sinirden kudurtuyorsun beni, sen ne boş birisin; sabah kalkarsın sözlük, akşam yatarsın sözlük, gece rüyanda yine sözlük!
bir de kendine yazı yazarmış, komik mi olduğunu sanıyorsun, ben öfkeden klavyenin tuşlarına parçalamak istercesine vururken.
git işine gücüne bak, senin entrylerini kim ne yapsın, kimin ne ihtiyacı var.
akıllan biraz!
edit: ne yapayım, yazmadan duramıyorum, eskiden deftere, boş bulduğum kağıt parçalarına yazardım, tamam, aslında hala yazıyorum.
aslında sana katılıyorum, çünki hala onlara yazmam gerekiyor; benim için önem arz eden bitirmem gereken bir yazı var, şimdiye tamamlamam lazımdı. bu sözlük kötü alışkanlıklar gibi bağımlılık yapmış olmasa da az biraz bağımlı oldum,bir yazayım bir okuyayım derken gidiyor bir kaç saat.
sana söz vermek isterdim bundan sonra daha az yazacağım diye ama, işte hayat hiç birşeyin garantisi yok!
geniş salonların şehvetli kadını! içindekileri dışa vur!
zamanın anlık parçalarını yansıtan değişken düşüncelerinle, yaşamın tadı hep üzerinde...
bitmeyen ve özlenen kokuna adıyorum bu geceyi... inatlaşan dolunayın kazandıgı bu geceki ağır kumarın, üzerimde biriken bozuklukları alarak kaçışını izliyorum...
kumardaki kaybedişlerime karşılık hayatta kazanmaya götüren dolunaya teşekkürler!
seni çıldırtma derecesinde düşündürdüğü için...
yerle bir olmak umrumda değil.... alınan darbeler en yakınlardan gelince ve bunu gözler görünce en zor olanı yaşıyor insan... bir daha nasıl cesaret edip açabilir ki kapılarını..? alışılmadıklara alışmaya çalışmak.. herşey aynıyken, dünyanın tersine çevrilmesi.. ve üstüne binen tonlarca ağırlıkta kuş tüyü gerçekler.... uykundan sarsarak uyandırma etkisi yaratırlar üstünde... ve sen öyle savunmasızca bakarsın gözlerine...
durup bir düşünürsün orda gerçekten hiç bi çift göze bakmamış mıydım ben..?
ne değismişti..? kimler alıp götürmüştü yerlerinden diye... Oysa... oysa güvenle uzanmışsın sen o gözlere.. bilmemişsin karanlık olduğunu, bilememişsin yüreğinin görmeyen gözüne aldandığını.. artık biliyor olsan ne fayda.... giden gitmiştir yudumlarından.. damlalarından... en önemlisi, zamanlarından...
bitiş ve yeni bir başlangıç...
artık üzülemiyorum, kendimi yıpratamıyorm ve üzerinde kuramıyorm. kendimle çelişmelerim bile geride kaldı. aynı monotonlukta hayat sürer. başlar, minik heyecanlarla ilerler, manasız bi şekilde soğuma başlar ve aniden biter.
artık beklemekten yorulan bir insandan çok sonu yoksun hayatına devam ederken ümitsizce ümidini aşacak yeni bir sinyal, yeni bir ışık, yeni bir ten arasın. bulabilirsen yine aynı süreç işler adına.
bu süreci değiştirebilme ümidiyle, bu yazıyı kendime yazıyorum...
saldırıyor içim sağa sola. ne garip durgun dururken içimdeki saldırıyı görebilmek. zor geliyor her şey. durmadan düşünmek ve düşünmekten kaçmaya çalışmak. her şey değişiyor. istediğim kadar düşüneyim. sadece deliriyorum.
duruluyorum
saldırıyorum
deliriyorum
Denemedim mi? Denedim, hatta çok uğraştım.. ama sonuç ortada ki; başaramıyorum..
Çokça kalbimin kırıldığı yollardan geçtim, kırılsın dedim, çabaladım, ter döktüm; sonucu gördüğümde tatmin olabilme ihtimalim için hep. Olmadı da olmadı arkadaş! O dünya ötesi 'sonuç'a bir türlü ulaşamadım. Kötü-iyi fark etmezdi de; kim yaptığı bir işin arkasında durup, sonuçlarına katlanmak istemez ki! Ben istedim; istedim ki bir şeyler yaptığımı hissedeyim, hissedeyim ki yaptıklarımın arkasında daha sağlam durayım, durayım ki bir aşk bir şevk kalsın içimde de daha çok bağlanayım. olmadı. e kadar kısmet bi yerde..
***
of iced earth başladı.
aha gitti yine moral. müzik olmasa nasıl yaşardım? müzikle de böyle yaşıyorum gerçi, ama değer. bir camekanın içinde gibiyim. yok, tam tersi. herkes o camekanın içinde. ben dışarıdayım. içeri girmek istemiyorum, giremem de zaten. ama dışarıda çok az kişi var, çoğunu henüz göremiyorum. içeridekilerle iletişim kuramıyorum. sesleri kısık. onlara göre, ben fazla bağırıyorum. bana göreyse onlar sıkışmış durumdalar. tanrım, daha iyi ifade edemezdim.
umarım bir gün, biz dışarıdakiler, birbirimizi buluruz. derdimiz bu aslında. sınırlar olmayınca burası o kadar büyük ki, kayboluyoruz. içeridekilerin kaybolması imkansız. o dar yerdeler. ama biz de kayıp durumdayız? çok yorucu.
ama oraya girmektense, değer. woah. duygu patlaması. açlık.
tarih ödevi. x_x
gözlerimi kapıyorum küçük anılar geliyor gözümün önüne kulağımda çıkaramadığım sesler var, kafamda soru işaretleriyle birlikte peş peşe. farklı kişiler, farklı mekânlar birbirine girmiş; birinde olması gereken diğerinde, diğerindeki bir diğerinde değiştiremiyorum yerlerini, kafamın içinde onlar zaten çoktan yer değiştirmiş. gerçek yerlerini hatırlayamıyorum bile tek bildiğim oralara ait olmadıkları. sonra fark ediyorum ki bende oraya ait değilim. daha da kötüsü sadece oraya değil hiçbir yere ve hiç kimseye ait değilim hep bununla övünürken, kendime bile ait olmadığımı fark ettiğim andır bu an.
