at kendini. eğer kendini güvende hissettiğin yer orası ise tabi.
yazık oldu be güzelim. kıymet bilmek sende olmayan bir erdemmiş demekki.
benim "kendini beğenmiş" olduğumu düşünüyorsan da evet öyleyim. ve bunun için bir çok sebebim var.
Her kavganın ardından pişman olsam da, bir daha olmayacak, bu sondu desem de, tutamadığım sözlerime bir yenisini ekledim ve yine tartıştım işte.
Dayanamıyorum, galip gelme hırsıyla dolup taşıyorum. Konu aynı eksen etrafında dönüp duruyor yıllardır. Gözlerimi ukalaca kısıp, sesimi ciddileştirip, "Beni hak etmiyorsun!" diye kendimce rest çekerken huzur doluyorum. O sustuğunda, sigarasını dudaklarına götürüp derin bir soluk aldığında, gözleriyle gözlerimin içini ezdiğinde, olgunluğu karşısında kilitlenip, yenildiğimi hissediyorum ve mantıksızca üstüne üstüne gidiyorum. Hissediyorum, çoğu zaman boş konuşuyorum, gençliğime veriyorum, ama sonrasında hep ben üzülüyorum.
Oturma odasında onu yalnız başına, televizyonla bırakıp odama sığındığımda, elime kalem kağıt alasım geliyor, içimi, sinirimi dökesim... Yazınca anlıyorum ki, çok da haklı değilim. Tartışma anındaki özgüvenim, ukala cümlelerim şu an anlamsızlaşıyor. Onu üzdüğümü biliyorum, bir sonraki kavgayı da yapacağımızdan eminim bir de. Bu da koyuyor sonra. Ders çıkaramayışlarım hayata dair ne kadar çok ve ne kadar acı...
"Beni hak etmiyorsun!" derken, benim onu hak edip etmediğimi sorgulamak gelmiyor içimden. Şu ansa, onun bir melek olduğunu, benimse çelimsiz, değersiz, gerekli şeyleri yaşamamış, hayattan gerekli tokatları yememiş toyluğum altında ezilişimi görüyorum.
incittiysem, özür dilerim meleğim, annem...
Bir dahaki kavgamızda daha olgun davranacağım...
ben bu yazıyı sana yazdım üstelik tüm içtenliğimle..
aslında sen hiç yoktun. hiçbir zaman da olmadın yalnızca ben vardım. sen, seni hatırlayarak izlediğim filmde döktüğüm gözyaşlarımdan biriydin. bazen de sevdiğim şarkıyı dinlerken yazdığım şiir... yüreğimde canlandırdığım mavi bir hayaldin ve inan ki öyle de kalacaksın her nerede ve her ne şartlar altında yaşarsak yaşayalım bu ruh ölene dek ki bilmelisin ruhlar ölümsüzdür yüreğimde yaşatacağım.
gitme demiştim sana ve gerisini söyleyememiştim ya aslında gitme demekle sanden en kötü şeyi istemişim bilemedim. yaşanacak öyle güzel günlerin var ki mavim hiç bekleme ve bekletme hayallerini doyasıya yaşa..
sana sen ölünce yas tutacağımı ben ölmeden bilmeni istedim dedim ya mavim keşke diyorum demeseydim ben yasımıda sana farkettirmeden tutardım. tıpkı diğer duygularımı sana bunca zamana kadar farkettirmediğim gibi..
beni affet..
öyle sevdim ki beni affet..
yağmur yağmıyor bu gece şehre, gözyaşlarm ince ince sızıyor sadece. bedenim öyle ağır ki bu gece ruhum çıktı gitti bilmediğim hiç bilmediğim yerlere. üstüme sinemeyen kokun son kez tenimde. avuçlarım ilk defa benden farklı kokuyor, sen kokuyor. hep düşünürdüm nasıl yazar insan böyle diye; iskender okudukça içlenirdim nasıl yaşamış ki nasıl yazmış diyip kıskanırdm gizli gizli. anlıyorum şimdi.
biliyorum ki yarın senden bir tek iz kalmayacak..
