ah be adam...söylenecek söz bile bırakmamaktasın ısrarla. o kadar dolmuş ki içim, içimi hep rahat döken ben kelimeleri bir araya getiremiyorum bile. nihayet yol ayrımındayız. ya aynı yola gideceğiz, ya da yollar kesin ayrılacak. neyi istediğimi sorma bana, ben istediğimi baştan sundum sana. şimdi sıra sende...
tren camindan ayiramadim bugün gözlerimi. tekerleklerin dönmesini hissetmemle daha bir burkuldu içim. kimsenin gözünün içine bakamadan, şuursuzca gülümsedim el sallayanlara, mutluymuş gibi gözükmeye çaliştim. vedalara alışkınım her zaman ama bu sefer daha bir koydu. yalniz yolculuklar n'için bu kadar kötü olur ki? dışariyi seyredersin ama en ufak bir taş parçasi bile seni başka bir yerlere çeker. engel olamdim kayboldum dağlarin üzerinde biten ufak ağaç öbeklerine. ruhumu alip götürdüler benden. sanki dallariyla dövercesine.
ayakta kalmaya çalişsam da başaramadim. dallar kırbaç misali yapiştirdi yüzüme herşeyi. düşünmek istediğim istemediğim herşeyi. gözlerimi kapadim müziğe sığındım olmadi. en yakin dostum sigarama sarıldım oda sırtını döndü. hayatta yalniz olduğumu bir kez daha anladim. öyle korktum ki ben nasil bu kadar savunmasiz kalabildim dedim kendime.
yalnizlik allah'a mahsus demişler ya, işte bana bugün çok anlamsiz geldi. eğer öyleyse hani nerdesiniz şimdi dedim. yolculuk bitti bomboş buz gibi bir oda karşıladi beni içerdeki soğukluk bir buse kondurdu sanki yüzüme. renksiz geçen bir ben geldim konuşmasindan sonra tekrar kendimi yolda buldum. etrafa göz gezdirdim. yoldan geçenn araçlara baktim. herkes gidiyordu. bilmediğim yerlere bilmediğim düşünceleriyle. bu düşünceleri bilemediğimden olsa gerek benim kadar sorunlari olan biri daha gelmedi de kendi kendimi pohpohlamaya devam ettim.
ufak bir hareketiyle yüzümü tokatladi hava. ne benim ne de elimdeki şişenin bir tepkisi olmadi buna. yolu izlemeye devam ettik beraber. biraz seni biraz onu biraz da diğerlerini andık beraber. hiç susmadim sürekli anlattim. kaybetmeyi başaran sen ve türevlerin mi yoksa çekip gitmeyi bir numarali çözüm olarak gören ben mi? hiç bir zaman burda kim haklı çözemicem.
odaya döndüm tekrar. cevaplar hiç bir zaman beni duymuyordu bunu bir kez daha anladim ve yazmaya başladim. senin artik ne yaptiğimi bilemeyeceğin ilk vakitlerde. gözlerin okadar güzel ki prenses, ben onlarin içinde boğulurken öyle mutluydum ki...
ağzindan çıkan hiç bir şeyi duymadan, sana verdiğim cevaplarda bir anlam arayamadan. sadece sana baktim, aklımdan hiç birşeyin geçemediği bir yere hapsettin beni gözlerin. öyle bakiyordun ki ben çarpılmış gibiydim. sanki delicesine kendini bir yerle vuran kalbim değilde beni tuzla buz edicek depremin ilk öncüleriydi. sanki gözlerin batiyordu gözlerime ben kaçırmaya çalıştıkça bakışlarimi...
bu sefer doğru olani yaptik galiba... hoşçakal baş belam, güzeller güzelim....
Gelecek olan sevgilim.. Seni ararken bulmak isterken oradan oraya suruklernirken.. Seni aradım durdum.. Yoruldum, kırıldım.. Şimdi sadece sessiz umut dolu seni bekliyorum.. Geliceğin ve gözlerimin içine bakacağın zamanı. Sabırla aşkla.
