yağmurda ıslanmış küçük bi kedi yavrusuydun benim için . ısıtmak istedim , korumak istedim , sevmek istedim .yaralarını sarmak ,ayağa kaldırmak ,ben hep sevgiyi aradım diyen sana arama artık ben varım demek istedim .ayağa kalktın , yaralarını sardın ,sevildin çok ,hayal edemeyeceğin kadar çok. sonra küçük , zavallı , şefkat arayan kedi yavrusundan bir kaplana evrildin ,ellerine bıraktığum kalbimi parçalayan ...şimdi akbabalarla , sırtlanlarla düşüp kalkıyosun . karnın doydu mu ?
sana yalan söyledim! birkaç kez kullanmış oldugum 'odam' sözcüğünün yöneldiği aitlik dalgaları bana çarpmıyor! hatta çarpmayı geç, yanımdan bile geçmiyor...
bu cümleyi genişletirsek şu anda bulundugum evi de kapsayabilir...
burada parmak izimin bulunmamasından ben sorumlu değilim!
ama istanbul için bu sözkonusu olamaz... o benden sorulur, ben de ondan. hayatımdan cıkartmayacagım sayılı kitaptan biri o. özellikle şu anda her özne uzaklaşırken... o benim tümleyenim...!
sesler giderek UZAKlaştı kırmızı ojeli şehirden.
patikalar boyu uzanan otobüs gölgeleri, kaçılan efkarın dimağında yoksulluk şimdi
yol nereye gidiyordu ,
kimdi ilk giden bilmiyorum...
sınırında bekliyorum ülkenin, ellerimin kanamasına aldırmadan sıkıca tutunmuşum dikenli tellerine yüreğinin ve tüm sıcaklığım topraklarına damlıyor. ayaktayım ve toprağımın topraklarına kayışını izliyor ayaklarım. hep önüme bakıyorum önüm gece ve gündüz ağlayarak geçiyor ardımdan, aldırmıyorum...mevsiminin kış olması korkutmuyor gözümü ve üzmüyor beni artık umursamayışların...her seferinde süremin dolduğundan dem vurup beni sınırdışı edişin...askerlerin süngülerini kullanarak öteliyorlar beni...yaralarım gerçek değil rüyalarım kadar. yılmıyorum!
gökkuşağının sekizinci rengi değil aradığım yalnızca yedinci rengimi istiyorum senden...bana ait olanı...ve gelemezsem yanına kuşaksız kalacak göğüm ve yeryüzü bol gelecek...üstelik bulutlarım da sana kaçmış şekilden şekile giriyorlar.erozyona uğruyor umutlarım ve dikenli tellerine tutunmuşum kanayan ellerimle...önüme bakıyorum önüm kış, önüm gece...zaman ardımda seyrediyor memesine yapışmış günler...ağlamayı bırakmış...aldırmıyorum. yalnızca bekliyorum çarmıhtan indirilişini...bir gün olacak, bir gün aşacağım sınırı ve ellerim kanamayacak...
ama yine de özlem benim adım seni düşününce...bu tatili birlikte geçirdik...oturduğum banktın sen, oturduğum banktan izlediğim porsuk'tun...donmuş nehrin üzerinde teneffüse çıkmış çocuklar gibi şen ve aceleci dolaşan, bir konup bir göçen kuşlardın...banktan kalkıp yürümeye başladığımda kaldırım taşlarıydın ezip geçişlerime aldırmayacak kadar sert ve soğuk...az ileride fotoğrafını çektiğimi farketmeyecek kadar dalgın tatar amcaydın...giden adamdın ve gidişinin ardından el sallamak yerine o anı ölümsüzleştirmeye çabalayan bir ben...biraz daha ileri yürüdüğümde fotoğrafını para karşılığı çekmeme izin müsade eden cin bakışlı sokak çocuğuydun...ellerinin isine karşın yeni harlanmış ateş gibi bakan gözlerinle, hayatı dolduruyordun içime...köprüye vardığımda son çıkış gibi dikilen de sendin karşımda köprü de...köprünün tam üzerinde keşke yanımda olsanlı hayallere daldığım manzaraydın...kar tanesiydin yağmur olmaya özenmiş daha hızlı akabilmek uğruna...adını merak etmeden dizine oturduğum heykel oldun sonra dalgın ve düşünceli...trabzanların önünde başıboş bırakılmış bisiklet oluverdin sonra,sadece pedal çevirerek ve kollarımı rüzgara açarak sana hakim olmadan sürmek istedim seni...sonra her yaklaştığımda bana doğru ürkek ve sarsak adımlarla yaklaşan ama okşamak için eğildiğimde, üzerine düşen gölgemden kaçan tekir kedi... dedim ya bunca sen varken etrafta özlemem mümkün değil seni, ama yine de özlem benim adım seni düşününce...
