acının da bir tadı olduğundan, şimdi keyfini çıkarın ve ağlayın. sokaklarda kendinizi bilmez vaziyette yürümeye devam edin. acaba şimdi ne yapıyor diye defalarca sorun kendinize, onu o kadar çok düşünün ki gözünüzde basitleşsin artık ve sıkılın onu hatırınıza getirmekten. sonra telefona gelen bilgi mesajlarına bir hışımla odur belki diye koşun.
birleşme ihtimaliniz var ise ileride, bugün yaptığınız şeylere onunla karşılıklı güleceksiniz ve onun yanınızda olmasına şükredeceksiniz, sonra sarılacaksınız ona '' iyi ki varsın'' diyeceksiniz, nefes gibi çekeceksiniz kokusunu içinize.
varsayın ki o gitti ve gelmedi, yıllar sonra hatırınıza bugün yaptıklarınız geldiğinde ''cahillik işte'' deyip gülümseyeceksiniz o halinize. yani iki durumda da güleceksiniz birgün, bitecek acınız ve dinecek gözyaşınız merak etmeyin. ama acınızı sonuna kadar yaşayın, ne mutluluğu ne de acıyı ertelemeyin ki, tecrübe okulundan kaybederek mezun olun ve bu kaybetmişlikleri biriktirerek bir gelecek kurun.
bir mezar taşında okumuştum sizler gibi aşk acısı çektiğim birgünde;
--spoiler--
dünya da herşeyinizi kaybedebilirsiniz,
işinizi, ailenizi, huzurunuzu,
belki de sevdiğinizi...
ama birşeyi asla kaybetmeyin,
kendinizi...
--spoiler--
bu cümleyi o gün aklıma yazdım ve bu mantıkla yola çıkınca aslında herşeyin ne kadar da anlamsız olduğunu anladım, yani aşkın ne kadar anlamsız olduğunu... kendinizi asla kaybetmeyin, giden bir sevgilinin ardından birileri mutlaka kalbinizi çalabilir, ışığım söndü o gidince dersiniz, onu birisi yeniden yakabilir. ama sen gidersen ve kaybolursan artık sana kimse yardımcı olamaz.