ve sustu çığlıklar, şehir geceye kavuştu.. bir mum yaktı adam, karanlıklar ışığa bulandı.. sigarasını uzattı mumun titrek alevine ve derin bir nefes çekti dolu dolu sigarasından. azaltmak lazım artık, diye düşündü.. ya da hepten bıraksak.. bıraksak sancıtan ne varsa. uzun zamandır göğsü ağrıyordu adamın, göğüs kafesi daralır gibi oldu yine.. okkalı bir küfür savurdu adam yüreğine, bir koltuğa bıraktı yorgun bedenini. derin derin nefes almaya çalışarak oturdu bir süre. evi çok büyük sayılmazdı gerçi ama, yine de mum yeteri kadar ışıtmıyordu odayı. artık karanlığa alışmıştı gözleri, küllüğü el yordamıyla bulup, henüz yarısına bile gelmediği sigarasını söndürdü çabucak. nefes alıp verişleri düzelmeye başladığında, yine el yordamıyla, bir bardak su almak için kalktı yerinden. ancak, birkaç adım bile atamadan yığıldı yere, ağzının kenarında bir parça kan.. hiç aldırmadan ceketinin koluna sildi ağzını, ki kolu kurumuş kan lekelerinden rengini yitirmişti artık. soğuk gecelerde tek ısınma aracanın bu laciverd ceket olduğunu umursamazdı hiç. bir başka laciverd ceketi olmamasına karşın hem de.. düştüğü yerden kalkmak için çabaladı bir süre, ancak kolları ve bacakları onu yerden kaldırmaya yetecek güce sahip değildi.. sürünerek koltuğun yanına kadar geldi ve son bir gayretle yasladı sırtını sigara yanıklarıyla dolu koltuğun yan kenarına. kulaklarındaki uğultunun sebebini anlamak için anlamsızca baktı etrafındaki koyu karanlığa. yine anlamsızca ellerini kapattı yavaşça kulaklarının üzerine. son bir aydır başlamıştı bu da.. hayaller görmeye alışmıştı belki, ama sesler, uğultular beynini kemiriyordu sanki.. bir süre geçmesini bekleyerek kaldı öylece. kesik kesik bir şarkı mırıldanmaya başladı.. en sevdiği şarkı değildi söylediği belki ama, o, dudakları uyuşuncaya kadar devam etti buna. ve daha sonra gücünü yeteri kadar topladığına kanaat getirip, bir kez daha kalkmaya yeltendi.. başaramadı.. kaldı öylece, sırtı koltuğun emanetinde.. dudaklarının kenarındaki kurumuş kanın üzerine, acı bir gülümseme oturtup, ellerini cebine soktu, ısınmaları için.. mum yanmaya inatla devam ediyordu, kendi hayatı gibi kısalmasına rağmen.. hayatını düşünmeye başladı, hayallerini, yaşananları, anılarını.. kelimeler boca olmaya başladı beynine, cümleler, noktalama işaretleri ve tabi olmazsa olmazı üç noktalar... yanında kağıt kalem olmayışına hayıflandı bir an. ama sonra, uzun zamandır yazmadığı, ceket cebinde kalem kağıt taşımayı bıraktığı geldi aklına.. ağlamayı bıraktığı gibi, yazmayı da bırakmıştı artık.. bu kadar cesaret ancak delilerde bulunur, diye mırıldandı kendi kendine. korkak olmak lazım bazen, ancak o şekilde korunabilir insan kötülüklerden.. insanların o'na farklı gözlerle baktığını fark ettiğinden bu yana, kendine hep "ben deli miyim acaba", diye sormaya başlamıştı. deli olmayı hiç umursamayarak.. ama kesin olarak bildiği bir şey vardı; bu denli cesur olmak çok da iyi bir şey değildi.. soluk alıp verişeleri artık iyice düzelmeye başlayınca, aklında gerçek olamayacak kadar uzakta kalmış düşler yine, gözlerini kapattı yavaş yavaş adam, iyiden iyiye ağırlaşan gözkapaklarına direnmeyerek. kendini en iyi hissettiği zaman uykuda olduğu olduğu anlardı, biliyordu bunu artık. her gece gördüğü rüyayı tekrar görmeyi umut ederek uyumaya çalıştı sonra, sessizliği dinleyerek.. ki zaten göğsündeki ağrı sadece rüya görürken hafifliyor, yerini tatlı yürek çarpıntılarına bırakıyordu.. mum artık yanmaktan vazgeçmiş, her yer zifiri karanlık, vakit bir hayli geç çünkü, gözleri kapalı adamın.. bedeni bir parça huzur bulmuşçasına gevşemiş, tatlı bir rüyada sanki.. ve sessizlik her yerde..