ben bu hikayeyi sana yazardım;
gerçekten hak ediyor olsaydın. bencilliklerinle hayatı daha da çekilmez kılmasaydın. öyle bir hikaye yazardım ki hem de sen bile şaşırırdın. öykülerinde kullandığın ağdalı dilin bile şaşırırdı. kendi karanlığını kendin yaratıyor olmasaydın, parlardı bu hikaye. nobel bile alırdı belki roman olmaksızın. şimdi bir hikaye olamayacak kadar yarım, sevdiğim roman karakterinin cümleleri gibi üç noktalı yazdıklarım. tek fark; ben tamamlamasını beklemiyorum kimsenin üç noktalarımı. kimse bakmasın gözlerime ve demesin "ben seni tanıyorum" diye.
ben bu hikayeyi sana yazardım;
arafta kalmasaydın, geçmişinle yaşamasaydın. aşk ve nefret üzerine, siyah ve beyaz üzerine, aydınlık ve karanlık üzerine bir seçim yapsaydın.
bendeki seni göremiycek olman degil canımı acıtan..görmek için çaba harcamaman sızlatır içimi..istememem degil pes edişimin nedeni..keşke sadece ben istiyor olmasaydım sensizligimdeki seni...
En güzel hikayemsin, sonu olmayan bir masala dönüşmesini istediğim...
Benim kadar hatırlıyor musun bilmem saatlerce sana nasıl dil döktüğümü "gitme" diye. Ama akacak kanımdın damarımda durmadın... Gittin, uzaklaştın, soğudun, bambaşka şeyler kovaladın... Yanlış anlama sana kızmadım hiç. Hani bazı hüzünler vardır, yalnızlık gibi paylaşılmaz, Anlatılamaz da sadece yaşanır içte. Zaten bir yalnızı da kim anlayabilir ki o an yalnız olandan başka?.. Beni de kim anlayabilirdi ki benim gibi paylaşılmaz bir hüznü yaşayanlardan başka ve kaç kişiydik ki birbirimizi bulacaktık ? işte öyle bir hüzün vardı bana senden kalan, ne bir toka, ne bir resim sadece paylaşılmaz bir hüzün...
Aylar geçti, ne yalan söyleyeyim evet unutmaya çalıştım.. Zaman zaman başardığımı da sandım.. Sonra fark ettim ki unutmuyordum sadece seni arıyordum başka kadınlarda.. işte O zaman başımın gerçekten bela da olduğunu anladım.. Hiç bir şey net değildi artık yokluğundan başka.. Hani "çok dakiğimdir" dersin ya evet zamanlaman muhteşemdi * işte o anda yeniden çıka geldin..
Hani paylaşılmaz dediğim hüzünler var ya.. bir de onların paylaşılmaz sevinçleri vardır. Kimse anlamaz sizi, zaten anlamaya çalışan da yoktur etrafınızda... Öyle bir sevinç yaşadım. halbuki sadece "arkadaş"tın bana. Ama vardın ve bu yokluğunla kıyaslanamazdı bile..
Yakınlaştık sonra, yine beni çekiyordun kendine. sanki sen mıknatıstın ben de demir, doğa karşıydı karşı koymama elden ne gelir.. Yakınlaştıkça "acaba" dedim ve senin de "acaba" dediğini fark ettim.. Ben hiç o an kadar mutlu olmadım * Tahmin de etmezdim "acabalar"ın beni bu kadar mutlu edeceğini ama konu sendin işte ve karşımdaydın.. Hiç ummazken, bir mucize oldun bana...
