bugün

yazamadım..
düğümlendi hepsi boğazımda..
akşama kadar senin gibi ne istediğini bilmeyen fettan insanlarla uğraştım. hasta hasta hiç çekilmiyorsunuz hatta biri senin ismini taşıyordu karakter olarak'ta aynısınız galiba Allah'tan mürüvvet geldi'de çalıştığım mekana izin alıp erkenden çıktım.
Her sabah güneşli ama soğuk olacak sanki içim titreyecek. Icimi titreten bu rüzgar hiç bitmeyecek gibi. Umut olmuştun sen bana mutluluğun olduğuna inanmistim seninle. Sen gittin umut da bitti. Mutluluk zaten uzun bi yolculukta sigara molası gibiydi. Hızlı hızlı çektim içime ve bitti. Şimdi hareket zamanı sanırım. Kaptan seslendi. Bitmek bilmeyecek uzun yolda çift kişilik koltukta tek başıma. Hoşçakal. Ağzımda tadın, cigerlerimde nefesin her daim. Hoşçakal
#yellow claw- kaolo

düşünüyorum. belki de olması gerekenden fazla. 21. yüzyılda insanların gelişmesi gerekirken beyinlerimizin nasıl öldüğünü düşünüyorum. dünyanın nasıl acı çekerek ölmeyi beklediğini düşünüyorum. ölen insanları düşünüyorum. ne kadar kötü olursa ölsün kimse ölmeyi ak etmez diye düşünüyorum. olsa olsa acı çekmeyi hak eder insanlar. düşünceleremizde öldürdüğümüz tanrı veya tanrıları ve tanrılaştırdıklarımızı bir keseye koyuyorum. bunu yapınca evren hiçleşmiyor gözümde. inancımı sorguladığımda ise sonuç koca bir hiç.
koca dünya, diğer gezegenler, galaksiler, yıldızlar, evren. ucu bucağı olmayan bir evren. büyüklüğünü bilemediğimiz, sınırsız dediğimiz, belki de sınırsız olmayan evren. hepsi hiç. kocaman, hava dolu bir hiç. insan ömrü ortalama 70 yıl. o da koca bir hiç. sen istersen dünyanın en önemli insanı ol, o kadar muhteşem şeyler bırak ki ardında ardında milyarlarca ömür yararlansın senden kalanlarla, yine de hiç.
bildiğimiz gibi evrendeki en ufak bir parçanın bile yaşama süresi var. dünya toza dönüşüp yok olduğunda senin yaptıkların bir hiçten ibaret olacak. kimse bilmeyecek. kimse umursamayacak. umursayacak bir canlı olmayacak ki.
doğduğun andan itibaren öğreniyorsun. ne kadar güzel. fakat insanlar yeterli bulmadı öğrenmeyi. asıl yeterli olan hep diğerlerinden fazla şey bilmekti. en çok bilen, en güçlü olan, en çok sevilen olmak istediler. bunun için yarışlar düzenlediler. yarıştılar. herkes kendini kanıtlamak istedi. insanlar bunu kendi isteğiyle yaptı. insanlar kendini derecelendirdi. zeki ile zeki olmayan arasındaki farkı insanlar belirledi. insanlar kendini gruplandırdı. ne yaptıysa insan kendine yaptı aslında. cefasını da şimdiki insanlar çekiyor. kötü de olmuyor aslında. ne ettiysen onu biçersin demişler, yalan da söylememişler.
doğanın kendi mucizesi sudan para istedi. tavuğun yumurtladığı yumurtadan para istedi. inekten çıkan süte para istedi. ve daha bir çok şeye hakkı olmadan fiyat biçti insan.
hava için bile para istedi mesela. hava hakkıymış, peh.
lidyalıların gözü kör olsun.
şans eseri sahip olduğu ses için insanı tanrılaştırdık. şans eseri sahip olduğu görüntü için insanı tanrılaştırdık. şans eseri sahip olduğu herhangi bir şey için tanrılaştırdık senden benden farklı olmayan bir canlıyı.
bunların hepsi bir hiç.
işte bunları düşündükten sonra hiçleşiyor evren.
ben de bir hiçim.
o ve onlar da hiç.
sen de bir hiçsin.
Seni seviyor degilim seni coooooo...k seviyorum,artik ben hep bunu soylerim bir kez soyledim ya kendimi tutamam.
“Herkesin sarılırken asla bırakmak istemediği bir kişi, bütün sokaklarını dolaşmak istediği bir şehir, ve yaşamak istediği bir film vardır..”
ne halin varsa gör tamam mı ne halin varsa gör !!!!!!!!!!!!!!!!
Bir gün elbet mutlu uyanacağının hayalini kurarak daldığın uykudan, gözlerini açtığın yeni gününde diğerlerinden bir farkı olmadığını anladığın an. Gözlerindeki akıl almaz boşluk. Sen sancılar içinde kıvranırken karanlığın kollarında, duymaz kimse çığlıklarındaki sessizliği. Bazen şarkılarla anlatmaya çalıştığın cümlelere sağırdır kulaklar. Belkide yorulmuşsundur beklemekten. Hayatın hep bir adım gerisinden gelmekten. Üzerine yağan yağmur daha sert çarparken yüzüne denizi dinlersin bazen sadece. Kulağındaki küçük müzik çalan kabloya bağlıdır hayatın. Fişini çekmeye korkarsın bazen. Unutulmaktan, anlaşılmamaktan, nefes alamamaktan, nefes almaktan bazen. Bir gün mutlu olacağını bilmenin hayalidir belkide, seni o fişi çekmekten alıkoyan. bir umut yeter nefes almaya.
Demli çay gibisin sevgilim
Acımtırak ve tatlısın
Bayatladığın kadar sevgin
Lavabo deliği gibisin
Dibi boylamaktasin
#avicii- addicted to you