genç bir delikanlı ve saçları bulutlarda bir genç kız.. yürüyorlar.. ince ince kar yağıyor.. genç kızın bir eli eldivenli, diğer eli delikanlının avuçlarında sıcaklık arıyor.. delikanlı ise, boşta kalan elini pantalonunun cebine sokmayı tercih etmiş.. birbirlerine o kadar yakın yürüyorlar ki neredeyse ayakları takılacak, düşecekler.. kartopu oynayan iki çocuk dışında sokak bomboş.. hava kararmak üzere ve kar hızlanacağa benziyor.. insanlar bu soğuk havada evlerinde oturmayı tercih etmiş olmalılar.. sevgililerinin elinden tutup karları ezerek yürümek şansından yoksun olan yalnızlar ise çoktan uyumuşlardır.. delikanlı, kızın elini bırakıp, kolunu omzuna doluyor.. elleri terlemiş ikisinin de soğuğa rağmen.. kız da delikanlının belini aynı heyecanla sarıyor.. birbirlerinin gözlerine bakmak için çabalıyorlar ancak, yağan kar hızlanmış iyice, izin vermiyor buna.. şimdi daha da yakınlar ve bu sefer düşmeleri işten bile değil.. bu ihtimale aldırmıyor oysa ikisi de.. daha fazla yakınlaşmaları mümkün olsa, onu da yapacaklar.. bir şarkı söylemeye başlıyor delikanlı, içinde mutluluk olan o nadir şarkılardan birini.. kız ince sesiyle mırıldanarak eşlik ediyor.. ayakları iyiden iyiye kara karışıyor, sokak bomboş ve yürüyorlar öylece.. bir süre sonra delikanlı, kızın üşümüş olduğunu düşünüp, bir taksiye binmeyi teklif ediyor.. ama kız yürümekten memnun, soğuğu umursamıyor.. eve az bir mesafe kaldığını ve yürümenin daha güzel olduğunu anlatıyor delikanlıya.. delikanlı gülümsüyor.. ve yürüyorlar.. çok fazla zaman geçmeden varıyorlar zaten delikanlının evine.. delikanlı yalnız yaşıyor.. sadece hayatını devam ettirmesine yetecek şeyler var evinde.. evi yalnız yaşamasına yetecek ufaklıkta.. eski ama temiz eşyalar.. salona açılan bir kapı, iki koltuk ve ufak bir televizyon salonda.. evin diğer ve tek odasında ise, bir yatak, bir giysi dolabı, bir masa ve kalan tüm boş alanda kitaplar.. çok okuyor olmalı.. delikanlı, kızı bu evde ağırlamak zorunda kalmaktan memnuniyetsiz, kız her ne kadar onun yanında mutlı olsa da.. aslında delikanlı için her şey tamam bu ufak evde bile, ama o kızın daha fazla mutlu olmasını itiyor sadece.. keşke bir şöminem olsaydı, diye düşünüyor delikanlı.. dışarıda kar yağarken, şömine ateşini izlemek keyifli olurdu.. ama çabucak siliyor aklından bu düşünceyi.. olmayacak şeyler düşlemeyi azaltmış iyice, bırakmak istiyor hepten.. sıyrılıp hayallerden, sarılıyor kıza sıkıca.. tek bir vücut olmuşçasına kalıyorlar bir süre öylece.. kız biraz utangaç bir tavırla öpüyor delikanlıyı.. delikanlı, yüreğinin sesini kızın duymasından endişeli.. bedenleri titriyor ikisinin de.. birbirlerinin tenini sanki ilk defa olarak tanıyormuşçasına dokunuyorlar birbirlerine.. her sevişmeleri, ilk kezki kadar heyecan verici.. başka hiçbir şeyde bulamayacakları hazzı, doyumu birbirlerine dokunurken buluyorlar.. ve birlikte kayboluyorlar mutluluktan, kapatıp gözlerini ikisi de..
ve sustu çığlıklar, şehir sabaha kavuştu.. açtı gözlerini adam, yanakları henüz ağlamışçasına nemli.. nerede olduğunu anlamaya çalıştı bir süre.. sonra gece düşüp kaldığını hatırladı. sabah ayazından korunmak için daha bir sarıldı ceketine. o sırada laciverd ceketinin lekelerden leş gibi olmuş kolu takıldı gözlerine. parmaklarını ağzına götürdü ani bir refleksle.. kurumuş kanı hissetti teninde.. yine o öksürük nöbetlerinden birine tutulmuş olmalıyım, diye düşündü. bir sigara yakmak için uzandı sigara paketine. tüm vücudunun uyumuş, tutulmuş olduğunu anladı o an. sabaha kadar koltuğa yaslanarak uyumak ihtiyar bedenini yormuştu adamın. ama buna rağmen tatlı bir sıcaklık hissetti. derin bir nefes alıp kapadı ışığa henüz alışamamış olan gözlerini. gece gördüğü rüyayı anımsamaya çalıştı, başaramadı ama.. ve tekrar hayaller boca oldu beynine, hiç sahip olamadığı anılar.. ağlamak istedi sonra, hıçkıra hıçkıra ağlamak. ağlayamadı.. hep yaptığı gibi bir şarkı mırıldanmaya başladı yine. çok devam edemedi ama, sustu bir süre sonra. yüreği tekrar çırpınmaya başladı, elini bastırdı göğsünün üzerine. uzamaya başlamıştı artık vaktinin dolmasını beklediği zaman dilimleri. birden