hani demiştim ya olmasan da mutluyum diye; yalan söyledim, ağır bir yalan.. aslında sana hiç yalan söylemek istemedim ama söylemiş bulundum işte..gittin ya hani döküyorum her şeyi bugün yüreklice.
ben seni severken yaşadığımı hissettim
ben seni severken oyuncaklarımın bir anlamı vardı
ben seni severken derin bir nefes alıp hayatla dalga geçtim..
sen benim her şeyimdin diyemem, değildin. annem vardı, dostlarım vardı, sevmesem de bir babam vardı. haksızlık edemezdim. ama ben her şeyim olmanı diledim.. süpürecekmişsin gibi tüm tozu kiri, bütün pisliğimi, dünyanın acı acı öğretttiği bildiklerimi.. evet öğrendim ama bunlar değil.. aşkın ne denli çıkmaz olduğunu ne denli yaralayabileceğini; evet ben bunları öğrendim..
bak benim şarkım çalıyor, seni tanımam gibi denk gelmiş olmalı bu da. blower's daughter.. uçucu bir şeyim ben, ansızın kokum gelecek soluduğun herhangi bir an ve burada diyeceksin..rüzgar gibiyim ben, üfleyip üfleyip boynunun en hassas yerine gideceğim birden.. sanıyor musun ki unutacaksın? dilerim unutmazsın, dilerim ki her esen rüzgar beni anımsatsın.. böyle hoyrat seviyorum ben; bir sakıncası mı var(dı)?
durdurmak istiyorum baharın hercai akışını, durdurmak istiyorum kalbimi, sussun artık. atmazsa atmasın mühim mi? bugün değil.. diliyorum ki yarın sabah uyanmayayım, çünkü yarın seni silmiş olacağım, çünkü yarın farklı bir ben olacağım. senin sevdiğinden apayrı bir ben, ben gibi bir ben, aynı eski halime benzeyen, seni tanımadığım günlere denk gelen..
yasmin levy şarkıları nasıl yakıyorsa canımı öyle yakıyorsun bu gece, işte sen düşün artık..bir şarksında "seni unutmanın içimdeki acıya deva olacağını düşünmüştüm fakat bu acı çok çook daha büyüktü" diyordu.. bu kadar zor olmasın gidişin olur mu sevgilim? sevgilim.. ah sevgilim.. bu kelimeyi sana hiç söyleyemedim.. neyimdin ki benim? bir süre sonra hiçbir şeyim.. annem demişti bir gün "kimse vazgeçilmez değildir" diye, biliyor musun ben senden hiç vazgeçmek istemedim. sanırım sorun burada. istemedim çünkü ikimiz en güzel aşk filmleri, en derin kitaplarda yazılan aşk hikayeleriydik. ve bir hikaye olarak kaldık, sonu bugün gelen.
yalnız olmayışım rahatlatmıyor; biliyorum ki telefonlar, kapı zilleri hiç susmayacak, arayanlar, isteyenler bitmeyecek.. mühim mi sence?
dün ağladın ya içim gitti sevgilim.. baban, annen, sevgilin, çocuğun her şeyin olmak istedim. nanni nanni diyip ninniler söylüyorum bu gece kendime; hiç bilmediğim bir dille. dur diyor, sus diyor olmalı bu şarkı; öyle olmasını dilerim..çünkü bitiyor her şey bu gece.
jesux d fants izlerken ki heyecanımı bilemezsin, her izleyişimde gelişine daha da yaklaştığımı hissetim. "laaa laaa laaaayyy laaraaa laa laaayy" diyebilmeyi hayal ettim.. senle paylaştığımda "bu ne güzel bir şarkı!" demeni de unutamıyorum, izlemese de hissettiklerimi hissetmiştir dinlerken demiştim. ah ne kadar çok "demiştim" senleyken. beni biliyorsun, yıllardır tanıyormuşsun gibi hissetmiştim..
yarattığıma değil sana aşıktım ben..cümlelerim ne kadar da boş değil mi?"bir rüya gibi" evet evet tam olarak bu. mümkün mü ki bir insanın birini bu kadar sevmesi; değil.. becermiştim işte ben, bu kadar aptalken nasıl becerebildiysem..
