Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder.
Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama..
Ne zaman seni sevdiğimi söylesem, sensiz bir hayata başlamam için öğütler veren sen, bugün yine gitmekten bahsediyorsun. Hayır, efendim ! Alıştıramayacaksın beni sensizliğe !
Sana, senin ismini söylerken bile kendini adeta inkar edip bir yabancıya söylemişim gibi geliyor sana. Sen, bana kendim için birşeyler yapmamı söylerken kendini hiç görmüyorsun. Kendi yapamadıklarını bana nasihat ediyorsan hiç boşuna yorma kendini. Ben, sana ulaşmayı gözden çıkararak seni sevmeye adamışken kendimi, bana "sensiz" vaatler sunman beni alt üst etmeye yeter de artar bile.
Hayat derler bunun adına. Senin çevrende oynayan figüranlar, buralardan gitsen de başka insanların bedenlerinde yeniden canlanacaklar. Nereye kaçarsan kaç, kendinden kaçamayacaksın. Mutluluğu uzaklarda arıyorsun ya ! Mutlu olamayacaksın. Hatalarınla ve en önemlisi kendinle yüzleşmedikçe kendini bulamayacaksın. Cesaret ister hayat. Çünkü kuru gürültüyle dolmayacak kadar kısa.
Ve sen, her gidişinle bir koz daha vereceksin onlara; yani seni hüsrana uğratanlara; yani senin kendinden şüphe etmene neden olanlara... Diyelim ki, benim ömrümü üç sene kısaltmadın da, bitkisel hayatta yaşayacağım ve sen bunu umursamayacaksın diyelim; başarılarınla gurur duyup, yaptıklarınla hayat bulup, ruhunu özgür bırakmadığın için sen, seni affedebilecek misin, böylelikle ?
Hayır, efendim ! Sen bir bahaneyle kendini kandırsan da, ne hayat bu hatanı affeder, ne de ben bir daha böyle içten gülebilirim. Hem ne hakkın var beni böyle uykusuz bırakmaya ?
Şunu bil, her zaman yanındayım. Çünkü yüreğim seninle ve gözlerin, gözlerimin önünde. Sen, düştükçe benim canım acıyacak. Hadi beni boşver ! Senin canın acıyacak. Ve sana uzaktan her bakıp yardım edemeyişimde bir boşluğa yuvarlanacağım. Elimi uzatacağım bir uçurumun dibinden; bulamayacaksın. Yüreğimden sesleneceğim sana; duyamayacaksın. Ve kendine hapsolunca sen de uyuyamayacaksın.
Ne kendine yap bu kötülüğü, ne de bana. Hadi gel şimdi, içten bir kahkaha at bu dünyaya ve devam et yoluna. Herşeye rağmen gülmeyi bilmeli insan. Herşeye rağmen.
Sesini duyurup biraz uyku ihsan et bana da, huzur bulayım artık.
manalara kapalı manalı yüzüm, sen avucuna aldığında sığınır gibi dua'ya, eğilirdi ellerine... ben, ağlamaklı yüzümle gözlerimi kapatıp ince bir acıyla sokulurken öptüğüm ellerine... senin nur cemalin mağrur gülümserdi, göğsüne bastırırdın başımı... uzun uzun ağlardık... hiç konuşmadan saatlerce baktığımı biliyorum sana, dizinin dibinde oturup ellerim ellerin arasında dinledim seni, dokundum yüzüne, gözlerine, saçlarına... dokundum biliyorum.
biz seninle iki farklı diyarda kurulan tek bir hayalin içindeki birbirinden habersiz gezen ruhlardık...
hayata dairdir hayal kurmak... birbirinden habersiz kurulan hayallerde buluştuğunu anlamak... acıdan, kızgınlıktan aynada gördüğün kendinden, gözlerini kaçıracak kadar utanmak... aynı hayali bir daha kurmamak için uyumamakta hayata dairdir... aşık olmakta... unutmakta... acıda. fashiondesigner
02.06.2007 - 03:00
uyanıyorum ve saatlerce boşlukta uyumuşum gibi hissediyorum.