acıma hissetti kendine karşı, ölemiyordu bile.. sigarasından son bir nefes alıp, söndürdü çabucak. hava almaya çok ihtiyacı vardı. yağan yağmura aldırmadan attı kendini dışarı ufak evinden. rüzgarın bedenine dokunmasını istercesine açtı ceketinin önünü. hayatlarının peşinde yürüyen insanları görüp, kimbilir belki benim kadar yorgun olanlar da vardır içlerinde, diye düşündü adam.. sonra gözleri genç bir çifte takıldı. birbirlerine o kadar yakın yürüyorlardı ki sarıldıkları için, takılıp düşmeleri an meselesiydi.. gülümseyerek izledi genç çifti. gülümsemesini sağlayacak o kadar az şey kalmıştı ki.. bu anı daha uzun tutmak istediği için oturdu kaldırıma, yağan yağmura ve yerin ıslaklığına hiç aldırmadan. genç çift yürürlerken bile, birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı, kızın elinde tek bir gül, kan kırmızı.. delikanlı, kızın kulağına bir şeyler fısıldadı ve kız gözdüğü en tatlı gülümsemeyi yerleştirdi dudaklarına. adam onları duyamasa da, hissetti nelerden konuşabileceklerini. sonra kendisine baktıklarını fark etti.. gülümsemesi bıçak gibi kesildi adamın. parmaklarını, iyice kırlaşmış saçlarına götürüp, bir biçim vermeye çalıştı onlara.. ama yaptığının anlamsızlığını fark edip, kızdı kendine. kimbilir yüzü ne haldeydi ve o saçlarını düzeltmeye yeltenmişti. kızdı ahmaklığına.. yağmur da hızlanmıştı bu süre içinde iyice. saçlarından yüzüne süzülüyordu damlalar. yağmura rağmen bir sigara yakmaya çalıştı ama ıslanan sigarası yanmadı bir türlü. bir küfür savurup, bu duruma kızmaya başladı sonra. aklına genç çift geldi, gözden kaybolmuşlardı artık.. beni deli sanmışlardır, diye düşündü ve kendi kendine konuşmaya başladı yüksek sesle. deli değilim ben, deli değilim ben, deli değilim ben, deli değili... sarsılmaya başladı bedeni.. ve gözlerinden boşandı yaşlar, yağan yağmurla yarışırcasına.. uzun zaman sonra ağlayabilmesine sevindi adam, tuhaf bir şekilde. ağladıkça daha çok ağlamak geldi içinden.. hıçkırmak delice.. yavaşça kapadı gözlerini, bedenini soğuk ve ıslak kaldırıma uzattı.. bir kaç meraklı insan uzandı çevredeki evlerin pencelerinden. çok sürmeden yine kendisiyle kaldı adam. bu sefer geldim yolun sonuna, diye düşündü ve tekrarladı kendine yüksek sesle aklından geçeni. avuçlarını kaldırdı gökyüzüne.. yağmur damlaları düşmeye başladı ellerine, yüzüne.. artık gözlerini hiç açamayacağını fark etti adam. genç çifti düşündü bir süre, sonra gece gördüğü rüyayı anımsamaya başladı.. gözyaşlarına aldırmadan bir kahkaha koparttı, sessizliği yırtarcasına.. ve karıştı yağmura..
nasıl bir bedduaysa anlamadım. yalnızlığı seven ben, şimdi iki kan davalı sinirli bir şekilde aynada birbirimize bakıyoruz. yalnızlık iyi de geceleri yatakta uyuyamak cok zor. düşüncelerin arasında, hiç birşey olmamış gibi düşünmek. tekrar yaşanamayacakları düşünmek, insanın sadece geceleri gördüğü yıldızları bile söndürüyor nedense. saplanıp kalmak çamurun içine, çamurdan çıkmak kolayda paçalarındakini temizlemek insanın zoruna gidiyor. aslında ne oluyor anlayamıyorum bu dönemde. yolda yürümek bile zor geliyor, sanki dışarıdan izliyorum yalnızlık hallerimi.
nasıl bir söz söyledin arkamdan pek tahmin edemiyorum ama, bu yalnızlıktan anlaşılacagı üzere mahallenin şarapçısı kıvamına girmişim. nasıl bir söz ettin anlamıyorum, o kelimeleri nasıl kurdun, içime yalnız bir hayat kurdun, kurdugun hayatın içine kurtlar düşürdün. öyle ki beynimi kemiriyorlar sinsi görünmez yaratıklar.
hiç kimse kendine iyi bakamaz birileri gidince. ''kendine iyi bak'' sözü gözden kayboluncaya kadar geçerlidir. kendime iyi bakmıyorum! hertürlüsünü görüyorum ayrılıkların, ayrılıklar ; kahrolası varlıklar, canlılar onlar eminim!. insanın kalbine kesik attıktan sonra bir pislik gibi kaçıyorlar. gözlerinin altına yerleşiyorlar daha sonra. hemde hiç inmeyecek şekilde. mor ve gözaltı torbalarının insanın üzerinde dayanılmaz şiddetdir ki, büyük bir beyin ameliyatını tercih ederim. olurya belki silinir herşey yeniden başlarım.
seni sorarım başkalarına '' sevdigim biri varmıydı'' diye.
onlarda başlarını eğerek cevap verirler : ''bu hiçbirşeyi değiştirmez''.