çok içme olur mu, üzme kendini boş kadınlar için, iz bırakmasın sende önemsiz insanlar;biliyorsun hep olacaklar.. iyi bak bir de kendine çok hem de..kafa sallayışını görür gibiyim..
bir de
bir de ben seni çok sevdim, sadece bu yaksın canını olur mu..çok sevdim seni! Sadece bu yaksın canını..
ben kimilerine göre bir dahiyim, kimilerine göre ise tam bir deliyim.
kimilerine göre çok cömertim, kimilerine göre ise çok bencil.
kimilerine göre çok zekiyim, kimilerine göre salağın teki.
kimi hocama göre ben çok büyük müzisyen olacağım, kimilerine göreyse benden amatör müzisyen bile olmaz.
kimi hocamın "sevgili oğlu"yum, kimi hocanın nefret ettiği lanet öğrenciyim.
kimilerine göre ne yaptığımı çok iyi biliyorum, kimilerine göre ise tamamen deli cesareti ve şansla yükseldim.
kimilerine göre vatanını seven biriyim, kimilerine göre ise ucuz milliyetçiyim.
kimilerine göre çok duygusalım, kimilerine göre ise taş kalplinin tekiyim.
kimilerine göre en iyi arkadaşımla topluluk içinde bağıra bağıra gülebilecek kadar hayatı seven biriyim, kimilerine göre ise bunu sadece dikkat çekmek için yapıyorum!
kimilerine göre fazla rahatım, kimilerine göre ise tam bir rahatsız.
kimilerine göre çok açıksözlüyüm, kimilerine göre ise patavatsızın önde gideniyim.
kimilerine göre etrafını fazlaca düşünen bir insanım, kimilerine göre düşünmeyi bile bilmiyorum.
...
onu bunu bırakın da, benim umrumda değil bunların hiçbiri!
ben en azından kim olduğumu biliyorum!
zaman... işe yaramayan bir ilaç. geçirmiyor acılarımı. gittikçe büyüyen yaralarımı durdurmuyor.
sevgisizliği hak etmişmiydim diyorum defalarca. açıkçası bu kadar sevgiyi de sen hak ettin mi bilmiyorum.
sadece ruhuma bir darbe de senden geldi. oysa zırhımı giyinmiştim ama sana karşı dayanıksız olduğunu yeni fark ettim. neye yarar ki fark etmek? sonuçta olan oldu. ben kendimle baş başa, senden uzakta bir yerde acılarımı kendi başıma yaşıyorum ki zaten tek başıma olmasaydım şuan acılarıma üzülürmüydüm? hayat işte. ben kendimle başa çıkmaya çalışırken bir de sensizlik fikrine alışmaya çalışıyorum. yani yaşamaya çalışıyorum.
bu kadar zor olmamalıydı. yenilgilere alışık bünyem bu sefer ki yenilgisinden galibiyetle ayrılabilmeliydi. bu kadar hezimete karşılık kupayı kazanan sporcu kadar ayaklarım sağlam basabilmeliydi. ama ben yine başaramadım işte. acizliğimle, boynumu eğmiş "belki" diyerek umut etmeye devam ediyorum.
şarkılardan anlamlar çıkarmaya başladım. oysa bizim bir geçmişimiz bile yok. iyi ki yokmuş. dşünmek istemiyorum, heralde ölmek ve bu dünyadan çekip gitmek isterdim. aslına bakarsan şuan da bunu istiyorum ama bunu bile başaramıyorum. çok acizim. haklısın aslında benle olmamayı tercih etmekle.
sen beni istemiyorsun ama bu senden vazgeçmem için bir neden değil benim için. ben seni hesapsızca seviyorum. lakin senin gözlerin bunu göremiyecek kadar körken elimden başka türlü bir şey gelmiyor.