bu bir iç boşaltma yazısı, tam 8 aydır mühür olan ağzımdan asla duymadığım, muhtemelen burada da asla okuyamayacağın, gün olur da bi kere görürsen kimin olduğunu, kime yazıldığını asla anlayamayacağın bir yazı.
dünya senin bana bahsettiğin kadar kötü değilmiş, hatta o kadar iyiymiş ki alkole dayanıksız bir bünye sızana kadar içmeden uyuyamazken artık "iyi ki bugün böyleyim" diye şükrederek uyuyabiliyormuş.
sen, hep beni suçladın, her şeyde, yolda yürürken bana bakanlarlarda bile, yaşadığım bütün kötü şeylerde bile.. ama gelip sana sığınmıştım, güvenmiş, inanmış ve anlatmıştım.. sen ne yaptın? en sevdiklerime zarar vermekle tehdit ettin beni.
yazık.
oturup düşünmüyorum nicedir, ama bu sabah aklıma düştün yine.
bitsin dedim, yazayım ve bitsin.
bu ilişki yürüsün diye elimden geleni yapmalarıma, dokunmaya kıyamadığını söylediğin vücudumu mosmor edene kadar hırpalamana, çığlık çığlığa ağlayışlarıma, susup kalmalarına, bağırıp durmalarına, bağırıp durmalarımıza, kendimizden başka kimseyi umursamamıza, senin için sahip olduğum her şeyi bir kenara bırakıp atmalarıma, oturup hayal kurmalarımıza(komik değil mi? ), herkes en önde yürürken milleti arkadan takip edip iki cümlede bir gülmelerimize, beraber büyümemize rağmen kimsenin asla seni(yada belki de beni) tanıyamamış olmasına, güvensizliğimle dalga geçmelerine, gülüşüme dünyaları değişmeyeceğini söyleyip en iyisine layıksın deyip sadece ağlatmalarına, telefonda bambaska olmalarına, aslında dünyanın en romantiği olduğunu düşündüğüm sırada her şeyin paramparça olmasına, upuzun(ve artık asla yazılmayan) maillerimize, senin için aldığım ve tek bir kez bile seninle kullanamadığım kamerama, "bu kadar uzaktayken bile canımı bu kadar acıtmayı nasıl başarıyorsun?"a, her sinirlendiğinde dilinde zehirli bir yılan olmasına, beni her kızdığında ince ince kesmelerine, kalbime kıymık kıymık oturan acı sözlerine, zehir cümlelerine, bütün kötülüklerine karsılık en kandan en candan olmana, asla yalan söyleyememene ve aslında belki de canımı en çok acıtanın yüzüme baka baka "o daha..." diye başlayan cümleler kurabilmen olmasına, hediyelerine, kokuna, baştan aşağı tapılacak bir yaratık olduğumu düşünmene ve kendi putunu kendi ellerinle unufak etmene, yollara, havaalanlarına, terminallere, sokağına, binlerce kez gülerek geldiğim ve son kez ağlayarak ayrıldığım sana....
bütün bunlara bakıyorum ve artık senden yana acı çekmiyorum.
söylediğin gibi, zor oldu biraz, ama olmayacak değilmiş.
sonra bir gün bir mucize olmuş, tam da hayatımın sonuna kadar senin cesedinle yaşamaya karar vermişken, her cümlede kendimi suçlamalar artık ruhumun parçası olmuşken..
biri gelmiş ve elinde sihirli değnek bile yokmuş. gerçekmiş yani, inanılmaz.
biri gelmiş ve dokunduğu her yer iyileşmiş.
biri gelmiş ve sakinleştirmiş.
biri gelmiş, yaptıklarımı aptalca bulmuş ama aşağılamamış, suçlamamış, yargılamamış.
biri gelmiş ve baştan yaratmış.
biri gelmiş en küçük bir "of" bile demeden bir enkazdan mutlu bir insan çıkarmış.
biri gelmiş, söylemediklerimi görmüş, anlamış, ses etmemiş.
biri gelmiş, gecelerimi sesiyle aydınlatmış, günler onsuz başlamaz olmuş.