ne benim sana gel demeye niyetim var ne de senin benim yanıma gelmeye...dürüst olmak gerekirse hayatımda bu kadar kısa tanıdığım birini böylesine özleyeceğim aklıma gelmezdi ama hayatta herşey gelebiliyor insanın başına. daha dün gibi sen yine bu odada yanımdaydın hatırlıyorum..kimseyle paylaşmadığım şeyleri paylaştım seninle, ilk defa nefes alamamak nasıl bir şey hissettim her yer oksijen doluyken. ama kabullenmem gereken bir gerçek var ortada; sen asla benimle beraber bir gelecek kurmayı, bana geleceğinde yer vermeye düşünecek kadar cesur olamadın. savaşmadın bile bu ilişki için. tek korkun ilerde duyabileceğin pişmanlık oldu. kendini düşündüm anlayacağın sen yine...ama ben sana gerçekten değer verdim, senin için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdım. sen buna bile inanmadın. o kadar korktun ki 'biz' ihtimalinden yüzüme karşı bitti bile diyemedin. belki de sezen ablam doğru söylemiş; ' o sevgiler ki yoktular, onlar ümitlerimizdi.'.. evet belki onlar gerçekten ümitlerimizdi ama ben ilk kez ümide kapıldım gelecek hakkında biriyle, ilk defa biriyle yaşlandığımı düşündüm, çocuğumuzun adını...
yine de sana bir teşekkür borçluyum, gerçeği anlamama yetecek kadar çok, o ümitlere bağlanmamı sağlamayacak kadar az kaldın yanımda...şimdi resmine bakıyorum ve yaşadığımız, yaşayamayacağımız güzel anları düşünüyorum senin mışıl mışıl uyumanı izledğim yatakta. belki hayatımın aşkı değilsin ama gelecekte yaşayacağım her şeyin temelisin. ne olursa olsun seni hep fındık' ım olarak hatırlayacağım ve hiçbir zaman anılarının yok olmasına ya da kirlenmesine izin vermeyeceğim. umarım istediğini, aradığını bulursun bu hayatta...bulmasan da önemli değil aslında ben seni hep güler yüzünle, o kara ve inatçı bakışlı gözlerinle hatırlayacağım...istediğin gibi beni sevdiğini unuttum ve gidiyorum, sağlıcakla kal...
anlam aradığım her şeyi kaybettiğimi gördüm.
anlamsızlaştırdığımda da, renksiz kaldıklarına şahit oldum. her şeyin. herkesin.
başından, sana yazmamak bir nevi seni anlamsızlaştırma çabalarımın bir uzantısıydı, görünmez vantuzları olduğunu bu gece farkettiğim.
kelimelere dolanınca hisler, şekillendirilince, yoğrulunca , resmedilince büyür.
ifade ettikçe aşık olurum ben. yazdıkça, taparım insanlara. ufak tefek gerçekleri devasa hayallere dönüştürmenin, ' yok' u ' var' a çevirmenin bir yolu işte.
daha fazlası değil. daha fazla ne olsun ki zaten, öyle değil mi?
lütfen nickinin arkasına saklanarak kızdırmaya çalışma. yaşandıysa yaşandı ama bitti artık. hadi kaçtım ben.
edit: eğer o değil de bir yabancıysan, en kısa sürede kalbinin güneşi bulmasını dilerim.
"Labirentinim ben senin.." ve sende benim.Çok uzun zaman önce kaybolduk.Tarihi hatırlamıyorum bile.Tek fark vardı.Sen seçmiştin "kaybolmayı".Benimse seçme şansım yoktu zaten.Ben sadece şıklardan biriydim ve "aramak" beni seçti.O kocaman labirentin içinde buldu seni bazen.Tesadüfi bişeydi bu.Çünkü sen hala kayıptın ve çıkışı arıyordun.Çıkış yoktu.Bilmiyordun.ikimizde burda ölecektik.Ben sana aşıktım.Biliyordun.Kalan vaktimi seninle geçirmek istedim.Güldün.Tamam dedin.içinden tekrar "kaybolma" planları yaparken.Berberdik ama konuşacak hiçbişeyimiz,paylaşacak duygumuz kalmamıştı.Ben sadece senin yanında ölmek istedim.-Beraber arayalım çıkışı- dedim.Sevinçle kabul ettin.Çıkış yoktu.Bilmiyordun.Zaman geçtikçe bana olan nefretin alevlendi yeniden.Sana göre bendim seni bu çıkmaza sokan,bendim "seni seviyorum" derken yalan söyleyen.ikimiz de biliyorduk.Bahaneydi bunlar.Bende artık "sen-siz-lik" düşüncesine katlanabilcek durumda değildim.-Git- dedim.Sırf kendimi daha iyi hissedebilmek için.
"Git.Defol!
O merdiven de niye?
içeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz!Tanınmaz!Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
niye işkence etmek istiyorsun?
sen-Labirentim!"
