her sokağı özlem kokan büyülü şehir. her semtinde ayrı bir yalnız kalp barındıran güzide şehir.
masum bir kız çocuğu misali. eliyle gözyaşlarını silen, pamuk helvasını şapırdata şapırdata yiyen..
ah istanbul! aşkın ta kendisi...
hani "havası bir başka" derler ya, işte o cinsten. kendimi, benliğimi unutuyorum bu şehirde. trafiği, kalabalığı, gürültüsü bir yana insanlar neden her zaman kusursuz bir şey aramaya ya da hep olumsuz yanları görmeye alışık? herhangi bir kusur bulamayınca da neden hep kötüleme ve göze batırma söz konusudur ki?
oysaki sen, hakkında kötü düşünenlerin gözlerine inmiş bir perdesin bir bakıma. gözlerini kapatmışsın ve onlar senin güzelliklerini farkedemeyecek kadar körleştikleri için kendi kusurlarında boğulmaya mahkumlar be istanbul.
içinde yaşayan nüfusun bireyleri seni her gün dünya gözüyle sağlıklı bir şekilde görebildikleri için şükredecekleri yerde bardağın hep boş olan kısmını görmeyi tercih etmekteler. aslında senin değerini en iyi bilenler, senin hasretinle yanıp sana kavuşamayanlar. öyle olmasa bile, bu düşünceme olan inancım sayesinde kaçınılmaz bir gerçek olarak zihnimde yer etmiş şimdiden...
sana kavuşamamak..
oysa aramızda öyle kilometrelerce mesafe de yok. ama gel gelelim, gözümün dibindeyken sana kavuşamıyorum be istanbul. en çok da bu acıtıyor canımı...
senin şimdi sahillerinde martılarına simit atan, vapurunda manzaranı doya doya seyreden sahiplerin vardır. düşünüyorum da, içlerinden kaç tanesi senin bu güzelliklerinden faydalanmayı hak ediyor diye..
belki bir gün! belki bir gün kızkulesi'nde mehtaba karşı romantik bir akşam yemeği yiyebilecek miyim? yalnızca sen ve ben istanbul... başbaşa!
sen, bir tarihin doğup büyüdüğü ve her gün biraz daha gelişen bir şehirsin. şehirden öte, kemanıyla aşk yaşayan bir viyolist gibi.. aşkı yaşayan ve herkesi kendine aşkıyla tutsak edensin sen!
uzun lafın kısası, seviyorum seni be istanbul. aşksın, cansın, cancağızımsın. leylasına doyamayan bir mecnun misali. sen ellerimden kayıp giderken gözlerim gözlerine değiyor.. ve o an bu dünyalık bedenime bir güneş gibi doğuyorsun yeni bir günün başladığını umutla haykırarak...
saf ve temiz duygularla bezenmiş bir istanbul var karşımda. mırıldandığım ilk şarkı, hafızama kazınan ve asla unutamayacağım bir çocukluk aşkı sanki...
yıllar geçtikçe değeri artan kırmızı bir şarap misali... dudağımda bıraktığın o minik buseni özledim!
çok garip ama seni herkes deli gibi severken seni çok da tanımayan biri olarak seni hiç sevmiyorum sanki seninde çok s.kinde olacakmış gibi bide buraya yazıyorum. deliriyorum sanırım.
istanbul'da yaşayan yada istanbul'a gelmiş insanların, istanbul'a yazdığı yazıdır.
kayseri'de doğmuş büyümüş bir birey olarak 25 yaşımda geldim sana. Ne trafiğin trafik, ne ucuz bir şehirsin.
kayseri,de umumi helaların bile kokusunu özlettin bana. içtiğim suyun, Yediğim
yemeğin bile tadı yok. Arkadaşa giderken bindiğim 16k'daki kayseriden arkadaşım olan insana denk gelmem bile mutlu edemedi beni. Sıçtığımın kalabalık otobüsünde bile karıya kıza değmemek için yaptığım akrobasiye bile değmezsin. Senin taa amına koyayım istanbul. Param var gezmeye geliyim demek bile anlamsız. Sana 5 kuruşum nasip olmasın.
insanlar tecavüz mağduru gibi. istanbul kendi yaşayanlarını beceriyormuş gibisin.
yaşayanların bilgisayar programı, matrix gibi. 4 gün oldu gülen insan görmedim.
Kurtköy desen adı üstünde kurt Köpek diyarı. Kulağında işaret olan Köpekler dolu.
Kadıköy de 3 bin Tl hesap ödedik yedik içtik sıçtık. Zevk aldımsa adam değilim. Talsim'de 5 yıldızlı otelde kaldım, bir bok anlamadım.
istanbul senin boktanlığını üzerinde yaşayan insanlar çekmek mi zorunda?
her şey sanal burada dostluk insanlık. Nefret ediyorum senden.