Yer: pay&roll
Nihayet. Havanın görülmedigini iddia ediyorlar; hayat bilgisi kitaplarina not duşülmesi lazim, falanca saatte falanca yerde görüldu diye. Kirnizi hat. Barut kokusu. Lloyd'u hatirliyorum.
kartal gol gol gol.
yazmak yine bambaska bişey.ters giden birşey var;beni takip eden!ağaçların arasına girmem gerekiyor..bir ben,bir de benden dilim seçen..kabuğum serin,düşlerim kalleş..katilim düşünce de agacları ateşe veren...sonra seslenir ses...yürü yeşilden...beyaz burda korkutuyordu beni,sessizce...en büyük düşler üstüne garip ve gri idi .. gözlerim göl den nehre giren,suya hayat veren ve her parca da hayattı içim..parçalanarak şelaleden gizem'e süzülen...bir bütünün bütünsüzlügünden bütünleşme telaşındaydı nefesler....sarılmak için en kimyasal yalandı yılan,özünde sevgi üreten...
hadouken! bakın seyirciler muthiş bir karaciger yoklaması daha! ee meksikalı oyle yabana atılacak bir rakip degil tabiikii..
bas bas bağırıyorsunuz da noluyor pıtır pıtır terli alın,almazsanız almayın.
gazete almadım yine ulan,
hem buraya roma rakamıyla 18 yazsam noluur? hiç yazamıyorum çükü...
benim oyunum nerede?. siktiret oyunu yemek yiyelim..peki
üç yumurta kaç yaşam barındırır içindende? üç yumurtayla ne kadar yaşıyabilirsin ?
..ah eğleniyor kendi başına,ah neşesi yeter, ah umurundamı sandın bu dünya ..
çaresiz kalmakla nefessiz kalmanın arasındakı üç fark nedir? neden çaresiz kalırız? yada nefessiz?.
nedir lan bu hayatı değerli kılan? neyin savaşını veriyoruz niye yaşıyoruz..neyin peşindesin?..bir şeyin peşinnde olduğunu düşünürsek senin peşindeki ne?
ucabileceğini hiç hayal ettin mi? ucup ne kadar yükselebıleceğini?bana bunların cevabını ver.
bu malzemeler olmadanda yemek yapabilir misin?
olexekmısım gibi hissediyorum kendimi yaşlamadan hemde...
rovans maçı istiyorlar,şut çekmemeye özen göstereceğim
yaa su duvardaki balık söylediklerimizi duyuyor mudur? asılı olarak kalmaktan sıkılmamış mıdır.
hayallerimiz yerlerde sürünürken nasıl özgür olabiliriz?
hayattan daha kötü davranmadın bana.
davranmanı istedim,
seni çok sevmemek için.
umutsuzca sevmiştim biliyordum..
gidişinle,
umutsuzca sevmemi de alıp gittin.
şimdi yağmurlar umutsuzluğuma, yalnızlığıma eş...
bunu, bundan bir öncekini, daha öncekileri.... hepsini sana yazdım...size...saygımdan değil siz demem. o kadar sıradansınız ki hepiniz. Aranızdaki farksızlık aslında seni siz yaptı. savaşlarım hep size karşıydı. bine bir. benler yarattım karşı koymak için. biz oldum. biz olduk. herbirimize bir tane sen düşsün istedik. ben istedim en başta. öyle çok istedim ki, benliğime sığamayışım haykırışlara dönüştü. bedenimden çıkan eller sardı dört bir yanımı. aydınlığıma parmaklarını soktular. ışığım, yüzlerce tırnağın arasındayken, beynim hala acıyordu. ve sonunda hissetmemeye başladım. bunu sen yapmadın. seninle savaşan ben yaptım. aslında sen hiç yoktun biliyor musun. Bu yazıyı sana değil kendime yazdım.
sen simdi kapat pencereni,
bak yıldızlara.
o zaman gokyuzu kalacak,
bulutlar dagılınca.
sen al gotur kendini,
sakın geriye bakma.
sabah yalanlar kalacak,
sana....
izlerimi üstünde taşıyan sen, daha da bir güçlenip dönecek olan ben. bu gidiş bir kaçış değil, bir serzeniş ya da yıkılmışlık hiç değil. biliyor, görüyor, hissediyorsun. *
Tek tek görsem sizi, her birinize "Sen..." derdim herhalde. Kalemi elime alıp, sizi düşündüğümde her biriniz "Sen..." oluyorsunuz çünkü.Ama yanlış anlamayın yine beni; sizi küçültmüyordum gözümde. O kadar büyüyordunuz ki, tersine, sizden başka kimse olmuyordu, hayalimde ve gözlerimde. Sadece "Sen..." kalıyordu kelimelerden geriye.