Zaten gidicektin.Ben sadece arınmaya çalışıyordum.Kaçıncı gidişindi bu? Hatırlamıyorum. 6 dan sonrasını sayamıyorum.ve yine gidişinin ardında çaresiz kaldım.Herşey tekrar boşlukta şimdi.ikimizde öleceğiz.Ben seninm yanında ölmek istedim...
"Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım
tanınmazım benim!..
Hayır!
Gel geri!
Bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım sana akıyor
Yüreğimin son alevi
Seni aydınlatıyor
Gel,geri gel
tanınmaz labirentim benim!Acım benim..
Son mutluluğum.."
Ben yine senin peşindeyim,sen "çıkışın".Çıkış yok. Bilmiyorsun.
öylesine yazmak geldi içimden yazdım. kelimelere dökmek istedim hissettiklerimi. bir anda yazmak istedim ve yazdım. kime olduğunu bilmeden başladım yazmaya, neden yazdığımı bilmeden. ama yazmak geldi işte içimden, bilmeden de olsa yazmak.
annemi özledim, kardeşimin sesini duymadım iki gündür, pazartesi günü finaller başlıyor zaten. bir de bu ara havalar çok soğuk, hasta olup duruyorum hemen. canım sıkılıyor sürekli, dalıp dalıp gidiyorum. bu aralar bir şey var üzerimde sebebini bilmediğim. bunu yazmak istiyorum. üzerimde bir yük, ağırlık işte, ayağa kalkarken hissediyorum onu en çok, bacaklarım titriyor sanki... bu ara bi garip oluyor içim, başıma ağrılar giriyor. karnımda bir aralar uçuşan kelebeklerin ömrü doldu sanırım, hepsi gitmiş o eski kıpırtıdan eser yok. giderek monotonlaşıyor her şey, kendimi karışık bir rapsodide buluyorum. bazen kayboluyorum kendimde, bir bakıyorum hayatla göz gözeyim, bir bakıyorum hiç birşey yok.
isyana yaklaşık bir yerdeyim, öylece bekliyorum. biri bir dokunsa, bir bassa yarama, dökeceğim içimde ne varsa. biri bir sorsa derdin ne diye susup kalacağım. biri gelse tutsa elimden, ben boynuna atlayacağım. biri yaklaşmaya kalksa bana, hemen kaçacağım. biraz cesaretimi toplasam, köşedeki marketin camını kıracağım. yüreklendirse biri beni, biraz destek görsem, hayatımdaki tüm kırıkları yapıştıracağım. kalkabilsem ayağa, koşacağım. koşabilsem, çok hızlı koşabilsem, hayata çelme takıp kaçacağım.
bu yazıyı yazmak geldi içimden ,hala sebepsiz, hala kime ve niye yazdığımı bilmeden... yazı yazacak kimsesi olmayanlara yazıyorum o halde. size evet size... bu yazıyı size yazdım ben...
'gerçek mükafatlar çekilen büyük çilelerin ardında gizlidir!' diye dönen geyiklere köküne kadar inanan bir insanım. şimdiye kadar hep çalıştım, çabaladım, zaman kaybettim, zaman yarattım, koştum, yoruldum, düştüm,... sağolsun etrafımda beni seven insanlar bana yardımcı olmaya çalıştılar ama her insan kendine dayanıp kalkıyor bir şekilde. kimse kimseyi kendisi kadar tanımıyor...
diye düşünürdüm hep.
son bir aydır inandığım bu değerler resmen tepetaklak oldu. 'kızım, akıllı ol! kimseden sana hayır yok! bu saatten sonra da kimseye hayrın dokunmaz!' diye en güzel yaşlarımda hayatı kendime zindan eden beni, biri çekti çıkardı bu buhrandan.
tanıdık geliyor değil mi? ama benim hikayem sizin hikayenizden çok daha farklı. ya da tıpatıp aynı... yok tamamen farklı...
şu dünyada kaç çift birbirini 'özlem' duygusunun bünyeye ve ruha verdiği o dayanılmaz acıyı çekebilecek güçtedir? kaç çiftin bu hasrete dayanma gücü, sevgiliyle musmutlu bi hayat kurmaktan çok, sevgiliye kocaman sarılıp gözlerinin içine bakabilmektir? ya da kaç hatun/er kişi sırf sevgilinin sesini duyayım diye abuk subuk sorular sorup onu oyalama girişiminde bulunur?
kaç sevgili gece rüyasında/kabusunda sevgilisini görüp uyandıktan sonra uykusunu bölüp telefona sarılıp 'seni seviyorum' diyebilir? kaç çift birbirini ses tonundaki 0,0000001 desibel değişiklikten tanıyabilir, duygularını anlayabilir? kaç çiftin dünya görüşü 'ben seni severim, gerisi hikaye' şeklinde olabilir? kaç sevgili aynı anda, aynı şeyi düşünüp, aynı zamanda uygular düşündüklerini? kaç çift 'tek' olabilmiştir günümüz yalan dünyasında?
