denemekten zarar gelmez mantığıyla başlanmış bir beraberliğin yarın 7. ayına giriyoruz. ayrılığı da yaşadık, sancılarda çektik kuşkusuz. gitti sandığım ellerini yeniden tutmak, öpüşlerinin ıslaklığını dudaklarımda hissetmek, kulağına tatlı sözler fısıldamak, teninin sıcaklığını her dokunuşumda, her dokunuşunda hissetmek, gözlerine bakmak, bazen öfke duymak, yeri geldiğinde nefret etmek ama tutkuyla bağlanmak, senin olmak, sen olmak, ben olmak, biz olmak ne mükemmel bir duygu tarif etmem imkansız.
her yeni güne seninle başlamak, en olmadık zamanlarda seni düşünmek, üşüdüğümü hissettiğimde hayaline sarılmak hayatımın en güzel ayrıntıları haline geldi.
7. ay hatırası küçük bir nazar boncuğu. sakındığım, kıskandığım geçmiş güzel anların, günlerin, -garantisini veremediğimiz, zamanı gelince göreceğimiz- gelecek daha da güzel zamanların anısına.
unutma kuzum ister seninle olayım ister çok uzağında nefes aldığım sürece hep içimdesin, bendesin.
allah'a şükür etme nedenim, kuzum, şimdi tek bir dileğim var. allah bizi esirgesin.
sinir harbi. pek çok şey söylemek istemek ama kırmamak için susmak. sonra da sustuğu için kendine kızmak. iki ucu boklu değnek. rastgele bir şarkı açmak ve şarkının bana dönek demiş itin birisi çıkması, şarkının anlamını da unutup isme takılmak. daha da sinirlenip saç baş yolmak ama sonra her şeyin bir çözümü vardır cümlesinin akla gelmesi.
nerde vardır herşeyin bir çözümü ?
elbet her düğüm çözülür, bazısı çözerek, bazısı keserek ama.
saçlarını düşünüyorum, kalbinden geçenleri tahmin etmeye çalışırken yakalıyorum kendimi defalarca. ardından tekrar telefonuma doğru bakıyorum. o sanal zarf resmini görebilmek umudu ile.
işte gökyüzü kapkara ve ben seni düşünüyorum.
omuzlarını düşünüyorum. başından geçenleri tahmin etmeye çalışırken yakalıyorum kendimi defalarca. ardından tekrar telefonuma bakıyorum aramışsındır da, duymamak gibi bir aptallık yapmışımdır belki diye.
işte gökyüzü karanlığa üzüldü sonunda ve ağlıyor. ben yine seni düşünüyorum.
iyi mi yapıyorum bilmiyorum.
umut beslememeliyim sana karşı. sen, üzmek istemiyorsun beni, biliyorum. uzaklaşıyorum.
olmuyor.
işte gökyüzü karanlığından bıkkın aydınlanıyor yeni güne. ben tekrar tekrar seni düşünüyorum.
senin olduğun yerde güneş çoktan doğmuş oluyor.
bana doğru gelen ışık güzelliğini yüzüme vurmak için sabırsız yine.
oysa ben istemiyorum.
işte o parlak yıldız selamlıyor beni. ben çıkartamıyorum bu gece de aklımdan seni.
kapatıyorum bilgisayarımı. bir sigara daha yakıyorum.
sen sıcaksan ben daha sıcağım diyorum o ışığa doğru.
o da bana "ben daha güzelim" diyor.
haklı.
uzaksın bana, belki denizler yok aramızda ama uzaksın işte.
ne zaman ki bu başlığı görsem yazmayacam lan buraya, benimki bitmiyecek işte diye kendi kendime söylenirdim. 7 aylık birliktelikten sonra aradan 3 ay geçti. sen hala rüyalarıma gelirken, seni yaptıklarına rağmen tam olarak içimden atamasam da sen 3 ayda beni aldattığın kişi ile beraber üçüncü beraberliğini yaşıyorsun... sadece yazık diyorum ve kendime sövüyorum... bu kadar derinden sevdiğim için " oğlum harbi malsın lan" diyorum. seni tüm saflığımla sevdiğim için, bana başkasıyla beraber olduğunu söylediğinde kalbimin sıkıştığı, kendimi ölecek gibi hissettiğimde bile hala seni düşünüp eğer şimdi bana bişey olursa aileme senin yüzünden olduğunu söyleme dediğim için , sonra durup uzun bir süre seni alkışladığım için kendime kızıyorum. o an içimdeki tüm hüzünü yüzüne vuramadığım için, avazım çıktığı kadar bağırıp sana lanetler yağdırmadığım için, senin kadar hain olamadığım için kızıyorum.
