yüzünün kıvrımlarını unuttum gittiğinden beri.
ellerini, dokunuşunu..
bana bakışını ve gülüşünü unuttum..
kalbime dokunuşun kalmış aklımda..yüreğimde kalmış yüreğinin izi..işte o yüzdendir ki ben bu yazıyı sana yazdım..
ilk bakışındı içimi eriten ve sonsuza dek eritecek olan. midem ilk kez seni öptüğümde kasıldı. ellerin ellerimdeyken huzura erdim. güne yanında uyandığımda gün güzeldi emindim. sonra bir gün uyandım yoktun. ne bedenin ne ruhun..
ben de bu yazıyı sana yazdım. nehre atılan şişeler ve içlerindeki notlar gibiydi. ulaşır da bana dönersin belki yeniden diye..
aramızdaki sınırlar biter belki..o bitmek bilmez kilometreler ve saat farkı..
sen hiç 'hiç' oldun mu? birden duruldun mu?
bulanıkmış berrakmış her suyu içtin mi?
altında ağ olmadan yerden yükseldin mi?
tam zevkine varmışken birden yere düştün mü sen?
düştün mü sen? *
Yazın ortasında tir tir titremekti yokluğun. Ne yana baksam sen... Kim bilir kaç kez ter içinde bölündü uykum. Baş ucumdaki su bardağını dudaklarıma götürürken dişlerimin titreyerek cam'a çarpması ve o çıkan ses... yalnızlığın , terkedilmişliğin sesi... Sonra yatakta doğrularak oturuşum. Saatlerce tek bir noktaya odaklanan gözlerim... Gece lambasını açıp, içinde mutluluğun milyonlarca örneğini taşıyan resimlerimize bakmam... Sonra yine ıslanan gözler, sonra yine içilen sular, sonra yine duvarlara bakmalar, sonra yine sen, sonra yine karanlık, sonra yine hüzün, sonra yine olmayan yarın, sonra yine bir türlü doğamayan güneş, sonra yine +40 derecede soğuk, sonra yine göremediğim gözlerin, sonra yine bir başıma kalan ben ... sonra yine sessizlik, sonra... Sonrası yok..!
kutlum...
aşkıma en çok yakışan adın gibisin gönlümde. gönlüm artık sakinleşti karanlık duvarların gölgesinde, şimdi sadece soluk alman yetiyor gülümsemek adına.
el yazması bir kitap gibi, bir kitabı saklar gibi tutuyorum seni ay ışığına bakan raflarında odamın. bir kıstas kazandırarak bıraktığın yolda, seni okuyarak sildim hüzünlerimi bir bir ve temizledim kanlı gözyaşlarımı "hayal" bahanesine sığınarak. artık acı cümleler kurmuyorum, yüzüm yine ışığa dönük.
nur ı aynım...
ben bu yazıyı sana yazdım. ister sakla bir çiçek say kurusun defterinin arasında... ister harca bir zaman say geçsin hayatın akışında...
ben bu yazıyı sana yazdım. sen anlayacak mısın bilmiyorum... **
hayatımda ilk kez, senin için bir şey yapayım dedim. hep başkaları için çırpındım. bu yazıyı da sana yazayım. yıllarca ihmal ettim seni. yıllarca üzdüm. bir külah dondurmayı bile çok gördüm sana. bir kez bile, bir vitrinin önünde, hayranlıkla bir elbiseyi seyrettirmedim sana. başkaları için üzüp, uyutmadım seni. düzene, vefasızlığa yenik düşürdüm. en sevdiğin şarkıları bile dinleyemeyecek kadar bunalıma soktum. senin zayıf yönlerini sömürmelerine izin verdim hep. öyle iyisin ki, bunun karşısında ezilenler, seni yok ederek varlıklarını sürdürmeyi seçtiler. hayattaki en sıradan şeyler bile, mucizeydi senin için. seni odalara kapattım, panik ataklar geçirttim, depresyona soktum. metroya binmekten bile korkuttum seni. o cıvıl cıvıl kalabalığın içinde olamadın. hayat önünden akıp giderken, seyirci koltuğuna oturttum seni. bu yazıyı bile, hep başkaları için düşündüm. kimi seçeceğimi bilemeyip, vazgeçtim hep. ben bir başlangıç yaptım. ben bugün ilk kez senin için yazdım. ben bugün ilk kez senin için ağladım. öğrendim artık. hayatta en çok, belki de sadece seni sevmem gerekiyormuş. öğrettiler sonunda. aynadaki görüntüm, güzelim, canım, çilekeşim, haydi gül artık, sevin, bir kez olsun sevin. ben bu yazıyı sana yazdım.