benim bu hayatta sen dışında hiçbir şeyim yok. ne umutlarım, ne hayallerim... ben yitirdim herşeyimi. vazgeçtim mutluluklardan. ve hatta mutsuzluklardan da... neye yarar ki tek başına? olmayan insanlarla paylaşmayacaksam istemiyorum. tüm haklarımdan feragat ediyorum. hayatımdan da... dilerim bir an önce kabul görür. belki seni orda beklemek ruhuma bu kadar acı vermez. senin geleceğini bilerek vakit geçirmek daha kolay olur. oraya gelişin kesin ne de olsa. yine de yaşadığım her an senin gelişini bekliyerek geçirmeye devam edeceğim sen bilmesen de. ben senden bir tek vazgeçemiyorum aslında bütün mutsuzluğumun nedeni olsan bile. sen benim tek mutluluğumsun senin haberin olmadığı zamanlarda da. çünkü ben seni hala seviyorum hiç kimseyi sevmediğim kadar.
benim en kötü huyum hiç sevmemem gereken bir adamı sevmemdi.
lükstü seni sevmek bana.
hatta imkansız.
ben sevdim.
ve aşık olduğum adam sen beni hiç anlamadın ya da anlamamış gibi yaptın.
ben seni sevmeye devam edeceğim.
seni seviyorum
sen beni benim seni sevdiğim şekilde sevme kadın gibi de görme umrumda değil
düşlerimden seni çıkarmayacağım
düşümsün sen ve ben her gece yine sana sarılacağım ve
düşten önce son ses senin sesin olacak kulaklarımda dayanabildiğim kadar
zor olan tek şey seni aramamak bunu da başaracağım
seni aramayacağım elim telefona gitmeyecek.
nefesin şeker kokar mı bilmeyeceğim
ama asla ben sigara kokmayacağım
sen bile beni sigaraya döndüremeyeceksin.
şafak vakti bu şehire doğmadı
doğarsa da ben olmayacağım
şafak vakti seni çok özledim yalnız senin özlem'in, blonde.
Gönlümün yıllar önce geçtiği bir durağa daha yeni geliyorum. Önce seni mi öpüyorum yoksa inip de mi öpüşüyoruz bilmiyorum. Ama nihayet dudaklarını karşımda buluyorum. Güneşin batmaya yaklaştığı saatlerde, kızılca denize bakıyorum. Ki o an kızılca kıyamet kopuyor içimde..
Yokluğun bas bas bağırıyor, Sanki martılar birlik olmuş hepsi adının anlamına gelen bir şeyler söylüyor. ya da biz, deniz, durak, sen, ben, akşam, öyle anlıyoruz..
Mutluluk.. diyorum sadece o en uzakta dokunabildiğimiz ve bir adım fazla atsak düşeceğimiz.
Mutluluk soğuk bir kentin gece sabaha yakın saatlerde aldığı son rengin adı. Ya da sensin. Elinde bir kadeh şampanya gecenin gelmesini bekliyorsun önünde denizin. Deniz kızıl, gözlerin, boynun kızıl. Kurduğun hayalleri bile öyle görüyorsun ateş rengi. Sürekli fotoğraflarını çekiyorum.. saçının her halini..
Eğer gerçekten bir meleksen fotoğraflarda da çıkmaman gerekiyor biliyorum.. Rüzgar alıp götürse diyorum şalını, atlasak ardından, Bir süre öyle kalsak. Makyajın aksa..
Mutluluk.. sadece mutluluk.. istediğim tek şey bu ve sende bulduğum. Gönlümün yıllar önce geçtiği bir durağa yeni geliyorum. Otobüs dursa da durmasa da ben iniyorum..
ve yine kulaklarımda senin adın,
en sevdiğim kadın..
bu gece daha huzurluyum içimdekileri kustuğumdan ötürü.. daha hafif gireceğim yatağıma, dar gelen odama..
kördüğüm bu bırak ben kendim çözebilirim, yenilmiyorum hayır sadece susuyorum".. tepkisizliğine tepkim yok artık. hissizleşiyorum gün geçtikçe. acının dozu değişmiyor ama alıştım mı nedir bilmem dedim ya daha huzurluyum. yaptıklarımı düşündüm de daha doğrusu yapamadıklarımı, hayaliyle yetindiklerimi onlar bile çok değerli. bana değer yani, küstahça bulursun belki ama değişmeyen gerçekleri var hayatın..