Elimi uzattım sana, tuttun.. ama "sıkma" dedin.. Sıkmıyorum ama bırakmak da istemiyorum asla... Elini tutunca gördüm ki bambaşka sorunlar var, zor yollar.. Ama korkmuyorum asla, elin avucumda ya, savaşamayacağım şey yok artık uğrunda..
Bir gün gelir de sıkı sıkıya tutunursan elime o zaman, işte o zaman... öpeceğim alnını ve her şey yerli yerine oturacak..
Bunu sana niye yazdım? Bil istedim, anlatmak istedim neler yaşadığımı, hissettiğimi. Bundan sonra bir yazı daha yazacağım sana, aşkımı anlatacak o da...
size bir şeyler yazmka istiyorum. hepinize. hiç ayırmadan, kayırmadan. anlatmak istiyorum. anlamanızı istiyorum çünkü. hiç anlamadığınız bari bu sefer anlayın diye anlatmak istiyorum.
olmuyor ama. yazamıyorum. öylesine sömürdünüz ki beni, ruhumu yazamıyorum. öylesine ezdiniz, parçaladınız ki gönlümü size bir şey diyemiyor gönlüm. ben de yazamıyorum, yazmak istemiyorum...
güneş vurunca penceremden içeri sizin yüzünüzden sevinip, mutlu olamıyorum. yağmur ıslatınca bedenimi eskisi gibi huzurum yok artık. aksine yağanın yağmur değil efkar olduğunu zannediyorum...
annesiinin kolunda gördüğüm kız çocuğu imrenmek duygumu alıp kıskançlığı verecek sizin yüzünüzden diye korkuyorum ya o nun gibi bir çocuğum olmazsa...
el ele tutuşan çifler. yanlarından geçerken içi gülen gözlerini görmemek için başımı eğiyorsam bunun tek suçlusu sizlersiniz...
sizi çok seviyorum. hepinizi. ruhumu esir ettiniz, gönlümü parçaladınız ama çok seviyorum sizi. fakat artık yazmam size. istesem de yazamam zaten. acizliğimden değil ama. sakın aciz olduğum hissiyatına kapılmayın. ben hala ayaktayım. hala yerinde ruhum...
Ben bu yazıyı sana yazdım, evet evet sen. Birazdan aşağıdaki şeyleri yazacak olan, evet sen.
Hepsini yırtıp attım. Hemde hepsini... Birşeyin geleceği yoktur bekletirler çünkü, birşey verecekleri yoktur verir gibi yaparlar. Hepsini yırtıp attım. Hemde hepsini... Sizin mezarlarınızı kazdım hepsini oraya gömdüm. Burada yaşanacak ne kaldı? Burada daha ne var? Hepsini yırtıp attım. Hemde hepsini... Güle güle yaptığım herşey sadece güzel anılardınız... Anlamlandırmaya gerek yok. Siz gittiniz ve kalan sadece ben oldum. Güle güle yaptığım herşey, siz benim en basit yanımdınız... Normal olmasını istedikleri birinde basit bir yan olmamalı öyle değil mi?
Küçük beyaz dostlarım bazen ne kadarda çok gülümserdiniz... Ama gülümsemeler değersiz, bizi değersiz kılmış da fark edememişiz. Göz kırptıklarınız için, kurban verdiğim kardeşleriniz için ve sizin için. Büyük özürler var içimde. Ama hepinizi yırttım. Hepinizi...
Sarı içecekler bitti, renksiz içecekler bitti. Ruhuma yama yapmak bitti. Siz niye yaşayacaksınız? Hiçbirşey duygusuz bir adamın esiri olmak istemezdi. Duygularım silindi ve sizi de, gittiniz. Yolunuz açık olsun, güzel bir bayan, akıllı bir adam, yorgun bir düşman, genç bir akıldınız. Büyüyemeden mezarı seçtiniz. Hepinizi yırttım, hemde hepinizi... Artık sebepsizim, yalansız, sevgisiz ve karanlık...
o sun sen. çeyrek asırıma sığdırdığım tek o. bana seni sordun, anlatamadım sana, al işte bendeki sen;
o adı konulamayandır, varlığı istenen. o nun yakınında uzak yoktur zaten. mesafeler anlamını yitirir. ama böyle olmalıdır, yeri hep bilinmelidir onun, sesi, yüzü, eli hiç unutulmayacaktır, kaya gibi olmuş, üşümüş, buz kesmiş olana iz bırakmıştır çünkü. bir masaldır da o, sonu yoktur. aslı incedir, kırılgandır, dokunulmasın, erişilmesin diyedir o hırçınlığı, yaralayıcılığı. sanrısı, sağ omuzda hep bir melek olarak kalacak olandır.