aradan 3 ay geçti ve ihanetini yanıma alarak yavaş yavaş çıkartıyorum seni... kendime yeni yeni geliyorum, dengesizleştiğim halimden kurtuluyorum. ama hala gidişine bir anlam veremiyorum. ne zaman ki el ele dolaşan bir çift görsem neden diye kendi kendime soruyorum. neden? cevabı seninle ciddi düşündüğüm, seninle oynamadığım, değerli insan kategorisine koyduğum, sana karşı her zaman iyi olduğum yani insan olduğum için mi diye soruyorum. artık başka birisine nasıl güvenirim bilemiyorum...
şimdi düşünüyorum da senin için nelerden vazgeçmeyi göze almışım... iyiki çok geç olmadan, bir hataya kurban gitmeden, dönülmesi zor bir noktaya getirmeden kendimi çıktın hayatımdan. saf sevgimi saldığın zehir ile daha fazla kirletmeden çektin gittin sana yakışır bir adilikle.umarım hak ettiğini bulursun...
evden çıkıyorum,sabah demeye bin şahit saatte otobüse biniyorum. karşımda hep bir parçası sana benzer insanlar. aklımda dikkat ettiklerin. okula geliyorum, kahvemi alıp bir köşeye çekiliyorum. ve çekildiğim her köşede binlerce insanın içinde senin gülüşünden, senin saçlarından ve senin bakışlarından çalmış bir adet insan gelip oturuyor karşıma. eve dönüyorum, fotoğrafların aklıma geliyor, çizmeye çalışıyorum yüzünün bir bölümünü, beğenemiyorum bir türlü.
sen dışındaki sana ait, senden çalınan ne varsa garip bir değer vermeye başladım. sana benzeyen birinin sevdiği bir şarkıda bile seni arayabilecek kadar. senin konun, seni tanıyan insanlar, senin resimlerin, değişimlerin, gitmelerin ve kalmaların. böyle bugünlerde, reddedicek olsam da her seferinde.
ama bir gün tüm bu reddedişleri yenip gelicem, yine de.
olmaz
içimde kocaman bir boşluk.
dolduramıyorum.
bugün sokağından geçtim,
ihtimallerdeyim hala
sen artık benden bu kadar nefret ederken
ben sana bu kadar öfkeliyken
en başa, en geriye sarsak nasıl olurdu dedim?
Nasıl olurdu?
hiçbir şey değişmezdi.
sen beni gene sevmezdin
ama ben seni yine severdim.
ben her şeye hazırdım seninle,
şimdi ise hiçbir şeye hazır değilim.
asılı kalmak istiyorum zamanda
ne dün olsun ne de yarın kalsın.
zaman, ilk elimi tuttuğunda, ilk elini tuttuğumda
zaman, ilk beni öptüğünde, ilk seni öptüğümde
zaman, ilk birbirimizin kollarında uyuduğumuzda
dursun.
uzun upuzun zamanlar sonra kalbimin yeniden çarptığı "o an"lardan birinde
kalalım.
ben böylesine üzülmeyeyim, öfkelenmeyeyim, içim boşlukla dolmasın
sen de benden nefret etme.
haklı ya da haksız olmasın.
ben aklıma hükmedebileyim
sen de bir kerecik olsun beni merak et.
sonra serbest bırakayım seni
sen de beni.
sonra her şey yoluna girsin
artık yoluna girsin.**
hayatıma senden önce olduğu gibi devam etmek istiyorum günlerdir. garip ama senden önceki hayatımın üzerinden çok uzun zaman geçmiş gibi geliyor şu an. dört günde daha doğru düzgün tanımadığın birisi hayatını ne kadar değiştirebilir ki dediğini duyar gibiyim...
geceleri senin beyaz atlı prensin olduğum masalları düşünerek uyuyorum. hem hepsine de mutlu sonlar yazıyorum zaten masal dediğin mutlu sonla bitmez mi...(kibritçi kız hariç)* açık söylemek gerekirse canım hala ilk baştaki kadar acıyor. eğer karşımda olsan buna da zamanla geçecek derdin kesin ama bilmiyorum kafam allak bullak şu an ve emin olduğum tek bi' şey var o da ileride keşkeli cümleler kurmak istemediğim.
ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyorum. senden bu kadar kolay mı vazgeçmeliyim yoksa her şeyi göze alıp sana kavuşmalı mıyım?
ben senin masallarında ki beyaz atlı prensin olabilme ihtimalini sevdim...
Hayata bakabildiğin kadar uzaktan bakmak değil ben deki ve olmayacak bir lutfu bekleyerek yaşamak
Çare olurdum elbet ve fakat geldim sen yoktun.
Şimdi yoksun varsın esasen ama varlığını bile sürdüremiyorsun.
Olmadığım bir gezegen de varlığımı varmış gibi yaşamak niye?
sarulacağın her yer madem ki inkar ettiğin varlığım. neden yaprak kımıldamıyor?
Baktığın yerde bir selam vaktinde durmak mı? kavuşmak..
içinde saklı kalmalıydı o ümidin. söylediğin gibi. ve fakat ona bile yenildin ve konuştun susman gerekirken anlattın ona. şairin dediği gibi artık o yazanında avradını, çizenin de.
adınla başlamış olan iki satırlık yazgıyı silmek defalarca işte beyazlık bu! temizlemek ne varsa.
beyazı yaza, çize kirletmek mi? sevgli olmak?
Olmazların varlığını görüpte saklının, karşılığını aramamak ve hatta ötede tutmak mı seni, uğruna adanmış bir yaşamın gözlerinde anlamlı kılmak?
Hayalini dahi kuramadığın o muazzam olguların varlığını sorgulayıp harcadığın şu vakittin, ömründen giden zaman olduğunu görmüyor musun? görebildiğin ne? yalnızlığın esaretine boyun bükmüşlük mü? Bu caddelerde yıllarca aynı anda varlığımızı bile birbirimizden öte tutmuşken bu mesafenin ötesine geçip can mı yapmak tek niyet?
beni sevmek kendini yitirircesine, bensizliği bana kavuşmak adına yudum yudum içmek değil!
Aşka inanmak ve Tanrı'ya şükretmek bütün bunlar madem ki doğru! o halde aşk dilenmeden beklemek ve susmak gerekirdi. Tutamadın kendini. yenildin.
bekledeğin yok! umduğun yok! cennet diye adlandırdığın o muazzam büyülü bahçe yok! bu gezegen de olmasının mümkünatı yok!
"Sana aşık olmak,adam gibi aşkların yalansız ve zamansız sevdaların hala var olduğunu sevgi simsarlarına kanıtlamak.Her şeye rağmen,sevdanın nefesini kesen,yüreğimin hareketlerini gözlerinin karanlık dehlizlerinde kilitleyen yalnızlığa inat seni sonsuza değin sevmek. Gece gündüz bilmeden senin dünyanda senin saatlerinin işlediği zamanın sen olmadığında durup beklediği bir alemde, sen sevene kadar,aşka ihtiyaç duyana kadar sana sevgili olmak... "
eylülün ilk haftası hatırlatacaktın da, aşı olacaktım güya...
grip aşısı, söylemiştim ya. çok zor geçiyor aşı olmayınca koca kış. hele bir de aşı olmadan hastalanırsam, yandım gitti. yaza kadar iyileşemiyorum. iyileşmeden de aşı yapmıyorlar. her neyse...
unutmuştur belki, ben de unuttum zaten. benim de unuttuğum bir sürü şey vardı hem. doğum gününü bile unutmuştum be, gerçi hiç 'doğum günün ne zaman' muhabbeti olmadı ya herkes gibi, ondan belki de. herkesinki gibi değildi bizimkisi, belki de o yüzden normaldi aslında...
galiba hiçbir şey ifade etmiyorum artık senin için. ne acı... oysa o kadar çok isterdim ki; 'senin için bir şey ifade etmiyorum, tıpkı senin, benim için bir şey ifade etmediğin gibi' demeyi. kendimi kandıramam, seni kandırabilsem bile. sen kendini kandırmaya programlanmış ruhsuzu oynasan da... kendimi kandıramam, o yüzden seni kandırmama da gerek yok. hâla çok şey ifade ediyorsun, aşk'ı en azından...