hep derdin ya "bu zamana kadar kötü gitti diye hayat bundan sonrada kötü gidecek diye bir şey yok! hem bak ben geldim her şeyi iyileştirmeye, yeniden düzeltip güzel kılmaya" diye, ne kada yanlış düşündüğümü anlıyorum şimdi seni de anlıyorum... ve hoşgeldin, iyiki gözlerime uzun, utangaç baktın... tıpkı hayata gözlerini açan bir çocuk gibi...
güzelmiş hayat, neler kaçırdığıma pişman oldum... büyük hata yapmışım, yanlışlarımı düzeltmeye başlayınca anladım.. ne kötü tek başıma ayağa kalkamamam!.. bu kadar güçsüz! yorgun ve savaşmaktan korkan biri olmam zamanında!.. bunlar sana, bu teşekkür, bu karşılama sana... utangaç haline hayran olduğum sevgili.
hayat güzelmiş ya, dünya sadece gri ve siyah değilmiş.. her rengin onlarca tonu varmış... umarım çok şey kaçırmamışımdır...
kanalizasyona bağlı bir sokak ızgarasından çoktan kaçmış, şehir suyuna karışmış ve yer yer dudaklarına değmekte olan
gözlerini saklamak için taktığın, içinde gözlerini saklayan bir şapkayla sen..
en son yıllar önce bir tren geçmiş olan bir duraktasın hala. ya da sevgilim diye seslendiğimiz son sokak kedisi. ağzında çalıntı şehir parçası, toprağın altında yaşıyor şimdi. ya da toprak sırf onu sarmak için ölmüş yıllar önce. ve tren son geçtiğinde, en son sen geçtiğin için, bursa demişler adına..
ismini aradığım bir kaldırım taşı altında birikmiş yağmur suyu, kollarında can yelekleriyle avuç açmış mutlu olmaya.. boğulurcasına.. dudaklarından kan sızmış sokak kedisi parçalarken kenti, sevgilim diye seslendiğimiz son şiir, adın olsa gerek.. sen durakta o gelmeyen treni beklerken, ben ardında koşuyorum, elimde numarasız bilet.. ve sevgilim dediğimiz son sokak kedisi, çoktan ölmüş bir toprağın altında yaşıyor hala..
hepiniz..
yaralanmaya meyilli olup bilinmeden ölen de..
şüphe çekmemek için lunaparkta öpüşmeyi tercih eden de..
sen de..
tahmin ediyordunuz, benim size dair şiirler yazıp boğulduğumu.
kahvecinin oğlu da olsa, gazoz kapağı vermeyeceği adamları seven kadın..
bir gece yarısı rakı sofrasında, sarhoş bir adamca bıçaklanan beyaz peynir..
biliyordunuz..
''bahçenize erik çalmaya girsem de bana taş atsan'' diye duaları olan bir çocuk gibi, kimsenin bilmediği oyunlar keşfettiğimi..
tek notalık adı olan kadınlar sevdirdi oysa.
mi..
sen de mi?..
belki böylece öğrenebilirsin karanlıktan mı, yoksa görmemekten mi korktuğunu. bahçenizde hiç erik olmadıysa bile ve karanlık, senin yokluğunun diğer adıysa, ne taştan kork derdim ona, ne aşktan..
bir tek kulaklarımda senin adın,
en sevdiğim kadın..
acılarımın geçmesi gerekiyor. bu yüzden yine ben sana oturmuş bilgisayar başında yazı yazıyorum.
duygularımdan emin olmadığım bir anım olmadı benim. yanılmamışım. ben seni sevmişim. zaman ve mesafe... iki en büyük düşmanım. bilmiyorum belki onlar olmasa da sen yine beni istemeyebilirdin. hiç emin değilim. sadece bir kaçış yolu olarak görüyorum. aslında ihtiyacım var bahanelere.
ben yine sana içimden geçenleri söyleyemedim. yine sustum. aslında ne söyleyebilirdim onu da hiç bilmiyorum. "tarifsiz duygular içindeyim" demişler ya işte ben de öyleyim. sana "seni seviyorum" diyebilmeyi oysa ne kadar çok isterdim ama dememeliydim. sana göre bu sevgi olamazdı, biliyorum. belki beklediğim kişi sensin; hayatın bana sunmasını beklediğim adam. bilmiyorum.
sana artık yalvaramam. kendimi daha da küçültemem senin karşında. sen bilmesende ben seni sevmeye devam edecem. biliyorum ki ben bunu yaşıyabilecek kadar güçlüyüm. sana aitken yüreğim bir başkasını sevemem daha doğrusu severmiş gibi yapamam. ben oyun oynayamam duygularla. zaten sana karşı yenilgimde rol yapamayışımdan ibaret.