her biriniz bu soruların birine ya da bir kısmına 'aaaa bu bana oldu lan!' diyebilir. hatta şu an sevilen seven, sevgi pötürdeği yazar arkadaşlarımız hepbirini 'beni anlatıyo resmen' diye düşünebilir.
burdan ulaşabileceğim kadar çok insana sesleniyorum:
'kendinizi kandırmayın!'
burda yazdıklarımın hepsini, kendisi aslında bana verilen maddi manevi bütün mükafatların da üstünde bir mükafat olan, şimdi bilmediğim bi yerde bildiğim bi hayatı yaşayan, şu an şu yazıyı yazarken bile suratımın şapşalötesi bir hal almasına neden olan, güldürürken sevdiren, sevdikçe daha bi sevesi gelen, var olmasını bilmenin bile ruhumda tarif edilemez bir rahatlama ve huzur ve mutluluk sağladığı, yaşadığım hayal kırıklıklarını kendi elleriyle temizleyip, o pamuk elleriyle, sevgi dolu yüreğiyle geleceğimi şekillendirmeme yardımcı olan, sevgisiyle yoğrulduğum ama sevmekten hiçbir zaman yorulmayacağım bir sevgili yaşatıyor bana.
ve söz verdik biz. gideceğimiz en son yer neresiyse oraya kadar gidicez. güvendik biz. çok güvendik. güvenmenin aslında bir hata değil, koca bir doğru olduğunu ispatladık birbirimize.
evet biz bunların hepsini yaptık.
herkesten bize 100 puan!! herkese 0 puan!!! en birinci biziz!!! biz bildik!!!
her insan bi ülke gibi keşfedilmeyi bekleyen,
dokunaklı mısraların arasında kaybolmuşluğun bedeli.
cesurca ve belki biraz korkusuzca,
salıncakta sallanan küçük bi çocuk edasıgla
sıgındıgı limanların var oluşu ve belki hiç olmayışı
o'nu o yapan tek olgu..
nerdesin?
bi avcı kulubesinin yanında,
o sarı kapının kenarında
karşımda..
kimsin?
ne oldugunu, bilmeden
belki henüz tanışmamışken
bu sıcaklıkta neyin nesi..
ben bu yazıyı kendime yazdım en dipsiz kuyulardan bir halat sarkıtıp kurtarması için beni.en karanlık odalarda ışık olup yolumu aydınlatsın diye. kendime yazdım bu yazıyı her an aldığım nefesin kadrini bileyim diye. ben bu yazıyı kendimde olmadan kendime yazdım belki kendime yeniden gelirim diye...
gerçekleşmeyecek bir düşün civarlarında dolanıp duruyordum.. farkındaydım.. kurmaya çalıştığım hayal imkansızlıklarla kuşatılmıştı.. düşeş gelmemeke ısrarcıydı zarlar.. yarım kalan bir aşk öldürücü olabilirdi, biliyordum.. her şeye rağmen hafımdan silinmeyecek bir şey vardı; ben seni tanıştığımız ilk andan beri istemiştim..
hayat, her zaman siyah beyaz değildir. bunun böyle olduğunu sen dünyama girdikten sonra daha iyi anlamaya başlıyorum. hikaye aslında çok basit, aniden çıkıveriyor biri ve gülümsemelerin anlam kazanıyor. avuçlarından akıp gidiyor zaman, durduramıyorsun. durdurmak da istemiyorsun zaten. her yeni an yeni bir renk ekliyor yaşantına. hayat her zaman siyah beyaz değildir, öğreniyorsun..
tüm bu olanlar oyun mu, yoksa ben mi inandırmaya çalışmışım kendimi çok güzel bir rüyaya, ayırt edemiyorum. sana bir nefes kadar yakın olma düşüncesi beni titretmeye yeterken, bazen bir nefes kadar yakın duruyorsun bana. ve insan yürüyebilirmiş bulutların üzerinde, geç de olsa farkına varıyorum. seni hayal ettiğim zaman dilimlerini saymak imkansız gibi, seni düşünmediğim bir an bile sanki yok. bir tek seni düşünmek yük olmuyor sırtıma. daha neler neler.. nasıl tarif etsem, bilemiyorum..
aslında her şey düşündüğün kadar kolay değil..
seninle aynı şehrin sınırları dahilinde nefes alıp vermeye zorladı beni hayat. çekip gitmek, bayağı ve korkakça olacaktı. kalıp tahammül etmek ise, işkenceden farksız. burnumun ucunu bile göremediğim yollarda dolanıp duruyordum. doğru olduğunu düşündüğüm her seçim, daha bir karmaşık yola sokuyordu beni. düşünebilme sınırlarımı zorluyordu içine kısılıp kaldığım kapan.. çırpınmalarım hiçbir işe yaramıyordu. bana ait olmaman düşüncesi kemiklerimi sızlatmaya yetiyordu. daha sonra bir başkasına ait olduğun düşüncesi gelip yerleşiyordu aklıma ve ben bana ait olmaman düşüncesini özlemeye başlıyordum.. ellerin, tahmin ettiğimden çok daha uzaktaydı..