ne hasta bekler sabahi
ne taze oluyu mezar
ne de seytan bir gunahi
seni bekledigim kadar
****
gecti istemem gelmeni
yoklugunda buldum seni
birak vehmimde golgeni
gelme artik neye yarar..
bende çok duygusalım, salımı duyguyla yükleyip, dalgaları bir bir alt etmek istiyorum bu entryler denizinde, ne olur alsanıza aranıza. ben bu yazıyı size yazdım.
bu yazıyı sana yazıyorum, eski aşkım!
bu yazıyı sana yazıyorum, salaklığımdan kaybettiğim aşkım!
bu yazıyı sana yazıyorum, gururumun içine sıçıyım eski aşkım!
hani ayrıldıktan sonra, sana hiç bakamdım ya. hani, sanki bir bokmuşum gibi hep kendimi ağırdan sattım ya. hani yan yana geçerken, sanki yokmuşsun gibi davrandım ya. hepsi numaraydı.
cep telefonumda, saatimi dakikası ve saati aynı şekile, (11:11, 12:12) gördüğüm zaman, aklıma sen geliyordun.
kötü vakitlerimde seni aramadım be aşkım! gelsede moralim düzelse hiç demedim.
çünkü ben seni, hep güzel anlarımı paylaştığım insan olarak hayal ediyodum. ama olmadı be aşkım. biliyorum. benim salaklığımdan olmadı.
çok bekledim. belki ararsın diye. arasaydın, bana 1 adım gelseydin, sana koşmaya hazırdım be aşkım.
ama salaklık bende! neden mi? çünkü senin 1 adım gelemeni beklediğim için. niye direk koşmaya başlamadım ki!
Çekip gittin ; yarım kalmış nefesini , ciğerlerime soludğum gözlerindeki yeşilin de alevini alarak. Çekip gittin işte. Ne konuşsam duyarsın sesimi, ne de ağlasam silersin göz yaşımı. Bir hastane yatağında terkettik tüm sevinçlerimizi, haykırışlarında bıraktık umutlarını, isteklerini. Bir sen vardın beni böyle koşulsuz seven. Hatamla , tüm günahımla ve herşeye rağmen beni göğsüne bastırıp saçlarımı okşayan. Pişmanlıklar bıraktın arkanda , çözemediğim anlam veremediğim sorular aniden beynime üşüşen. Her sabah yastığı ıslak uyanmak ne demek bilirmisin. Bilemezsin, sen hiç kaybettin mi ki , hayatındaki ışığı , ya da omzuna yaslandığın kişinin gözlerinin önünde öldürün beni diye haykırdığını gördün mü? Hayat işte deyip geçiştirilmiyor böyle anılar. Hastane yatağının başında sabahlanan gecelerde görülen rüyaları bilirmisin, haykırırken acıdan sevdiğin, hiçbirşey yapamamak sadece acının seni ele geçirmesine izin vermek ne demek. Nefes alamazken sevdiğin ciğerinden bir parça kopması ne demek. peki ya boş yatağı gördüğün an , gitti acısı dindi dedikleri an...
bir rüya gibiydin. kalbimi eriten sıcacık bir rüya. kokun hala burnumda desem inanır mısın? gözlerimi geri almama bile izin vermedin. sıcaktın sen. dokunduğun her yer alev alev yanıyordu, ilk kurban da kalbim oldu. sessizliğin bir şeyler anlatıyor bana, kahverengi saçların, ince dudakların aklımdan bir türlü çıkmıyor. kalabalık sokaklarda, yalnızların tekrarlanan triplerinde seni arıyorum. senin inceliğini, bembeyaz tenini bulma umuduyla korkuları bırakıyorum evde. rüyamdan çıkarsın, gözlerimiz buluşur ve beni hatırlarsın diye. uzun süre oldu, senin soluğun hala kuvvetli, bense iç çekiyorum devamlı. bir gün, tek bir gün, tek bir saat, tek bir dakika gözlerimde olmanı istiyorum, gözlerinin içine beni hapsetmen için sana yalvarıyorum. ne fayda? ne fayda itiraflara? bu bir rüya ve uyanacağım, er ya da geç. elveda güzelim... beyaz tenine, kahverengi saçlarına iyi bak. gelirsen de kapıyı aralık bırakıyorum. bir ümit bu, kendime delicesine işkence ediyorum.