gözlerimi açtığım gibi hafiften bir baş ağrısı. şakaklarımın ve gözümün altındaki damarın attığını hissediyorum. yataktan kalkmadan yanı başımdaki bilgisayardan ben uyurken durmuş şarkıyı tekrar açıyorum.
artık sabahın köründe açılan son ses müzikten rahatsız olmuyor galiba insanlar, duvarlardan vurma sesleri gelmiyor. rahatsız olsalardı kolonlardan birine tıklatırlardı. belki de ben duymuyorum müziğin sesinden. bir iki dakika daha yatakta döndükten sonra gözlerimi açıp saate bakıyorum. yine geç kalmışım gitmem gereken bir yerlere..
uzun ahşap sehpaya uzanıp bir parça çikolata atıyorum ağzıma. sonra da bir sigara yakıyorum. sakın sabah uyanır uyanmaz sigara yakma, önce en azından bir su iç, demişti, sabah okulun kapısının önünde beni sigara içerken gören öğretmenim. bunu söyledikten sonra da sabahları ilk işim sigara yakmak olarak devam etti. ama haklıydı kadın. haklı olduğunu gecenin bir yarısı mideme giren krampları da yanıma alıp acilin kapısından girerken anlamıştım.
en son ne zaman hastaneye gittiğimi düşündüm dişimi fırçalarken.
o kadar uzun zaman olmuştu ki tekrar gittiğimde vücudumun her yerine dağıldığı için artık müdahale edemeyecekleri tümörler bulabilirlerdi belki. doktor bana bunları söylerken ben de tepkisiz kalmaya çalışarak peki o halde, derdim.
doktor kıçıyla gülerdi herhalde. ne yapsaydım? kahrımdan ölse miydim kahverengi deriden rahatsız sandalyede? olan olmuş.
belki bir süre hastaneye gideceğim dediğimde turp gibisin sen, bir şey olmaz sana diyen insanları suçlardım. ama barikat kurmadılar ya önüme, neyle suçlayacaktım? olsa olsa umursamazlıklarından dem vurabilirdim.
bu düşüncelere dalmışken su ısıtıcısının sesi geldi. dişimi fırçalarken aynada kendime bakarak öylece kalakaldığımı fark edince irkildim.
sade ve şekersiz kahvemi yudumlarken bilmem kaçıncı sigaramı yaktım. annemin odasına gidip nefes alıp verişlerini dinledim.
bacağı kıpırdayınca yaşadığından emin olup uyandırmamaya çalışarak odadan çıktım.
televizyonu açtığımda dinlediklerimden memnun kalmadım. artık duymaya alıştığımız şeylere yeni birkaç rahatsız edici haber daha eklenmiş.
giyindikten sonra oturup bir sigara daha yakıyorum. artık soğumuş kahvemden bir yudum daha alıyorum.
yine sinirlerime hakim olamadığım bir zamanda kırdığım kapımın camından ufak bir parça takılıyor gözüme. kapının arkasındaki köşeye atmış kendini.
kendime hakim olamadığım diğer zamanları hatırlayınca kaşlarımı çattığımı fark ediyorum.
o kadar fazla çatıyorum ki kaşlarımı daha yolu bile yarılamadan alnımda kırışıklıklar oluşmaya başlamış.
bunu da evden çıkarken apartmanın aynasında fark ediyorum.
kapıyı açıp dışarı çıktığım anda yüzüme çarpan çivi gibi rüzgar karşılıyor beni.
para vererek aldığım kahvenin yapamadığını öylesine esen bir rüzgarın yapması beni mutlu ediyor. hala kendiliğinden olup bizi mutlu eden şeylerin olması güzel.
yol kenarındaki işportacının yere serdiği tablolardaki küçük mutlu çam ağaçlarına gözüm takılıyor.
bob geliyor aklıma. bonus kafalı ressam olan bob. ne güzel adamdı be. ölmeseydi daha pek çok küçük mutlu çam ağaçları yapabilecekti.
kaldırımdan yürürken aklıma çeşitli sahneler geliyor. ayağımın kaydığını ve yere düşüp başımı yere çarptığımı düşünüyorum. tesadüfe bakın ki tam o sırada sigara tutan elini camdan çıkarmış sürücünün kullandığı arabanın tekerlekleri tam da kafamın olduğu yere....
kafamda canlandırmayı bırakıp artık geçmeyecek misin der gibi bakan, sigara tutan elini camdan çıkarmış sürücünün sinirli bakışlarına aldırmadan.
teşekkür ettiğimi belli eden bir baş hareketi yaparak karşıya geçiyorum.
otobüsler ağzına kadar dolu. adım atacak yer yok. nasıl olsa geç kaldım diye düşünerek boş otobüs gelmesini bekliyorum.
ikinci sigaramı söndürürken geliyor beklediğim boş otobüs. binip her zamanki yerime kuruluyorum.