Oysa ne hakkınız vardı hayatıma girmeye ve beni böyle dağıtmaya ? Tek tek girdiniz hayatıma, bir arada gelseydiniz, elbette, sadece birinize yer olacaktı kalbimde ve alt üst olmayacaktı ruhum boş yere. Bir öncekinin bıraktığı izler ve teker teker "Siz", şu yürekte gitgide büyüyen bir boşluk meydana getirdiniz.
Kiminize "Aşkım..." dedim, kiminize "Dostum...", kiminize "Sevgilim..."... Pek azınıza "Seni seviyorum." dedim. Ama ben hepinizi, hepinizi çok sevdim. Kiminiz, farkında bile değildiniz bu büyük sevginin, kiminiz gözlerime bile bakmadan çekip gittiniz. Kiminiz, ruhumdaki ışığı görüp ya hayret ettiniz, ya da anladınız ki bu büyük sevgi size de yeter, başkalarına da. Ama hiçbiriniz değerini bilemediniz.
Teker teker yaktınız beni. Her yanışımda yeniden doğdum küllerimden ama bir yangın daha bağrına bastı beni her defasında. Yine de tükenmedim, hayret! iyi dayanmışım doğrusu bunca ateşe. Gerçi içinizdekini açık açık söyleseydiniz, yanmazdı canım bu kadar herhalde.
Sizden yadigar defterler biriktirdim, bir çoğu yarıda tükendi. Kelimeler, cümleler, mektuplar, şiirler... Hiç resim saklamadım, pek sevmem çünkü, mutlulukların geride kaldığının kanıtını yüreğimden başka bir yerde barındırmayı. Hafızam, bir fotoğraf albümüne sığacağından daha fazla anı saklıyor ve bazen hiç istemesem de döküyor onları gözlerimin önüne. Eskiyi unuttuğum zamanlar ise, kader, hayatımı işgal edip yeniden sunuyor aynı sevinçleri ve mutluluğun sonrasındaki aynı acıları. Ben alıştım artık, ama yürek ha gitti ha gidecek.
Bedenim de iflas etmenin eşiğinde dolanıyor. Şimdiden unuttum geceleri uyumanın nasıl birşey olduğunu. Ağlamanın kâr etmediğini ise seneler önce öğrenmiştim sizden birini uğurlarken yüreğimden. Artık gözyaşlarını da unuttum galiba, gözyaşına hasret kaldı gözlerim.
Hepinizi uğurladım sanmıştım ama bakın, yine karşıma çıktınız bu soğuk kış gecesinde. Sevda, geliyorum demez. Ama siz de demediniz, garip. Siz sevda değilsiniz, sadece birkaç eski hatırasınız, iyisiyle kötüsüyle. Ama hâlâ burada, bana emanettir bıraktığınız izleriniz.
Yine de, ne iyi ettiniz ! Hoş geldiniz, sevda getirdiniz. Güle güle gittiniz, inşallah kederle dolmamıştır gözleriniz. Yine beklerim sizi. Ben hep burdayım. Eğer, bir gün dönerseniz, büyük ihtimalle, bıraktığınız gibi bulursunuz bu naçizane, bu virane gönlümü.