sana uzak kentlerden birinde, zamanin bir yerinde, seni ve senli gunleri animsatti aksam gunesi..
onca zamanin ustunde eskimeyen bir dusuncesin simdi.
insan hergun animsar mi ayni gozleri?
senin sesini duydugum masalarda erteliyordum herseyi.
her seyi erteleyisim oluyordun;
kalp agrisi oluyordun;
birlikte soludugumuz sokak isimleri oluyordun.
mevsimler degisiyor ve buyuyordun...
Ah.. ilk damla düştü.. Takip etmekte zorlanıyorum. Şimdiye kaçıncı damla düşmüştür acaba? Hem,acaba suyun seviyesi ne kadar yükseldi? Zihnimi bunlarla rahatsız etmeli miyim? işime odaklansam daha iyi olacak sanırım.. Şimdi,bir bakalım.. Neden buradaydım ben? Ah evet, borç ödemesi..
Neden birine aşık olursun ki? Onu diğerinden farklı kılan nedir? Acaba
görüntüsü aracılığıyla bazı şeyleri mi tetikledi bedenimde? Yok. Bu imkansız. Sadece görüntüyle olmaz diye öğrettiler aşkı bize, ki doğru olmasa öğretmezlerdi herhalde. Peki aşkın devamlılığını sağlayan nedir ki? Bu kimyasal bir tepkimenin sonunu bilmeye çalışmak gibi benim için. Hiç anlamam böyle şeylerden.
Peki, Neden ulaşamasan bile mutlu olursun ki onu mutlu gördüğün sürece? Yoksa böyle olan sadece ben miyim? Yine saçmalamaya başladım..
Şimdi, neden beni reddettiğini bir düşünelim; Yakışıklı olmayabilirim; ki tek gözümün sadece akının görünmesi bu tezi doğruluyor sanırım. Zeki olmayabilirim; ki öğrenimimi yarıda bırakmam bu tezi doğruluyor olabilir, gerçi bence zekası yerinde bir insanım, okulu bırakan herkesin aptal olması.. Yok canım mantıksız geldi bana. Neyse; çulsuz serserinin biri olabilirim; ki bu da para pul sahibi olmak istemememdendir, günü kurtarsam yeterli benim için. Duygusal olmayabilirim; ama bu da mantıksız, bir keresinde ağladığımı hatırlıyorum. Duygusal olmasam ağlamazdım herhalde.
Ya onun da dediği gibi deliysem? Deliliğin kıstasları nedir ki? Herkesin deli dediği bir insan gerçekten de deli olmak zorunda mı? Yeni bir peygamber olamaz mı acaba? Belki tanrı fikrini değiştirdi ve yeni bir peygamber daha yollamaya karar verdi? Tanrı dengesizdir, bunu ondan bekleyebiliriz sanırım.
Pekala ,tanrıdan bahsedelim o zaman biraz, tanrı bedensizdir, cinsiyetsizdir, gücü mutlak olandır falan filan. Peki onun da duyguları var mıdır? Bilginleri ağızlarından kızgınlıkla salyalar saçarak bağırırken hayal edebiliyorum. "Kafirlik! Sapkınlık ! Delilik". Hehe, tamam sakin olun. O zaman şöyle söyleyeyim, tanrının da bazen canı(?) istemiyor mudur hissetmeyi? Özenmiyor mudur acaba insanlara ve hissettiklerine? Ben olsam özenirdim sanırım. Belki de bu özlemini gidermek için insan suretinde aramızda geziniyordur bazen? Yapar, dengesizdir.
Neyse, benim tanrıyla konuşmam gerekliydi hatırladım, şu aşk ve reddedilme konusunda, o yüzden şimdi kendimi suya bırakacağım, nefesim kesilecek ve öleceğim bir terslik olmazsa. Sonra tanrıyla uzunca bir süre sohbet edeceğim, eğer öbür tarafta da bürokrasinin borusu ötüyorsa bu sohbet için epey beklemem gerekebilir sanırım.
