karanlıkta kalmış, terk edilmiş, zavallı gibiydim. ama sizi buldum yaşadıklarımdan sonra bir anne gibi kucakladınız beni. dizinizde ağladım, omzunuzda böğrüdüm, kahkaha atarken kulak zarınızı yırttım... nasıl öderim hakkınızı bilemiyorum.
aşık oldum, acı çektim, sevindim, sevindik düşündümde belki siz olmasaydınız bu kadar coşkulu yaşayamazdım. hayatımın her anında olun. tek temennim sizim için huzur.
çok hakkettiniz bebeklerim çok. üzdüm sizi belki farkında olmadan haberiniz olmayacak bu yazıdan ama olsun kardeşlerim! sizi çok seviyorum iyi ki varsınız....
sadece adından ibaret olacak sanmıştım "özlem" in. her zaman yanında kalabilecegimi, kokunu hissedebilecegimi, tenine dokunup, ruhunu yaşayabileceğimi.
hep derdin ya "denizlerdir en büyük güzelligi doğanın, en büyük imzasıdır bizi yaratanın"... şimdi aramıza denizler var, dalgalanan sularının ardına götürdü benim öbür yarımı.
seni hatırlar da yaşıyorum, şarkılar da yaşatabiliyorum. jenga oynarken hep derdin ya "beceriksizlikte üstüne yok" diye işte yanına gelemeyecek kadar beceriksizim ve bu konuda gerçekten "üstüme yok".
her nargile içişim de, her pizzanın büyük dilimini ayırdığımda, kılıçarslan tepesinde şehrin ışıklarını izlerken ,arabayla çukura düşünce, su almaya kalktığımda, şarkılar acı vermeye basladıgında; anladım bunu. artık çok geç aramızda 1000km yol var ve sen adanın birin de mahsur kaldı. kabüllenme vakti geldi, ne kadar özlesemde; sen gittin...
" Seni yollarca,şehirlerce uzağından sevdim.
Seni kelimelerce,şiirlerce yakınından sevdim.
Seni,dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp yazdığın mektuplarca sevdim.Seni umutsuzca,beklentisizce,hayallerce sevdim uzağından. "
okuyanı var mı bilmem -başlık çok dolu-. tavsiyem, gönlünüzden geçenleri, gönlünüzden geçen bir başlıkta yazmanızdır. hem orijinal olur, hem de seri üretim'e benzeyip, başkalarının yazılarının altına girip, top olmaktan kurtulur.
sokaktan geçen makyajlı kadınlara öcü görmüş gibi bakıyorsun da, balkonda halı yıkarken hiç dikkat etmiyorsun kendine. dizlerinin üzerine çöküp, leğen gibi poponu havaya dikince, bütün mahalle cıbıldak memelerini seyrediyor. memeler temizliyor halıyı. makyajlı çok kadın gördüm ama halı yıkarken senin gibi poz vereni görmedim. her şey, görüntüde değil, ayrıntıda gizlidir. makyaja falan takılma sen. sana sütyen lazım olunca, gider ben alırım. numarasını söylemene gerek yok. kaç numara kullandığını mahallecek, kocandan iyi biliyoruz.
içim buruk, biraz kırgınım, biraz üzgünüm ama besbelli yorgunum en çok yaşanmış hayalkırıklıklarından...
yaşattığın hüznün, yarattığın boşluğun acısı geçmedi hala. oysa ki sen benim ördüğüm duvarın ardındaki gerçeği görendin, ellerimden tutup beni bu hayattan çıkartmaya, 2 kişilik ayrıcalıklı bir dünya yaratmaya karar verendin, cesurdun, farksız bir çoktan birinin farklı bir yönünü görmüştüm ben sende. ne zaman, nerede olduğunu bilmeden içime işlemiştin bir yönünle, ben bile farkına varmadan...
ne oldu da zaman durdu? ne oldu da böyle oldu? bilmiyorum...
sabrın bitti.
dayanamadın.
daraldın.
vazgeçtin.
ve...
gittin.
düşündükçe anlıyorum ki; bir farkın yoktu aslında o kalabalıktan, ben büyütmüştüm seni içimde. o kadar içimdeydi ki hatta, hiç söylemedim, söyleyemedim sana...