adı üstünde hazan.. bütün olumsuz gelen duyguların toplandığı mevsimde birden güneş açar.. hayatında hiç görmediğin rengi görürsün.. sekizinci renk beklenmedik anda ışıldar, gözlerin kamaşır.. bakmaya doyamazsın.. mevsimsiz açan çiçeklerin vahametini bildiğinden sakınırsın kendini bu renkten.. utangaçlıkla karışık yenemediğin merak duygusuyla gözlerin kapalı adım atarsın.. ama ruhunu ele geçirmiştir bir kere.. gözlerini kapatsan bile kalbinden saklayamazsın.. toprak kokusuyla karışık, sonbahar güneşiyle titretir seni.. soğuktan sıcağa girerken duyduğun hazzı yaşarsın.. için ısındığı için titrersin.. buna alışmaya çalışırsın.. yeni rengi, yedi renkten ayıran şey sonbahara yakışmayan parlaklığıdır.. bunun karşısında fazla duramazsın..olması gereken yerde, olması gereken zamanda, mevsimsiz seni yakmaya başlar yeni doğan güneş.. hazan'ın melankolisinden kurtulup umutla karışık başlangıç yaparsın.. fırından çıkmış taze ekmek kokusu gibi her sabah uyandığında seni mutlu eden o koku, yeni keşfettiğin renk, annenin kek yaptıktan sonra tencere dibinde kalan az olduğu için kekten daha tatlı gelen mucizevi karışım gibi kimseyle paylaşmak istemediğin o tat.. bütün duyu organların ona çalışmaya başlar.. onun sesini duyunca yaşadığın heyecan, kalabalıklarda bile duyduğunda ayırt edebileceğin yegane ses.. yağmurda sırılsıklam olmuş halde geldiği ilk buluşmada saçlarını yüzünden çekmek için yaptığın ilk hamlede hissettiğin ıslak, soğuktan üşümüş teni.. beş duyu organın artık onun emrindedir.. sadece onu hissederek doyar kalbin..
sonbahar yere düşen yapraklarla ölümü simgelerken sana yeni başlangıçla hayatının en güzel sürprizini yapar.. en değerli hediyesini bırakır kapına zili çalıp kaçar.. kalbin kapısının önünde dünyanın en sade hediyesini görünce anlar.. bu kez farklı.. hiç kimseye, hiçbir sese, hiç bir tene, hiçbir renge, hiç bir kokuya, hiç bir tada benzemez mucizen.. gözün hiç kimseyi ama hiç kimseyi görmez, başka seslere tahammül edemez, başka dokunuşlara, başka tatlara, başka renklere mühürlersin kalbini.. yıllarca haksızlık edip hüzünle suçladığın hazan hiç olmadığı kadar ısıtır içini.. kalbin adına nokta denilen yerde delicesine atmaya başlar.. adı nokta ama bizim hayatımızda virgül sözüyle kırmızıya dönersin, hazanın kahve sarı tonlarına tezat.. öyle sıkı sarılır ki gözlerinden yaş gelir.. sahiplenilmenin, ait olmanın, sahiplenmenin naturel duygular olduğunu sana ait olanın paylaşılmaz olduğunun sonradan öğrenilmez olduğunu anlarsın.. başka mevsimde kabul edemeyeceğin davranışları bastıramadığın heyecanla severek mutlu edebilmek için, mutlu olmak adına yaparsın..
aramak... yalnız seni aramak... veya bulmak... yalnız seni bulmak...
gecenin en karanlıgında, dalgalara birkaç adım kala, sessizliğin hıçkırıklarını sana yormak güzeldi!