çalıştın oldun, başardın yaşıyorsun istediğin hayatı ama neden saldın kendini yine hadi kızım kalk toparlan. Gundur geçer, zaman akıp gider, herşey geçer.. Ne demiş sezen abla
geçer geçer neler neler geçmediki hala bitenin ardında takılmasın gözlerin boş boş, gelmesin aklına ne iyi dene kötu birşey. Senki olmaz denilenleri yaptın kimleler savaştın, hadi kızım kalk, çok düşünme, Ayaklarını sıcak tut, kafanı serin, düşünme fazla derin.
her şeyin kötü gittiği bir dünyada "aşkı" yaşamaya kalkmak ne feci.
temiz kalan tarafını; gözlere saplanan sözlere teslim etmek ne acı.
bu aralar kendime adıyorum tüm enerjimi deyip kendini kandırmak ne ürkütücü.
bir çift ayağa, bir çift ele iliştirmek anlamları ne ağır yük..
göz demeye dilim varmıyor. bir çiftine şehirler ayaklanıyor.
durmadan düşünüyorum; hissedilenler tanımlanabilir mi diye. akıl uçup gitmişken; yaşanılanın yoğunluğunu ölçebilecek hiçbir şey kalmıyor geriye..
bir bakıyorsun sokaklarda
bir bakıyorsun huzur bulduğun evinde yakalıyor seni dip köşe kaçmak istediğin.
ağlamaklı türküler, insanın kendi yüzüne bakmaya korktuğu anlar..
salıncakta şuursuzca sallanırken kapaklanıp yere, koşup koşup atasım var kendimi denize. en çok özlediğim zamanlarıma götürsünler beni, en çocuk zamanlarıma.
kucak dolusu sarmalamalar..
kilitli eller kendi omuzlarına..
gün geçtikçe daha da suskunlaşan diller..
başka bir şey kalmadı.
kafamı ellerimin arasına aldım önce,
sıktım sıkabildiğim kadar tüm gücümce,
gelgitler oldu, hafif sarsıntılar beynimde ve;
gözlerim kapandı hahifçe...
çok sıkmışım,
yavaşça bıraktım, uyuştu baş parmaklarım...
kafamı ellerimin arasına aldım,
ve soyutladım kendimi elektronlarından bu saçma meydanın,
güneşin en tepede olduğu vakitlerde yaptım bunu
güneşe oldum olası gıcıktım ben, yaz çocuğu olmama rağmen...
ben hep yağmurlarda ıslandım...
sadece bedenimi değil ruhumu da yıkadı yağmurlar.
arındım...
kafamı ellerimin arasına aldım düşündüm saatlerce...
ne yaptım ben, ne yapacağım, ne yapmalıyım?
kafam kadar olsaydı keşke tüm sorunlar,
ellerimin arasına aldığım zaman çözebilecek, en azından görebilecek kadar.
görünmez saçma sorunlarla uğraştım...
duman duman biriktirdim herşeyi içimde,
ve yeni bir güne uyandım...
uyanmak sadece tabirden ibaretti
benim yaptığımsa sadece gözlerimi açmak...
kafamı ellerimin arasına aldım,
başladım şarkı söylemeye...
sesim güzel değildir ama bağırdım,
hiç detone olmadım!
sesim kısıldı, kağıtlara döktüm kafamdakileri...
ellerimin arasından döküldüler hepsi,
kafamı ellerimin arasına aldım... **
anlatabilmeliyim her şeyi, kalemim susmamalı hiç... hep ama hep yazmalıyım, gün gelip volkan olup dağılmalı, şelale olup çağlamalıyım, böylelikle anlatabilmeliyim her şeyi, hem de içimden geldiği gibi. kelimelerim tükenmemeli hiç, cümlelerimde özenle kullanmalıyım.. an gelip can çekişen bir eylem olup vurmalı, sevimli bir özne olup yansıtmalıyım.... böylelikle anlatabilmeliyim herşeyi, hem de içimden geldiği gibi... dilim kirlenmemeli, su olup dere, nehir demeden okyanus misali lacivertlerde olmalıyım... böylelikle anlatabilmeliyim herşeyi, hem de içimden geldiği gibi...
duygularım azalmamalı, tazeliğini korumalıyım, bir bebeğin gözlerindeki ışık olup parmalı, böylelikle her şeyi anlatabilmeliyim... yüreğim üşüse bile sevgiyle sarmalıyım, salkım söğüt dallarımdan taşıp, sevgimle toprağı kucaklamalıyım... böylelikle anlatabilmeliyim herşeyi, hem de içimden geldiği gibi....
ne olmuş ona ilk araba kullanmayı bu arabada öğrettiysen, ne olmuş virajı alamayıp ağaca sürttürdüğü yer kalbin gibi paslandıysa..
sanki gelecek; hala beni sevdiğin için mi ?
hala anılarım bu arabanın içinde dolaşıyor diye mi satmadın ?