şarkıda da dediği gibi "belki bir gün özlersin". özlediğin gün ben yine senin yanında olacam sen hissetmesen bile çünkü ben seni her gün özlüyorum.
senin umrumda değildi belki ama sen giderken içimden dönüp sana son kez bakmak istedim, dönüp bakamadım. biliyorum ki yüreğim daha çok acıyacak. hissettiklerim daha çok acıtacak canımı.
sordum, cevap verdin. sustum, baktın ve benim içim acıdı. ve şimdi giderken sen kanayan yaralarıma pansuman yapmak için kimden yardım isteyeceğimi bilmeden oturuyorum.
hastaneler...
insanı olgunlaştıran nadir mekanlardan biriymiş, öğrendik.
" hayat stajı " nedir onun öğrenilip bizzat tecrübe edilmesine olanak sağlayan bir yermiş, kavradık.
orada her türden insana rastlayabilir, binlerce hikayeye ve yaşantıya tanık olabilirsiniz. misal;
doğru dürüst herhangi bir sağlık güvencesi olmadan, elinde üç kuruş parayla oradan oraya koşturanlar mı dersiniz yoksa kimsesi olmayıp günlerce hastane köşelerinde sürünenler mi?
ya da o filmlerden de gayet aşina olduğumuz büyük ameliyathane kapılarının önünde bekleyen insanlar mı ? umutta var orada, bekleyişte ve tabiki birini yitirilecek olmanın bilinciyle korku da.
kısa bir süre önce yeni mekanım gibi olmuştu bu hastaneler. yani şu soğuk yapıları ve her daim ilaç kokusuyla dolu mekanlar.
bir zamanlar kimse sokamazdı beni böyle ortamlardan içeri. fena halde can sıkıcıydı çünkü. etrafta sürekli hasta suratlar, ağır kokular, vazgeçmiş gibi görünen ve feleğin okkalı tokadını yemiş binlerce insanların mekanı gibiydi. o yüzden duramazdım öyle çok. boğulur gibi olur kendimi hemen dışarıya bir yere atardım. yıllarca böyle kaçtık ta ki yolumuz düşene kadar. günler geçti. az uyuduk çok bezdik lakin bir şey diyemedik. sağlıktı bu sonuçta, çekilir dert değildi belki ama o zamanla iyileşecek, tekrar evimize dönecektik.
sabır...
mühim bir mevzuymuş cidden. insanı olgunlaşıyor. katlanabilmeyi, her ne olursa olsun bir zamanlar "asla yapamam" denilenleri sırasıyla ve layıkıyla yapmayı öğretiyor. gereklilikler ve sorumluluklar eski asiliği silip atıyor ve zamanla "hastane insanı" oluyorsun.
yani zamanla gördüklerin seni etkilememeye, bir nevi doktor duyarsızlığına ulaşmanı sağlıyor. bu bir tür soğukkanlılık gibi. gördüklerin sıradan hadiseler halini alıyor ve öğreniyorsun;
evet, her şeyin başı sağlık.
ve evet, hastaneler hala nefret ettiğim mekanlar listesinde başı çekmekte.
lakin yaşam şahane tecrübe sahasıymış onu öğrendik. en başta da dediğim gibi, orası bir nevi hayat stajı gibi.
hayatta tecrübe sağlayan nadir mekanlardan biri.
elbette ortak temenni hiç kimsenin oraya deyim yerindeyse düşmemesi, uğramamasıdır. lakin emin olunuz, zamanla görüp tanık olduklarınız hafızanızda unutulmayacaklar kategorisinde uzun süre ikamet edecek cinstendir. en azından şunu öğreniyorsun;
ne şartlarda binlerce insan öyle ya da böyle yaşama azmine kaldığı yerden devam ediyor. binlerce dert var, binlerce keder.
işte bu nedenle bir zaman sonra " hayatım berbat " derken bilinçli olarak dememeyi seçiyorsun.