insanlar ters oturmayı neden sevmez ki? gözünün takıldığı bir şey olunca arkana dönüp bakmana gerek kalmıyor bir kere.
sonra resmen salıncakta devamlı tersine gider gibi hissediyorsun.
biraz daha salıncakta gibi hissetmek için gözlerimi kapatıp o yokuşun gelmesini bekliyorum.
artık boşalmış yoldan hızlıca giden otobüs yokuştan son hızla çıktığında kocaman bir gülümseme beliriyor yüzümde. hala küçük şeylerden mutlu olabilmek güzel.
bunlar olurken dinlediğim şarkıyı söyleyen kadın bir daha asla aşık olmaya yemin ettiğini, ama şimdi çok fena aşık olduğunu söylüyor.
insan nasıl yemin eder ki aşık olmamaya? seçim midir aşık olmak veyahut olmamak? saçma geldi aslında kadının bu söyledikleri fakat şarkıyı dinlemeye devam ettim. sesi çok güzeldi şarkıyı söyleyen kadının.
gözüme çok yaşlı bir kadın takılıyor. düşünüyorum, bugün salı veya pazar değil. olsa olsa doktora gidiyordur herhalde.
sonra artık doktorların eskisi kadar kibar olmadığını fark ediyorum. en azından tümör tüm vücuduna yayılmış, artık yapabileceğimiz bir şey yok derken biraz daha yumuşak bir ses tonu kullanabilirler.
tıp öğrencilerine hiç hasta psikolojisinden bahsediyorlar mı bilmiyorum. ama bahsediyorlarsa belli ki biraz daha bahsetmeliler. veyahut bunu hatırlamalı tıp öğrencileri doktor olduktan sonra.
mesela üç aylık bebeğini düşürmüş bir kadını zaten artık on hamilelikten dördü düşükle sonuçlanıyor diyerek teselli edemezsiniz. bunu bilmeliler.
bazen ben mi fazla duygusal yaklaşıyorum olaya. doktorlara da hak vermek lazım. onca saat ayakta durup yüzlerce insanla ilgilenmek, dertlerini dinlemek ve yardımcı olmak, ayrıca benim ayrıntısını ve hatta kendisini bile bilmediğim bir çok şeyle uğraşmak kolay değil. bir kere insanlar başlı başınca zor varlıklar.
okulun durağına gelince iniyorum otobüsten. yine çivi gibi soğuk karşılıyor beni. hoşbulduk, diyorum gülümseyerek. kibar olmak lazım.
okulun kocaman kapısından giriyorum. zaten olan derslerin yarısı bitmiş.
sınıfa girdiğimde
-ooo yine erkencisin
-biz de seni bekliyorduk derse başlamak için
-sen olmadan boğazımızdan geçmedi
-yoklama yeni alındı beş dakika önce gelseydin gibi cümleler karşılıyor beni. hoşbulduk, deyip gülümsedikten sonra oturuyorum yerime. kibar olmak gerek.
çantamdan kitabımı çıkarıp kaldığım yeri açıyorum;
'"her şeyi iyi gittiğini nerden çıkarıyorsun?" dedi. "herif rüzgarı kendinden menkul uçurtmanın teki. ara sıra telleri takılır gibi kadına geliyor gece yarısı."
"fakat müzeyyen, bu derin bir tutku," dedim. tırsmaya başlamıştım. haklı olabilirdi.
"evet, biraz sapık ve tek taraflı bir tutku," dedi. arkasını dönüp gitti.'
gülümsetiyor bu okuduklarım beni. jeton düşüyor bir yerde.
okumaya devam ediyorum. arada bir kafamı kaldırıp gözlerimi dinlendiriyorum. ah, ne kadar ağrıyor gözlerim. inatla gözlük vermeyen doktoruma küfredip okumaya devam ediyorum sonra. birkaç kez sigara içmek için mola veriyorum. birkaç kez de sınıfta yapılan espriye gülmek için.
bazen de okuduğun birkaç cümle sonra "hass" diyerek sırıtmak için kaldırıyorum kafamı.
kitabın son sayfasına geliyorum, ders bitiyor. eve gitmek için toparlanmam gerekirken oturup önce kitabı bitirmeyi tercih ediyorum.
kitap bitince dirseklerimi sıraya dayayıp avcumu gözlerime kapatarak salıveriyorum başımı. ne kadar öyle durdum bilmiyorum.
tanıdık gelen cümleler, tanıdık gelen hikaye, tanıdık gelen süslü kelimeler midemi kaldırıyor biraz.
sonra toparlanıp kalkıyorum adeta yapıştığım yerden.
düşünmeden yürüyorum.
aslında düşünmeden yaşamak ne güzel diyorum, keşke yapabilseydim.
eve gelip iş için hazırlanıyorum. yanağımı olduğundan daha pembe gösterecek allığın tozları havada uçuşurken hayatın kocaman bir hiçten ibaret olduğu geliyor yine aklıma.
keyifsizleşiyorum.