Kendim için yaşadığımı iyi biliyorsun çünkü. Hayatımı hep başkaları için harcarken, hiç ama hiç kendimi düşünmedim mi ? Düşündüm, hem de çok. Ama sadece senin ve diğerlerinin mutluluğu teselli oldu bana.
"Günün birinde mutlu olurum elbette" diye kapandım içime. Günler geçti, yıllar tükendi. Bir gün bana gönderdiğin mektuptaki gibi, zamanını beklememek gerekliymiş oysa. Ne hissediyorsan onu o an yapmak gerekmiş. Buna hiç alışamadığım ve yalnızlığıma sebep olduğum için böyle karamsar ve özgüveni hiç normal olmayan bir insan oldum, çıktım.
Sen okuma bu satırları. Sana zorla okutmayacağım bu sefer. Keşke okusan... Keşke okumak istesen... Keşke okuyabilsen ! Ama sana şart koşarken kendimi de zorladğımın farkındayım artık. Ve artık bir sır olmaktan çıkan sevda, günden güne kemirip çürütmekte yüreğimin duvarlarını.
Oysa zamanında yedi sonbahar beklemişti bu yürek. Şimdi iki sonbaharda tükendi. Bir sonbaharı neşeyle bekledim. Bir sonbaharı hislerimden arınmış bir vaziyette yaşıyorum. Hani gideceksin ya... Bir sonraki sonbaharı, ölmez de sağ kalırsam eğer, hüzünle bekleyip hasretle yoğuracağım. Belki... Belki de başka bir sonbahar olmayacak hiçbir zaman.
içinde biraz da olsa sevgi kırıntısı varsa, okuma bu satırları. Gerçi yoktur ya, varsa... Kendi sınırlarını zorlayacak, geçmişte yaşamaktan başka seçeneğin olduğunu görecek biri değilsin henüz. Emin ol, ben de o yoldan geçtim. Kendi kendine, benden çok ve benden ağır şeyler yaşadığını düşünsen de, aşkın acısına dair yazdığım kelimeler bile gözlerindeki yıldızlardan fazla; gülümseyen kelimelerin ise beni sevebilme ihtimalinden bile az. Şairin dediği gibi ihtimalden ibaret değildi benim sevgim.
Ben, yalnızca seni sevmiştim.
Ama yalvarırım, okuma bu satırları. Beni dünyadan soğutup vuslattan caydıran bu cümleler sana hiçbir şey ifade etmeyecek çünkü. Bırak, berduşun teki senin için şiirlerce yansın.
denize düşen yılana sarılır, ben de denize düşmüş ve çırpınan birisiyken tanıdım seni. bir yılan olduğunu belki bu yüzden anlayamadım uzun süre, anladığımda ise çok geç olmuştu, aşk, bütün külfeti ve ağırlığıyla gelip oturmuştu yüreğimin ortasına. ben ne kadar soktuğunu, benden neler çalıp götürdüğünü, nasıl eksilttiğini beni, şimdi şimdi anlıyorum. sadece adın kalmalı diyor ya şair, yok ben onu da istemiyorum, adın batsın.
kız oğlana döndü ve dedi ki "benden ayrıl."
...
oğlan gülmedi,
kız üzülmedi,
oğlan "tencere nerede" dedi,
çatal istedi,
bıçak istedi,
kızı-n beynini- pişirip bir güzel,
yiyemedi.
...
şarkı böyle bitti.