'yine de güzeldi' demeyi öyle çok istiyorum ki, aylar sonra. demem için bir neden olmasa da, diyorum. kendimi kandırıyorum ben de. sana benziyorum giderek. gittiğinden beri en çok sana benziyorum...
istanbul hiç bu kadar çok şey anlatmamıştı bana. zaten beşiktaşımdan başka bir bok anlattığı da yoktu, seni tanıyana kadar. senden sonra beşitaş'ın bile bir değeri kalmadı istanbul için. niyetlendim bir ara bu şehirde yaşamaya. zaten aylardır süre gelen kafa karışıklığında, ne yapacağımı bilmeden dolaşıp duruyordum il il. olur mu dedim, denedim. olmadı, olmuyor, olmayacak gibi...
her bir kaldırımında kendimle karşılaşıyorum. kendimle karşılaşmaya cesaretim olmadığından değil, üzüntüden benimkisi... her bir sokağında hayallerim öylece duruyor, umutlarım asılı kalmış. içimdeki çocuğa tecavüz edilmeden önceki hali orada. kaldıramam bu kadarını. kendimle karşılaşamam, karşılaşmamam lazım. zaten vapurda da yasaklamışlar sigarayı. neyime lazım, kadıköy'den beşiktaşa giderken sigara içilemeyen vapur?
salak uğraş demiştim ya, hani istiklal de son vermiştim... hani sana da söylemiştim. aslında o kadar da salak bir uğraş değilmiş. keşke tamamlasaydım. belki toplayabilirdim her bir parçamı o zaman. yarım kaldım gördün mü? kendimi sende kaybettim, hiç gördün mü?
susacaksın ya, güçlü olacaksın ya... ol bakalım. güçlü bilsinler yine seni. ben de kendimi kandırayım bu kez; 'güçlüydü' diyeyim.
hiç olmamamız gereken yerde, hiç olmamamız gereken insanlarla, aslında hiç yapmamız gereken şeyleri yaparken, aklımıza düşüverir bir an, bir şeyler. gerçeği görür, görmezden geliriz. güçlü olmak adına.
hayat bu ya savuruyor yine bir yerlere. her gecen gun beni daha da itiyorsun kendinden oteye ben sana geldikce... butun asagilanmalari, butun yok saymalari goze alarak anlatmistim herseyimi sana... son kez demistim... son kez ve sonsuza kadar seni istemistim. sendeki beni sormustum sana, buyuklugunu anlatmistin. nereye gidersen git yanimdayin demmistin.. ama yoksun.. ne bir nefes kadar otemde ne bir dus kadar sicagimdasin artik.. gittin yine.. yolun acik olsun..
gözlerindeki sessizliği okuyorum
yanlış bir aşkın arkasından bakarken korkmuş ve yalnız
bir çocuk gibi cesur
bir kadın gibi gururlu
ve bir erkek gibi ihanetin izlerini taşıyor gözlerin
gitmek zor gelmesin sana ki
zaten dönmüşsün arkanı
başın hafif solda
gözlerin duvarı izliyor
ağlıyormuş gibi yapmaktan vazgeç
gözyaşına yazık oluyor
durma
durma çünkü ben
çünkü ben
ben kim olduğumu bile bilmiyorum
ne işim var benim bu çöplükte
daha ne kadar izin vereceğim
tanrının sims karakteri olmaya
ama o hala gideceğini söylüyordu
artık içinden siktir çekiyordu ona oğlan
odanın damalı zemininde
kendi köşesine çekilmiş
ağlıyordu loş ışığın altında
o sevmezdi böyle şeyleri
bu duygular
bu romantizm ona göre değildi
belliydi
ama o aşıktı
ne farkederdi ki
orospusu onu terkediyordu
kedisi de ölmüştü zaten
ağlıyordu
dünya çok hızlı dönüyor
başım da dönüyor
üstümden geçen martılar
suratıma sıçıyor her seferinde
sanırım kusmak üzereyim
çığlıklar çığlıklar çığlıklar
çok acı bağırıyor bu gotik cüce
ah Dani
rastaların çürüyor
siyah-beyaz bir aşkın ortasında
çok romantik günler geçirmekteydi oysa esas oğlan
sandığından daha mutlu olduğunu düşleyerek geçiyordu günler
ve sandığına tıkıyordu sorunlarını
ne yazık ki kilit pas tutmuş
ve dağılmış sandığın içindeki bütün evraklar
odaya kara bir sis çökmüş
oğlan uykudan uyanmış
rüya bitmiş
ve o çoktan gitmiş..