-bitse ne olur,
bitmese ne?-
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun dedi ki yok yok
Ak ellerin boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yok
Yok yok yok yok yok

Dedim inci nedir
dedi dişimdir
Dedim kalem nedir
oy dedi kaşımdır
Dedim ak memeler oy
dedi koynumda
Dedim ver öpeyim
söyledi yok
Yok yok yok yok yok



Dedim ölüm nedir
dedi boynumda
Dedim gel ölelim be
söyledi
yok
Yok yok yok yok yok
böyle olmasını hiç ister miydim ben? son iki seneyi seninle, senin için yaşamışım. şu an durup düşündüğümde senden başka kimim vardı benim? senin için yaşıyormuşum her şeyi senin için yapıyormuşum. böyle çok seviyorken seni, senden ayrı kalmak, varlığından uzak durmak, yokluğunu benliğime kabul ettirmek kolay mı sanıyorsun?
Merhaba sevgilim, merhaba 18 yaşıma bahar gibi gelen adam. Gecelerime ışık, yemeğime tuz bedenime nefes oldun gelir gelmez. Sanırım benim sana ihtiyacım varmış ve yıllardır bu anı bekliyormuşum. Ben 18 yıldır bakıyormuşum fakat hayatıma girdiğin gün görmeye başlamışım. Iyikilerime baş sebep koca Yürekli adam. Adın bende aşk.
Onyüzbinmilyon sene eksi iki.
Benimki de kalp, kırılıyor hani. Bende üzülüyorum falan.
Çok boktan bi gündü. Yarın güzel bir gün olur umarım.
Bu gece de aşık veyselden bir şey gönderiyorum sana.
Çünkü bu gün yaşadığım duyguyu daha iyi anlatan başka bir şey yok.