--spoiler--
bitmemesi için edilen duaların çok olduğu günlerdi. hayatın su içmek kadar sıradanlaştığı, aşkın ise ortalıkta dolaşan üç beş anıya teslim olduğu zamanlar. yine sebepsiz kuruntular çıkarıp, yine onlara inandığım ve sevmelerin az olduğu zamanlar...
bütün cümleler istila edilmişti ve kelimelerin kısa yazılışları aklıma geliyordu, uzun cümleler kurmamak için... geri gelmeyecek günlerimin gelecek günlerim için karar verme tasarrufundaydım. sanki bu aşk yaşamın eş anlamlısı ve ikinci bir kelime yok bunu açıklamaya. sözlüklerde sadece iki kelime var. aşk eşittir yaşam. acaba yaşam mı bu sonsuz karanlıklarda hayatımı felç eden, yoksa aşk mı yaşamdaki bütün felçlikleri meydana getiren? beynimin kıvrımlarında cevap merkezi ararken bütün bu sorulara, ben yine aşkın "ya sen ya ölüm" anlarındaydım...
ve birgün çıkıp gittin hiç girmediğin yaşantımın tam ortasından... gitmenle kayboldu gözlerimdeki ışık ve hücrelerimdeki yaşama sevinci. bütün hastalık sendromları üstümde benimle alay edercesine yer kapma savaşı verirken, bense sırf sana inat, hatta sırf bana inat aşkı bırakmadım. belki de ben sana değil, sana duyduğum aşka aşıktım. ya da çöl rüzgarlarına. saçlarını; hiç dokunamadığım saçlarını tarayıp bıraktığı için... güneşe belki de, tenine dokunduğu için...
o kadar aşık olmama rağmen beni istemediğin için sen hariç her şeye aşık olacağım neredeyse. paranoyak belirtiler gösterdiğim söylenebilir. ya da tipik bir şizofreni... seni seviyorum! hayır! seni değil galiba. rüzgarları, güneşi, arkadaşlarımı, sen hariç her şeyi seviyorum. sana olan korkumdan değil, aşktan da korkmuyorum aslında. (korku da nereden çıktı) hiçbir şeyden korkmuyormuşum. o zaman sorun ne? hiçbir şey. iyi o halde sana aşığım...
sersem bahar yağmura tutarken yaz'larımı,
aşklarsa ütopik gelmektedir zaten
giyinmiştim en kalın yalnızlığımı...
gözlerimi kapadığımda gözlerin karşımda,
hasretin kancası boğazımda,
çeksen öleceğim,
çekmesen ölüyorum...
hayatim apse yapıyor gittiğinden beri.
nedeni o aptal zamanlar mıydı gidişinin ? hala soru işaretlerinde boğuluyorum her gece, hala seni tekrar göreceğim o gün için uyaniyorum,
seni bir daha hiç göremeyecek olma ihtimalimin, görecek olma ihtimalimden çok daha yüksek olduğunu bile bile.
ısırıyorsun hala düşlerimi morartana kadar...
o kadar çok gizsin ki yüreğimde. bir nefes ötemde ve bir o kadar da. üşüyorum... yürekleri yorgun iki yitik savaşçıyız artık savaşmaktan korkan. yüreğim hala senin gizinle dolu ve yaşamayışlarım seni doyasıya bu kadar farkındalığa rağmen...
ben bu yazıyı size yazdım;
salaş meyhanedeki yorgo, kır kahvesindeki süleyman abi, batakhanedeki mine ya da emine, bakırköydeki seyyar satıcı, yeşilköydeki dondurmacı..
ömrünüz onu tanımakla geçti, bir gun geberip gideceksiniz neyin peşindesiniz olm..ahah
gecenlerde tohumluk hiyar aldim. bahceye ektim bir tane artmişti. ziyan olmasin diye soymadan katır kutur yedim, yerken hiyari aklima sen geldin. ne bileyim hiyar seni cagristirdi nedense bana... vardir herhalde bir hikmeti.
her şey(aşk diye geçiyor şarkıda ama ben diyemiyorum öyle) bitermiş bir gün bildim...
her şey bitermiş, öğretildim... sanırım doğru...
kızgınlığımdan değil, öfkemden değil, saygısızlığımdan hiç değil; aşk değilmiş bu! ortada adı geçen bir aşk vardı ama kendisini ben göremedim buradan sana bakınca; sen bana bakınca yalanlarımdan başka ne gördün onu bilmem...