hayatın ilmek ilmek atıldığı günlerde zihne kazandırdığı hatıralardır geçmiş...
o anları hafızalarımızın derinliklerinden çıkaran, bir tat belki bir koku belkide başka bir şey bilinmez...
işte ufacık bir simgeyle geçmişe dönebiliyor insan, çünkü hiçbir şey kaybolmuyor , hatta ölünmüyor bile, havanın boşluğunda geri gelmeyi bekliyor zaman; hatta belki insan!
O günlerden biri...
Belki günaydın dediğimde sabaha, geçmişin izinden kurtulamayacağımı henüz farketmemiştim...
içimde büyüttüğüm geçmişinden kaçamayan bir insanın hüznü ve evet dünya karşındayım diyen bir yiğidin cesaretliliği...
Nefes almaya çabalıyorum,
Ayaklarım yalınayak kalıyor,
Ellerimi açıyorum semaya dua etmek için ellerimin kanıyor...
içimdeki kin ve nefreti akıtmak istiyorum olmuyor ,
insan içindeki kin ve nefreti akıtabildiğinde bir kuş gibi özgür olur diye düşünüyorum,
Evet çocukluğumdan beri istediğim bu bir kuş olmak...
Hayatıma mutsuzluk veren herkesi affettim ,
Bugün hasta yatağında benim sesimi duymayı bekleyen birini hala affedemeğimi farkettim...
Şu an, şu vakit seni affediyorum...
Bana yaşattığın tüm mutsuzluklar için sana minnnetarım,
ışıldayan gözlerimi, kin ve nefretle donuklaştırdığın için,
Hayatımın elimden kayıp gitmesine müsade ettiğin için,
Öfke ruhuma hakim olduğu için ,
Yeni bir ben yarattığın için,
Evet ben hepsi için sana teşekkür ediyorum...
Ben bugün seni affettim,
Bu satırlardan sonra aynaya bakacağım ve eski benden eser kalmayacak...
Gözlerimin yeniden güleceğini ve yeni dünyamda mutlu olacağımı tüm kalbimle hissediyorum...
Ben bu yazıyı sana yazdım,
Geçmişimdeki adama,
Hayatımı tam toparlamaya başladığımda, karşıma çıkan kendini hatırlatan ve dünyaya küsmeme neden olan adama...
Ben bu yazıyı sana yazdım...
Biliyormusun ben bugün güçlüyüm bunu tüm kalbimle hissediyorum,
Yeni dünyanda mutlu olmanı diliyorum,
Ve yaşattığın tüm kalp kırıklıkları için seni affediyorum...
herkes bana seni suçlarken seni suçlamak gelmiyo içimden. herkes senden nefret ettiğimi düşünüyo ya da seni artık hatırlamadığımı falan. senin düşünülmeye bile değmiçeğini düşünüyolar insanlar ben sana kızamıyorum bile. ne dersin belki de hala sana kızarsam kavga edip kusuceğimizi düşünüyorumdur, belki de hala ben sana kızarsam senin bana daha çok kızıcağını düşünüyorumdur, belki de hala sana kızarsam mutlu uyuyamıcağımızı düşünüyorumdur ne dersin belki de hala alışamamışımdır yokluğuna. yanına gelmeyi, elini tutmayı, otobuse binerkenki vedalaşmalarımızı, aptal kavglarımızı, birlikte çay içmeyi, gecenin bi yarısı yediğimiz tatlıları, sana yemek hazırlamayı, deliler gibi yürümeyi alışveriş yapmayı, maç izlemey,i saatlerce birbirimize gunumuzun nasıl geçtiğini anlatmayı, sana sevgilim demeyi, senin olmayı ozledim ben
Sevgilim, şimdi sana soğuk ellerin katliamını anlatacağım.
iyi dinle.