zor, bilmiyorsun çok zor.. inan bana, tahmin ettiğinden daha zor..
hala iyi bir şeylerin var olabileceğine inandırmaya çalışıyorum kendimi. en güzel rüyaların içine koyuyorum seni, sığmıyorsun. gülümsemen o kadar kocaman ki.. sen her güldüğünde bir başka dünyanın içinde uyanıyorum. hayatımın her karesi, en parlak ışıklarla yıkanmış sanki. ne geceler uzun geliyor artık, sen dünyama geldiğinden beri, ne de gündüzler bu kadar boğucu.. aklımdan seni geçirmek yetiyor kalbimin daha hızlı çarpması için. en olmadık zamanlarda parlayan yıldız gibi vuruyorsun dünyama. yanıbaşımda duruyorsun ve kokun başımı döndürmek için gayet yeterli bir sebep gibi geliyor. her yeni dokunuşunla can buluyor vücudumdaki tüm ölü dokular. sana sarılabilme ihtimali gelip oturuyor sonra aklıma. saçlarına dokunabilmek.. bu ihimalleri aklımdan çıkarabilmek için fazla mesai yapıyorum her gün. yine de beceremiyorum. dedim ya, zor.. tahmin ettiğinden daha zor..
gerçekleşmeyecek bir düşün civarlarında dolanıp duruyordum.. farkındaydım.. kurmaya çalıştığum hayal imkansızlıklarla kuşatılmıştı.. düşeş gelmemekte ısrarcıydı zarlar.. yarım kalan bir aşk, öldürücü olabilirdi, biliyordum.. her şeye rağmen hafızamdan silinmeyecek bir şey vardı; ben seni tanıştığımız ilk andan beri istemiştim..
günledir aynı fotoğraflara bakıyorum...
hergün bilgisayarı açıyorum ve oturup her ayrıntısıyla kafama kazıdığım fotoğraflarına bakıyorum... tekrar tekrar...
sıcacık iki damla yaş düşüyor ellerime...silip o yaşları tekrar ilk fotoğrafına dönüyorum.
sonra dayanamayıp telefonu elime alıyorum.. arasam n olur ki diye kendi kendime sorup duruyorum. arasam, anlatsam aklımdan geçenleri, fotoğraflarına değil sana sarılmak istiyorum desem, ben seni seviyorum desem dinler misin beni ya da gerçekten anlayabilir misin? yoksa yine her zaman yaptığın gibi umursamaz davranır daha mı çok acıtırsın canımı?
var mıdır gerçekten hayatında birileri? bağlanmaktan,sevmekten hala o kadar korkar mısın?
değişmiş midir gözlerin,ellerin, sesin? değişmiş midir o acımasız halin? gelsem beni bu sefer gerçekten ama gerçekten sevebilir misin? ya da gelmemi ister misin?
bu böyle bilmem kaç aydır bilmem kaç gündür, bilmem kaç saattir devam edip gidiyor. tüm bunlara son vermeyi, gerçeğim olmayı ister misin? keşke istesen... istesen ve beni çıkarsan bu karanlık çukurdan... ben bu yazıyı san yazdım. adam olamasan bile... adam olmadığını bilsem bile... sevmemem için gereken herşeyi yaşatsan bile...
hava orası kadar olmasa da soğuk. deniz kenarında bir şeyler içmeyi hiç sevmedim, denizi de öyle . bu şehri pek tanımıyorum, sevmiyorum. seni tanıyorum oysa. yalnızlığını, herkesin içinde kendine düşkünlüğünü, başkalarında kendini arayan halini biliyorum.
bir çocuk olduğunu biliyorum, her daim saçların birinin ellerinin sıcaklığının garantisinde olmalı belki de.
önlüklerimi ve beyaz yakalarımı atalı çok oldu.
oysa biliyorum, ihtiyacı olan birine vermeliydim onları; oysa çok istedim kurtulmak çocukluğumdan, çocukluğuma ihanet etmek en büyük arzumdu hep. lise fotoğraflarım duruyor hala, henüz atmadım. fark edemedim henüz liseden mezun olduğumu her ne kadar mezun olmama az kaldıysa da üniversite denen bu elit hapishaneden.
elimde senden kalan tek şey birkaç satır yazı, onları da ben yazmışım.
bir dost üstüne , bir toprak üstüne , bir sevgili üstüne,
her ölümden önce edilen o kutsal sözcük üstüne
ben bu yazıyı sen üstüne yazdım ve bu yazıda seni tanımadığım için bana bende var olan hatırlattığın her şeyden bahsettim.
saçının bir tutamını kızıla boya bu gece, saçlarını bir başka gece okşarken ben buluşmak üzere...