dün gece sarhoş değildim! aslında ben senin için hiç içmedim... utanarak biraz da kızararak ama kesinlikle kendime kızarak itiraf ediyorum 'ben senin için hiç içmedim' ve dolayısıyla senin için sarhoş olmadım hiç... sarhoşken seninle konuştum ama aklımda, senin de aklında olan vardı hep! seni o'nun yerine koymaya çalıştım; en yakın sendin ama görüyorum ki aslında onun yanından bile geçmemişsin! bu kadar basitleşeceğini tahmin edememişim...
kızdığım için yazmıyorum ben bunu sana! bilmek senin de hakkın. yaşananların ikimizde ortak bir ismi olmasa da, yaşadıklarımızı ortak bir paydada toplayamayasak da sonuç itibariyle ikimizin yaşadıkları... ve benim ne yaşadığımı ve sana bakarken aslında ne gördüğümü bilmek hakkın... ve bende çok hakkın, ama hakları tamamen sana aittir, helallik isteyemem bu saatten sonra... zaten etmezsin de...
gitmeseydin; ben sana yalan söylemeye devam edecektim! diyeceksin ki; bu ilk gidişim değil ki... doğru bu ilk gidişin değil ama son gidişin olacak... bir daha dönemeyeceksin ve gidemeyeceksin dolayısıyla...
neden mi şimdi?
öncelikle; daha önce söylediğim sana mektupla gönderdiğim rencide edici sözlerim için özür dilerim... hoş; o zaman da hakediyordun onları ama... neyse; onlar için özür dilerim..
ama şimdi;
hayırla başlayan temennimi sonuna kadar hak ediyorsun... neden mi?
düşün bakalım neden?
benim çocuk olmayışımdan dolayı senin ne bok yediğini tahmin etmemden mi yoksa senin beyninin güzelliğinle ters orantılı olarak gelişmesinden mi?
bendeki de akıl; hem sana beyinsiz diyorum hem de düşünmeni istiyorum...
neyse siktir et düşünme;
ben açık ve net söyleyeyim...
daha önce iki kez yaptığını, üçüncü kez yapıyorsun utanmadan!
suçu at yine bana...
ben alışığım ne de olsa nezarethanede yatmaya... bak bunu söylememiştim sana...
neyse; her kötü şeyi ben yapıyorum söylüyorum ya; benim ağzım bozuk ya; hani sana en başında söylediğim şeyleri hala sürdürüyorum ya.. suçlu benim anasını satayım...
gitmeseydin; ben sana yalan söylemeye devam edecektim! diyeceksin ki; bu ilk gidişim değil ki... kopyala yapıştır yapmadım gerizekalı; farklı bir paragrafa aynı cümleyle başlıyorum... evet ilk gidişin değil; ve ben yoruldum bu gerizekalı gidişlerinden...
sevmediğimi hissettirdim mi sana hiç?
evet dersen, keserim bileklerimi dememi beklemiyorsundur sanırım...
hissetmedin işte; lan o kadar insanı bıraktım ben senin için tekrar ver tekrar... hatta senle beraberken bıraktıklarım da oldu... sana aldatmadım demiştim değil mi... üzgünüm... ama eminim sen de beni aldatmışsındır, o yüzden içim rahat, ha neden üzgünüm; bana yakışmadı... seni aldatacak kadar düşmüşüm... madem bu kadar açıldık; o'nla da birlikte oldum ben senleyken... ama dediğim gibi asla dönmeyi düşünmedim, düşünmüyorum da... sadece o'nun tenine ihtiyacım vardı nefes alabilmek için... boğuldum zaten...
düşündüğüm ya da sana söylediğim şeyleri yapacaktım, gelecek hakkında... ondan bir şüphen olmasın... ve söylediğim kavgayı da yaptım ve hala aram bozuk... ve o kavga emin ol senin içindi... bunları da bil...
''e ama hem öyle diyorsun hem böyle diyorsun'' diyeceksin... ki haklısın bu konuda... ben sana hissettirmeyecektim bir şey... güzel olacaktı senin açından... artık olmayacak tabi...
ama içim rahat; hem de çok rahat... bunu da bil...
son sözüm; yine iyi bir dilek;
hayırlı işler papatya, hayırlı işler...
edit: ne o sana da mı giydirdiler? bu işler böyle güzelim... yalan söylersen, yalan bulursun... siktimin gerizekalıları...