Birdenbire, devrilen kum saatini büyülü eller düzeltti ve zaman, kaldığı yerden akmaya devam etti.
Gözlerini iki adet buz gibi el kapladı. Ne olduğuna anlam veremeden, gözlerini kırpıştırmaya başladı ve elleriyle, o soğuk elleri suratının ortasından ittirdi.
Baktı, inanamadı, tekrar baktı... Gözlerine inanamıyordu, "o" buradaydı, az önce arkadaşına birini "o"na benzettiğini söylediğinde, arkadaşı "Her gördüğün sakallıyı deden zannetme." diyerek gevrek gevrek gülmüştü oysa...
Yanına oturdu, elini tutup, gözlerinin içine baktı, sessiz sorularına, sessiz cevaplar alıyordu. Sessizliği bozan tüm titreşimleri, şehir, bir uğultu halinde anlamsızlaştırıyordu. Sorular, siyahla beyazlar arasında gidip geliyor, beyazlar kirlenerek, önce gri sonra siyah oluyordu. Sessizliğin ardı arkası kesilmeyince, "Hadi!" dedi, "Kalk, gidiyoruz." Şaşkındı. Nereye gideceklerdi ki ?
Soğuk eller, ellerini tekrar kavradı, gözlerinin içine baktı, kırgındı, belli belirsiz kızgın belki de. Ama onu tanıdığı zaman zarfında, suratını bu kadar astığını bu ana değin görmemişti. Üzgün, çaresiz, ve "Lütfen beni yaralama." diyen gözlerle son kez birbirlerine baktılar. Gözler, sessiz bir anlaşma imzaladı. Eller yavaşça birbirinden ayrıldı, tenler, belki son kez, ilk kez gerçekliğe dokunduğunu hissederek uzaklaştı... Arkalarını dönüp yürümeye başladılar. Mavi belediye otobüsünün önünde durduğunu farkedince, yavaşça çıktı basamakları, boş bir koltuk bulunca, bitkin bedenini hoyratça fırlattı, derisi soyulmuş, demirleri paslanmış koltuğa. Kafasını kaldırıp etrafındaki insanların varlığının farkına vardığında, sanki herkes suratındaki aptal ifadeye bakıyordu, kolunu pencerenin kenarına dayayıp, alnını avcunun içine aldı. Kulaklarında yankılanan ses, ona "Boşver." diyordu. Duraksadı. Biraz sonra, aynı sesin, "Geri dön bak arkana..." dediğini anımsıyordu. Aniden kafasını çevirip arkasına baktı, soğuk eller gittikçe küçülüyordu. Ayağa kalkıp, hızlıca otobüsün kapısına erişmeye çalıştı. Düğmeye bastı. Durağa geldiğinde, önündeki kapı hışırdayarak açıldı. Otobüsteyken, indiğinde koşmayı düşünürken, inince, duraksadı. Cebinden son dal sigarasını, ve karalar bağlamış çakmağını çıkartıp, tütünü ateşe verdi...
Vazgeçti, soğuk ellerin gölgesi olmak istemedi. Koşamadı, yürüyemedi, bir süre dikildi. Ardından, yürümeye başladı, hızlı adımlarla yürümeye başladı. Rüzgar, rimeli akmış gözlerinden aşağı inip, yanaklarını sıyırarak, zaten darmadağın olmuş saçlarını, biraz daha karıştırmaya niyetliydi.
Bir süre sonra, zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varamadan, kendini, evinin kapısının önünde buldu.
Kafası kadar karışık çantasında, on dakika kadar anahtar arayıp, nihayetinde buldu karalar kaplı hayatının karalar kaplı tek nesnesi olmayan, kara, tahta kapısının anahtarını.
Yavaşça açtı kapıyı, önünden siyah saçlı bir adam silueti geçti. irkildi.
Arkadaşının söyledikleri, beyninde yankılandı tekrar, nedense, "Her gördüğün sakallıyı, deden zannetme." diye... Önünden bir adam geçmediğini, rengi solmuş koltuğuna oturup, önce başını avuçlarının arasına alıp, sonra gözlerini ovuşturduktan sonra farketti. Düşünceliydi. Düşüncelerinde, hayata bakışını değiştiren bir karamsarın dizeleri, aşağıdan yukarıya doğru aktı adeta. Fon kapkara, kelimeler bembeyazdı..."Ben seninle sıkılmamayı, seni ararken öğrendim." diye söylendiğini hatırlıyor.