Sahi, suya atladığımda suyun seviyesi ne kadar yükselir acaba?
[beynimle bir sohbet sonrası önüme açtığım kağıda dökülenlerin toplanmış hali]
durucam burada
gidişini seyredecem
kıpırtısız sakin gibi görünücem
kavgasız olacak
fırtınasız olacak
saçma sapan olacak
organlarım birbirine vuracak
arkandan sessiz bakıcam
ben yine salağım diyecem
bursa-ankara gidip gelmelerinde mezit boğazında güneşe direnen karların eridiği son gün bile benim umudum solmamıştı, her geldiğinde valizinden sevgi çıkacak zannederdim.
ben bu yazıyı sana yazıyorum sevgili ülkem;
insanlarının birbirine saygısının kalmadığı, zıt görüşteki insanların birbirine çamur atmayı marifet saydığı, her karış toprağında gerek eylemsel gerekse sözlü olarak bölücülerin seslerinin yükseldiği bir yer oldun ne yazık ki. el birliğiyle bizler seni bu hale getirdik. oturduğumuz yerden konuşmakla seni kurtarabileceğimizi sandık, sana sahip çıkıyoruz sandık. ne kadar da yanıldık. demokrasiyle yönetilen bir ülke olarak demokrasinin sonuçlarına katlanma tahamülünü gösteremeyen insanların varlığı canını acıtıyor biliyorum. bir zamanlar senin uğrunda savaşan insanların torunlarının, seni bölmek için fırsat kollayanlara kucak açması ise senin için ayrı bir keder kaynağı olsa gerek. en büyük ırkçılığı kendi kendimize yapar olduk. birbirimizi yemekten dışarıdan gelen tehlikeleri göremez olduk. hani dillere destan türk milleti vardı ya ülkem, merak ediyorum ne oldu o millete? inancı, dili, siyasi görüşü her ne olursa olsun bu ülkeyi dış düşmanlara karşı tek yürek halinde koruyan o insanlara ne oldu? ne oldu da kendi ülkemizi ve insanlarımızı aşağılamaktan bu derece haz duyar olduk? kendimize gelmeliyiz artık galiba ülkem. demokrasiyle seçilmiş bir hükümete gözü kör bir şekilde kin güdeceğimize, doğrularını ve yanlışlarını fark etmeye çalışmalıyız belkide. öfke gözleri kör edermiş derler. şimdi ise bizim görmemiz lazım. vatan ve millet çıkarlarına, anayasamıza aykırı her adımı görüp tepki göstermemiz lazım, ama sunni tepkiler değil, gerçek tepkiler. tam tersi olarak atılan her doğru adımı ise alkışlamamız lazım, sezarın hakkını sezara vererek. belkide bölücülere amaçlarına ulaşamayacaklarını bu şekilde kanıtlayabiliriz yalnızca. ne dersin?
Kamuflajınla çimlere uzandığın resmine bakıyorum şimdi. Gözlerin, kimsenin anlatmadığı şeyleri anlatıyor. Sensiz nasıl bir öyküde yaşamış olmanın hesabını yapıyor, bir hiçlikle tamamlıyorum cümlelerimi yine. Hasret düşmeyedursun gönüle; öyle savrulur yürek her gece. Öz ağlar, göz ağlar... **
ben bu yaziyi sana yazdim. senin okumadigin binlerce diger kardesleri gibi. her sarkida anlamini buldum, her sarkiyi sana adadim. ama neden bilmiyorum kendimi bulamadim. ama bazen kendimi yanlizligimin bosvermisliginde buldum, bazende sarkilar adiyordum.
bu yaziyi sana yazdim kalbime ok gibi giren. yeni bir hayat kurmak istedim. hersey farkli olur zannettim. ama bu beden bu ruhu tasidikca sadece insanlarmis degisen. neden gozumdeki yaslar gibi dokulup gidemedin. sen gittin, ben gittim ama hala ay gibi doguyorsun gecelerime, hayalin gozlerimden gitmiyor. sana sarkilar adadim. haberin yok.
size iki çift lafım var. kısa sürer merak etmeyin...
aşık olun...