Ama merak etmeyin, siz nasıl olsa bulursunuz bir gecekondu, o gün gelir de neşeyle dolarsa terkettiğiniz bu hüzün yurdu.
sana yazdım dağda ki korkak, şehirde masum halkımı öldüren pislikler.. erkeklik mi savunmasız, işten çıkmış eve giden insanları öldürmek. savaştığın bir ulustan hiç mi öğrenemedin insanlığı, seni yaralı ele geçirdiğinde hastaneye getiren askerden, yakalandığında korkudan ve soğuktan tirtir titrerken sana battaniye verecek kadar yiğit mehmetçikten mertliği.. öğrenemezsin, millet olamadığın gibi insan da olamazsın, hayvandan daha zavallı olarak yaşar ve pislik içinde, cenabet bir şekilde ölürsün, leş kargaları yer cesetini..
not: herkes gibi aşk üzerine yazamadım, bizim aşkımız vatan aşkıdır çünkü..
Hep imrenmişimdir üniversitede okuyup tatil zamanlarında ,sınav haftalarında evlerine dönenlere. Bir dönüş bu kadar mı umutlandırır, heyecanlandırır diye. Bir evin 10 çocuğu da olunca özlenenin dönüşü beklenirken bambaşka olur o bekleyişler. Yemekler hazırlanır ,planlar yapılır ... Menüler bellidir : "onun sevdikleri " Azı çoğu düşünülmez hiçbir zaman. Gönlü olsun , aklı kalmasın , "-keşke" li cümleler kurmasındır beklenen. Yarım kalmasındır kendinden... Acıdır yarım kalmak...
Beklenen içinde ayrı bir heyecandır bu hani. Kavuşmak ... Kavuşuyorum sana , toprağıma ,evime ,sıcaklığıma ... Ellerine dokunabilmek için günleri ,saatleri ,dakikaları sayıyor aklım . Engel olamıyorum buna . Senin heyecanın diğerlerine benzemiyor işte...
"- Seviliyor ve seviyorum üstat ! " demiştin ya bir gün o can dostuna ... Beni sevdiğini ilk o gün duymuştum senden . "-Seviliyor ve seviyorum..." Ve yine senden duyduğum her güzel söz gibi defalarca tekrarladım bunu ... Seni ve kendimi ,kendimi ve seni ,sen - ben ... ben - sen...
Yollar ,kilometreler... Kendimle ( seninle ) baş başa kaldığım, hasretliklerimin son bulacağı yollar ... Bitmek nedir bilmezler hani "kısacık! " deyipte hafife aldıklarım... Hafife almamayı da öğreniyorum bütün huysuzluğumla ... Bir şeyleri kabullenmek zorunda olmak ,çaresizlik huysuzlandırıyor beni... Gidişinde de öyle olmuştu... "Asla ! " demiştim ardından. "Onunla bir daha asla! " Bunu da dememeyi öğrendim dönüşünden sonra... Dönüşler umut dolu... Umut senin rengin... Yürek yarası idi ya kabuk bağladığı sanılan,o kabuğun altında saklamışım seni "asla "lı cümlelerimle... Dönmüştün ya.... "- Nasılsın aşk ?! " dediğin yerde kalmıştım oysaki ben . Sen gittiğin halde ben orada kalmıştım. Kulaklarımdan yankısı hiç gitmeyen o iki cümlede. O yankılandıkça ben " asla " diyordum. Sanki içimin acısını dindirecekmiş gibi hep "asla " diyordum... Ama döndüğün gün.... O umut dolu gün. Gözlerinin renginde kaybolduğumu hissettiğim,elimi tuttuğunda yüreğimi titrettiğin gün.... O günden beri bekleyişlerim,dönüşlerim ve varışlarım hep umut dolu... Umut senin rengin... Bu bekleyişler sonunda nereye varırsam varayım sen hep benimlesin... Vardığım ailemde sen, vardığım toprakta sen, vardığım sıcaklıkta yine sen... Sana varışlarım umut dolu,heyecan dolu,tutku dolu. Tutku... Umudumun,dönüşlerimin tutkusu... Senin ( yüreğimin ) tutkun ...