çünkü çok daha zor hallere sahip binlerce insan gördün, tanık oldun ve öğrendin.
hayat, hevesle sürekli ders veren idealist bir öğretmen gibi. hiç vazgeçmiyor.
annecim geçmiş olsun, sen gözünde ısrarla durmayan gözlüğünle bu satırları okuyorken ben büyük ihtimalle seni öpüyor olacağım.*
sen ve ben bugünlerde dillere dolanmışız laiklik gibi...
birimiz din birimiz devlet sanki..
sözde cumhuriyetciler ille de ayrılın diye tutturmuş
yeşiller hepten istemiyor..
solcular laiklik bu değil derken,anarşistler laiklik hic olmadı diyorlar..
bize ne olduğumuzu soran yok...
biz yalnızca yaşıyoruz...tarafsızca...*
kaldırımların soğuk lekeli izlerinde buldum uçup giden yüreğimi..
seni görmek kendimi görmek gibi; aynaya bakıp bakıp kendime küfretmem gibi..
seni anmak; dilimin ucunda sevdiğim bir içki tadını almam gibi ve hiç haz etmiyorum artık bu acımsı taddan..
bu dünya naylon ya hani; herhangi bir parmak izi gibi pis ve kirliyim bende.
bugün öfke doluyum herkese, her şeye..
yağmurdan kaçmak için ortaklaşa taksi tuttuğumuz günden hatırlıyorum seni. gülümsüyordun. hasta olduğun her halinden belliydi ama böyle ölmeyi hak etmiyordun. olmadığın bir sabah ortasında, bursa ile beraber oturmuş ağlıyorduk. soranlara içinde adın geçmeyen şarkılar söylüyorduk.
ki ne yağmur..
kimin ağlayıp, kimin güldüğünü birbirine karıştırırcasına. dünya dönüyorsa madem, durduğumuz yerde kaybolabilir miyiz dedim acaba.. hem de belki yarın sabah yine geçersin büfenin önünden.
güldün..
ben durdum, sen kayboldun. dudaklarının arasında adımı duydum. çekip almaktan başka çarem yoktu ki, taksi durdu. indik, kayboldun.. indiğimizde yağmur bile durmuştu. bu sabah yine yoktun..
ki şimdi unutsan da uyuyamazsın düşünmeden.
hem beni, hem seni sevdiğimi..
yağmur kaçılacak bir şey de değildi oysa. ve tıpkı aşkta olduğu gibi ıslatmalıydı adamı. belki de bu yüzden sarılırcasına kollarını açar insan gökyüzüne. çektiği çileye güler, kahkahalar atar ıslanırken.
dedim,
güldün.
zaten ben ne desem gülüyordun..
adımı söyledin, çekip almaktan başka çarem yoktu dudaklarından. taksi dursa da, ben durmayı düşünmüyordum ki.. öldün zannettim yağmur bitince. oysa sen, yarın sabah yine geçeceksin büfenin önünden.
ey narin menekşe
ey pamuk şekeri gülüşlü
ey selvi boylu şey
her bir kirpiğim özledi kirpiklerini
ince ellerin ufuğa uzandığında güneş doğmuş oluyor mu hala ?
boynun omuzuma kaldı, ve ben o günden beri kıpırdamıyorum biliyor musun ?
kahvem de soğudu seni seyrederken.
ve tüm ateş böcekleri ellerinin inceliğine dalıp güneşe yöneldiler
ey şirin şemsiyeli
ey mahçup papatya
ey yüreğinin sıcağı eklemlerimi burkan güzellik
kağıt gibi büküldüm sen kalemini kaldıralı alın yazımdan
mütemadiyen üşüyorum yaz gelişlerinde
parçalı bulutlu tüm mutluluk avunuşlarım
ey sarmaya kıyamadığım prenses
ey zeyin gözlerinde hapsolduğum evren
ey ellerinin kıvrımlarında kaybolduğum gizem
unutmadım seni...