aşk inanın çok güzel. şu dünyada yaşadığım ana kadar gördüğüm en güzel şey aşk...
korkmayın. aşık olmaktan sakın ha sakın korkmayın. hiç aşık olmadan, ''aşktan korkuyorum'' ben demeyin. ''etrafımdakiler mutsuz, onların sonu hüsrana vardı ben de mutsuz olacağım, beni de acı dolu günler bekliyor'' diye bırakmayın aşkın peşini. ''mecnunla leyla, ferhatla şirin kavuşamadılar, mutlu olamadılar diye ben de kavuşamam, mutlu olamam'' demeyin...
kavuşamama ihtimaline rağmen de sevin. çekeceğiniz acıdan mı korkuyorsunuz? korkmayın. kavuşup mutlu olmak kadar haz alıyorsunuz kavuşamayınca da. tadı biraz farklı sadece.
ama hele ki kavuşursanız... aman yarabbim o ne mükemmel bi zevktir. tarifi yok dünya üzerinde. o an size dünyanın tapusunu teklif etsem aşkınıza karşılık, inanın ki değişmezsiniz.aptal aptal gülme sebebi, dünya yıkılsa, bişey olmaz yeniden yaparım gücünü veren en asil duygu aşk...
velhasılı kelam sevin birini birbirinizi... kerem gibi sevin, aslı gibi sevin. o kadar sevemezseniz de nazım gibi; içinizde kımıldayan bir şeyler gibi, yaşıyoruz çok şükür der gibi sevin. sade sevin, sadece sevin. ama büyük, çok sevin, büyük aşık olun...
aşık olmasanız, aşka inanmasanız, değer vermeseniz, nefret etseniz dahi sakın ha sakın yaralamayın aşkı ve aşıkları...
şu dünyada tek temiz ve saf kalan, değişmeyecek ve değiştirilemeyecek olan; hayatta bazılarının tek dayanağı olan aşkı incitmeyin, küstürmeyin, halel getirmeyin...
''Ben seni sevdim mi? Sevdim, Ya sen beni?'' demeye cesaret edebilen, diyebilen bir insana değer verin. tutun onu. sarın, sarmalayın, bırakmayın bi yere... kalmadı onlardan cok. değerini bilin kısaca...
evet insanoğlu! bu yazı size...
bırakın onlar hala ''akıl'' desin. siz ''gönül'' deyin ''aşk'' deyin ''sevgi'' deyin...
yine derin uykular, rüyalar içindesin... bense seninle izlediğim bir filmin etkisinde kalmış düşüncelerdeyim. yüzün ne kadar da masum, ne kadar da öpülesi yanakların sen uyurken de... öpüyorum. ellerim okşuyor saçlarını, bedenini, tenini, ellerini, heryerini... sonra bir kere daha arkamı dönüyorum sana, dalıyorum gene düşüncelere. seninle geçirdiğim onca günlere. bir kere daha hatırlamak için seni sevme nedenlerimi. neden senden kopamadığımı bir kere anlamak için seni düşünüyorum. ne kadar umutsuz, ne kadar şaşkındık oysa birbirimizi herkese karşı kanıtlamaya çalışırken. birbirimize destek olurken ne kadar da savunmasızdık. ne kadar gaddardık bir an bile arkamıza bakmadan çekip giderken hayatımızdakilerin. ve ne kadar acımasızdık, amansız kavgalarda bir bir dökerken elimizdeki kozları. ne kadar bağlıydım sana, sen giderken "gitme" diye ağlayışlarımda. ne kadar cellattın kafanı gideceğim dercesine sallayışında. yorgun bedenim ne kadar yenikti sevgime, yaşadığımız onca zamana, uyandığımda seni bulamayacak olmanın korkusuyla uykuya dalmak istemeyişime. en büyük depremler bile bir gün göcük altında bırakabildi bizi. bana her sarıldığında unuttum kötü günleri, istenmeyen sözleri. aklımda sevgin, elimde elin, kalbinde adım oldukça her an yanında olmuş olacağım. birazdan yanına uzanıp son kez öpeceğim yanağından ve uykuya dalacağım. ve uyandığımda alacağım senden bir ömür boyu ödeyemeyeceğin birikmiş öpücük borçlarımı.
seni seviyorum nefesim...!