Dönüşlerimi seninle anlamlandırdığım için kimse kırılmıyor artık bana. Biliyorlar çünkü bendeki seni. Umudun renginin nasıl yansıdığını... Senin rengin umut. Dönüşlerin umudu . Benim umudum .
saatlerdir yürüyordum...
yürüyor ve düşünüyor. nereye kadar bu kaçış ve nereye uzanacaktı bu sanrıların sonu?
mutluluktum ya ben, izler bırakıyordum geçtiğim her yere.
bir balıkçı kahvesinden kalma eski bir iskemle gibiydi ruhumda barındırdıklarım. ah ruhum, alabildiğine özgür bir o kadar da kelepçelenmiş ruhum.
kendimi izlerken buluyorum aynada ki aksimde. göz bebeklerimde barındırdığım ışığımı görüyorum. görüyor ve daha bir anlamlı baktığımı fark ediyorum.
sen oluyorum birden, bana bıraktığın izler tek tek çıkıyordu yerlerinden.
çocuksu sevinçlerimizde heyecanlandığımız zamanki gibi atmaya başlıyor yüreğim. yüreğim atıyor ya nefes aldığımı hissediyorum. her nesefte senin nefesini hissediyor ve sana daha da bir çoğalıyorum.
yüzüme bakıyor, dokunuyor ve parmak uçlarımda hissediyorum her zerreni. titriyorum ama güçlü bir titreyiş bu. kadınlığımı buluyorum.
saçlarım daha bir parlak, bakışlarım derin ve delici. hele o muzip kendimden emin gülümseyişim yok mu, ben bile hayranlıkla izliyorum kendimi.
kokunu içime çekiyorum. kokun diyorum çünkü tenimde barındırdığım senin bana bahşettiğin kadınsı kokum.
koca bir mağara gibi karanlık ve soğuk gözlerim. senin gölgen altında barındırdığım düşlerimin evi gibi sözlerin. yeller ülkesine yolculuğum, sevgi demetinin kusursuz biçimlenişiyle uyanan ölünesi ölümsüz masalların içindedir sana olan aşkım.
ben bu yazıyı sana yazdım; her gün bahçesinin önünden geçip bugün tanışma fırsatı yakaladığım teyzeye.
okul otobüsüne binmek için geçtiğim yolun üstünde bu teyzenin evi. ara sıra birbirimizi gördüğümüzde gülümsemekten ibaretti tanışıklığımız. bugün yine oradan geçerken gördük birbirimizi, gülümsedik. selamlaştık hatta ve teyze bir ricada bulundu benden çekine çekine. masmavi gözleri minicik vücuduyla o kadar tatlıydı ki. "tabi teyze dedim yardımcı olabileceğim bir şeyse yaparım." yaprak saracakmış biraz yaprak toplamamı istedi benden. topladım. çok memnun oldu, bahçesindeki erik ağacından erik almamı söyledi, yolda giderken yiyeyim diye. istediğim zaman gelip erik toplayabileceğimi de belirtti. "olur gelirim" dedim. tam gidecekken baktım teyzenin söyleyecekleri bitmemiş. kendisinin oğlu olmadığını , iki kızından birinin ve eşinin vefat ettiğini, yalnız yaşadığını ara sıra uğrarsam mutlu olacağını söyledi. "tabi gelirim teyzecim" diyerek ayrıldım yanından.
duraktan kız arkadaşımı alıp yolda yürürken, durağa giderken aklımdan geçen düşünceyle birlikte teyzeyle olan diyaloğu anlattım. bugün anneler günüydü ve tek başına yaşayan o teyzenin anneler gününü kutlamalıydım. bir çiçek alıp gittik teyzenin evine. kapı aralıktı. "teyze merhaba" dedim. kalktı hemen şaşkınlıkla. "oğlum utandırdın beni" dedi elimdeki çiçekten dolayı. "bu benim arkadaşım " dedim kız arkadaşımı göstererek. içeri aldı bizi. gözleri doldu teyzenin aynı şekilde kız arkadaşımın da. kız arkadaşıma sarıldı teyze. neden ağladığını sordu. kız arkadaşım anneannesini hatırladığını söyledi teyzeye. konuştukça teyzenin mavi gözleri, duvardaki resimleri, koskoca evdeki yalnızlığı içime işledi. keşke daha önce tanısaymışım teyzeyi dedim içimden. rumların zulmünden kaçıp gelmişler lefkoşa ya. ellerinde koca bir hiçle, arkalarında herşeylerini bırakmak zorunda kalarak. kızlarından bahsetti, torunlarından. psikoloz muş birisi. diğeri ingilizce öğretmeni. ingiltere delermiş. yılda bir kaç gün gelebiliyorlarmış sadece. özlem kokuyordu teyze buram buram.