mecnunum leylamı gördüm
bir kerece baktı geçti
ne sordum nede söyledi
kaşlarını yıktı geçti

soramadım bir çift sözü
aymıydı günmüydü yüzü
sandım ki zühre yıldızı
şavkı beni yaktı geçti

ateşinden duramadım
ben bu sırra eremedim
seher vakti göremedim
yıldız gibi aktı geçti

bilmem hangi burç yıldızı
bu dertler yareler bizi
gamze okun bazı bazı
yar sineme çaktı geçti

izzet-i der ne hikmet iş
uyur iken gördüm bir düş
zülüflerin kemend etmiş
yar boynuma taktı geçti.
Bazen kelimeler bogazima dugumleniyor gozlerine bakarken... milyonlarca kelime olmasina ragmen lugatimda, iki kelimelik cumle kuramayacak kadar heyecanlandiriyor goz bebeklerin. Bu masumiyetine layik olacagini umdugum guzel umutlar var kalbimde yeseren... heyecanimla sulamak istiyorum, can atiyorum, canimiz olsun diye...

Guzel gunler hayal ediyorum, yeni bir bisikletin heyecanini yasayan ufak cocuk misali... dusup dizlerimin parcalanacagini bilsem de, pedallari var gucumle cevirmek... sevgiyi ve mutlulugu yuzume carpan ruzgar gibi saf ve temiz hissetmek.
Seni anlatabileceğim kimsem dahi yok...
Sen bana geç kaldın ben sana erken.
ellimi sallasam 3 milyar 750 milyonu be sevgilim.
Bu ülkede "hoppidi hoppidi hoplatalım kız" diye şarkı yaptı adam. Biz küfretmişiz çok mu? Değil.
adın neydi senin?
Hasret dolu gözlerle bekleriyorum
Aynı saat aynı durakta
Biliyorum,kızgınsın
Tersine yaklaşılmaz
Inadın inat,sevgin çağlayan bir su
Bekletme bu soğukta,seni ısıtacak
Yüreğime yazık.
Kafam karışık.
hissettiklerimi hissedemiyorum.
ağlamak istemiyorum ama her gece iki damla süzülüyor yanaklarımdan aşağı.
Bi de daha hiçbir şey ortada yokken, olamamışken ve daha doğrusu olmayacakken.
hayatım değişti.
her şeyim değişti.
bi modernleşemedik, teşekkür edip her şeyi unutamadık.
değer verene on kat fazlasını verdik yetmedi ama zaten her şeye baştan razıydık.
artık günler daha hızlı geçiyordu son günlerde daha iyi nefes alabiliyordum haliyle.
ama sen yok musun sen yine fırladın bir yerlerden.
yok diyorum ben adamın dibiyim yakışmaz diyorum bir insanı arkasından vurmak olmaz.
beklenmedik işler genellikle beklenmedik sonuçlar doğurur diyorum.
ama işin komik tarafı kime diyorum.
hiçbir şeyden anlamayacak olan gönül alemine.
kızıyorum, soğuyorum ama lanet olasıca geçmiyor.
daha da artıyor, üzülüyorum.
Milletin yanında saçma sapan nutuklar atmaktan yoruluyorum.
seni istiyorum, sadece seni; hep sakladıkarımızı, hiç yapmadıklarmızı.
Ama istemiyorum ya da cidden .
zaten az bir adam olabilseydim şimdiye kalmazdı bu iş.
sen en iyilerine layıksın benden çok uzaktakilere.
g.tünde pireler uçuşmasına rağmen; erinmeden, kalkıp sana bu yazıyı yazdım.