Hayat kadar siyahı, ölüm kadar beyazın içine daldırmak istedi artık, bitkin düşmüştü. Yastığı, başını, yatağı, bedenini itti adeta. O kadar birbirine girmiş hissediyordu içini, an geliyor organlarının yer değiştirdiğini, kalbinin, midesinde attığını zannediyordu, an geliyor, "Hayır, içim boş benim, içim yok. içim yok." diyordu.
Bir sigara yaktı, başını pencereden dışarı uzatıp uzaklara dalarken, sakinleşti. Duman, içini ısıtıp, ayaz, tüylerini ürpertirken.
Ama bu sigara görevini başarıyla tamamlamıştı, günün son sigarası olmuştu. Hayat kadar siyah, ölüm kadar beyazın içine dalmıştı, ufak kanepenin üzerinde, açık kalan pencereden esen rüzgar ve ürperen bedenle... Bulutların üzerinde, bilinçaltıyla savaşıyordu.
Umutlarla korkuların savaşında, korkular, umutları, göğüs kafesinde safdışı bıraktılar, umutların sığınağı kalp, korkulara teslim edildi.
bir damla kasım yağmuru muydu seni içime damla damla akıtan, yoksa yağmur öncesi fırtına mıydı seni esmesiyle iliklerime kadar işleyen bilmiyorum. hiç düşünmedim o şarkı mıydı seni yüreğimin en derinine kazıyan? bir çift ela göz müydü göz bebeklerime resmini en sert fırça darbeleriyle çizen? gözlerimi kapattığımda sen, açtığımda sen. bu defa en derine gömüyorum deyip her defasında yanıbaşımda duran yine sen. zifir karanlık gecelerde penceremin camına güneşi çizen, yağmur olup yüreğimin kurak topraklarına yağan, yapraklarımı yeşerten sen. keşke beni anlayabilsen.
geçmişine önem veren her insan gibi, ben de geçmişteki insanlarla bugün arasında ince bir bağ kurma niyetindeydim. hayır bu onları şimdi' mde yaşatmak için yapmış olduğum bir şey değildi; ve sanırım sadece biri anlıyor aslını bu işin, gerçi ben bu yazıyı ona yazmıyorum.
sana verdiğim önemi, bir idda sonucu olarak algılayan şahıs : buklelerin bir daha açılmayacak düğümlere dönüşücesice, nasıl bu kadar kör olabildin ? nasıl elin veletlerine inanıp, herşeyi silebildin ?
Ay ışığında nefesini özledim. Gözlerini benden kıskanan gözkapaklarına konan, ufacık busenin yüreğinden gelen o derin nefese dönüştüğü an, kollarım arasında minik bir serçeyi kıskandıran çırpınışını özledim. Ve bütün bedenimi saran, şehvetten arınmış, şükür dualarının en büyüğüne sebep bütünleşme ve var oluş ispatını özledim. ihtiyacımsın. Hissiz ve çaresiz bir battaniye ısıtamıyor rüyalarımı. Sihirli dokunuşlarının müptelası duygularım, arzularına esir.
Ben sende rehin...
isteyemeyecek kadar çokum, veremeyecek kadar yokum.
Sevebilecek kadar adam, kaybedersem ölecek kadar çocuğum.
isyan edebilecek kadar inkar eden, duana muhtaç olacak kadar inanan.
Yersiz, yurtsuz, silahsız, kalkansızım.
Körüm, sağırım, dilsizim, kimsesizim.
Yalnız kalamayacak kadar kalabalık, ağlayamayacak kadar yalnızım.
Sensizim, kendimsizim...
Her doğan güneşi seninle karşılayıp, aydınlığını aya devredip sıcaklığını bana ödünç verip sessizce ufuk çizgisinin ardında kaybolana kadar, birbirimize olan açlığımızın sonsuzluğuna şahit oluşuna çocuk sevinciyle eşlik etmek istiyorum. Seni çok fazla istiyorum şu sıralar. Seni seviyorum...