bize de sorular sordu, neler yaptığımızı, nereden geldiğimizi. bol bol öğüt verdi yılların verdiği yaşanmışlıkla. kız arkadaşıma üzülmemesini tembihledi. kendini yıpratmaktan başka bir işe yaramaz dedi. çok da doğru dedi. birbirimize sahip çıkmamızı söyledi.
mor elbisesi ve aynı renk yeleği, tül çorabı ve terlikleriyle uzun zamandır hissetmediğim özlem duygusunu bana da hissettirdi havva teyze. gözlerindeki memnuniyet her şeye bedeldi.
evden çıktıktan sonra bir süre sessiz kaldık kız arkadaşım da ben de. bir cümleyle kutladığımız annelerimizin anneler gününün önemini anladık belki de.
onun asla bu yazıdan haberi olmayacak da olsa; ben buradan seslenmek istiyorum dünyalar tatlısı havva teyze ye. anneler günün kutlu olsun, sen de benim bir annemsin artık.
burdan birilerine selam ederim, gördüm baktım iki tane daha kalmış silsin hepsini..
--spoiler--
acıtmasın ne seni ne beni, sen geçersin ama ben geçemem senden.. belki aklım başıma gelir günün birinde demek istediklerini anlarım ama git şimdi.. acıtmayalım birbirimizi..
bilmiyorsun aslında yaşadıklarımı, bir yandan anam babam bir yandan sen hayatımın tam orta yerınde kalakaldım bu sebepten.. bilmiyorsun işte yok içimde senden başka yar..
bildiğim çok doğru var ama hatalarım yanlışlarım aldanışlarım da oldu en büyük sebebi ne biliyor musun ''güven'' .. hep isteklerim oldu hayattan, hep geceleri ağladım neden böyle diye, neden böyle herşey her geçen gün biraz daha acıtıyor canımı?
birgün güneş doğacak diye beklerken dünyam birden göz görmez oldu. kalktığımda sendeleyerk yürümeye başladım, elim yüreğimde kanlar içinde yere yığılıp adını tekrar tekrar yazdım kanayan yarama..
şimdi daha da derin açtığın yara sende de var mı aynısından? var mı gözlerinde yaşlar, seninde ellerin boş mu benim gibi sende bu hayata lanet okudun mu en güzel yaşında?
hergün biraz daha kırılan umudum artık son buldu,tek tek bütün dallarım o kışların dayanılmaz soğuklarına yenik düştükçe daha da eridim ve tükendim sonunda..
herşeyin müjdecisi bahar gelir gelmez dallarım yeşermeye başladı ki tam yok olduğumu hissettiğim anda.
şuan benden ne kadar uzakta olduğunu tahmin etmek bile çok zor. bedenlerim belki birbirine çok yakın ama ruhumuzun derinliklerinde yıpranan sevgimiz bir o kadar da bizi birbirimizden iter.
belki birbirimizi çok seviyoruz, belki bazı engeller, belki de insanların kendi koydukları kurallar.. ama nerdeydi bu kurallar hangi kitaba göreydi. sevginin kitabı mı vardı, klavuzu mu vardı sevginin. adı üzerinde sevgi..
sevgiydi adı asla ölmeyecek biz ölsekte hep varolacaktı. taa ki biri onu kurallara sığdırmaya çalışıncaya kadar..
evet.. hayat ne kadar kısa ne kadar uzun kimse bilemez, önemli olanda ne kadar yaşadığın değil zaten. yaşadığın sürece neler yaptığındı..nelere sahip çıktığın, neleri elinin tersiyle fırlatıp attığındı. işte hayat buydu; sevgine ömrün boyunca sahip çıkmaktı.
artık ne seni ne de hayallerini yaşıyorum, kaçmıyorum seninle birlikteyken geldiğim yollardan ve en önemlisi inadına yaşıyorum, yaşıyorum.
ve aslında sadece mutlu olmak içinse bütün yaşadıklarım ben zaten ölmüşüm..