şimdi adımlar uzaklaşıyor... ve sessizliği duyamıyorum.
gözlerinle bir ilgisi yok! başını uzak gökyüzündeki bir noktaya dikmiş, içindeki dumanı meydan okurcasına atmosfer tabakasına üfleyen, cömert boyunlu, karsımdaki kadın resmi bunu kanıtlayabilir!
mistik bedenime ait kıpırtılar yok oluyor gidişinle... uzaktan bakmanın cezbedici bir boşlugu var. kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi değil tabii! ama 3. tekil olmak güzel... kendi hayatımda...
yolculuklar insanı uzaklara götürmüyor! yeni bir teknik bulmalıyım senden kaçmak için!
kendimden, insanlardan, sıradanlıktan, basitlikten, hayattan ve bilimum mutlak olan her şeyden en uzak uzaklıga nasıl gidebilirim?
iki yıl geçti seni kaybedeli. kulaklarım çınladı bu sabah annemin iki sene önceki sesiyle yeniden: 'deden öldü, kalk kızım, anneannene gidiyoruz.'
o tabutu gördüğümde anladım senin öldüğünü. hayatım boyunca canım hiç bu kadar yanmamıştı. ölüm gerçeğinin hiç bu kadar acımasız olduğunu bilmezdim ben. bir gün sevdiklerim göçüp gideceği gerçeği yoktu benim için. insanlar doğar ve yaşarlardı. hayatımın sonuna kadar benimle olacaklardı. ölüm yoktu.
ben sende öğrendim yaşarken nasıl ölüyormuş insan. seninle birlikte bütün çocukluğumu, mutluluğumu da gömdüm ben o toprağa.
biliyorum, mutlusun orada. bu dünyada yaşadığın bütün zorlukların mükafatını alıyorsun şimdi.
beni merak etme canım dedem. en sevdiğin torunun, senin istediğin gibi, kendinden taviz vermeden, bütün zorlukları aşa aşa, dimdik yürüyor bir gün sana geleceğini bilerek. ve bize bıraktığın emanetine, elli iki yıllık eşine, annemize, anneannemize gözümüz gibi bakıyoruz.
yetim kaldık sen gidince be dedem. bir yanımız hep eksik iki senedir.
Her insanın hayatında bir dönüm noktası olur derler. Küçük ya da büyük bazı olaylar insana bügüne dek yaptıklarını sorgulama şansı verir. Özeleştiri misali; bu da benim özeleştrim ve bana bu şansı sen verdin.
öyle bir adam vardı ki senden önce; hayata karşı hep kızgın ve küskün olan. Sürekli isyan ederek allah'a tüm başarısızlıklarının tüm kaybedişlerinin sorumluluğunu o'na mal eden ve kendine göre haklı olduğunu düşünerek bir nebze rahatlamaya çalısan. o nun kendine haksızlık yaptığına o kadar emin olurdu ki zaman zaman bu katiyet onu inançsızlığa kadar itti. inanmıyordu ne hayata ne aşka; öyle ya o hep istemişti, dua etmişti ama olmuyordu işte. Yukarıdaki onu görmezden geliyordu o da yukarıdakini görmezden gelmeye çalıştı uzun süre.
sonra hiç ummadığı bir anda karşısına bir kız çıktı. Ama bu öyle büyük aşk hikayelerinde ki gibi bi' tanışma değildi. Hatta adam daha sonra düşündüğünde nasıl tanıştıklarını bile hatırlamıyordu. Alelade bir olayda onun için günün diğer olaylarından bir farkı yoktu. O gün tanıştığı bu kızın daha sonra hayatında böylesine hızlı çalkantılara yol açabileceği aklının ucundan bile geçmemişti...
bir Perşembe akşamı başlamıştı her şey önemsiz bir mesajla. Önce hal hatır sordular birbirlerine sonra havadan sudan konuşmaya başladılar. Ve açıkcası aynı dünyada yaşayan 2 zıt kutuptular ve bunu anlamaları çok ta uzun sürmedi. Ama garip olan bi' şey vardı, onları birbirine çeken;ne olduğunu anlamaya çalışmadan devam ettiler. Mesajlar mesajları, telefonlar telefonları izledi. Belki ikisi içinde bir kaçıs noktası oldu bu yaşadıkları. Her şeylerini paylaştılar bu kısa sürede birbirine tanımıyan ve belki bir daha yüz yüze bile görüşmeyecek iki insan olarak. Bu onlara ayrı bir rahatlık veriyordu sanırım. ikiside uzun zamandır kendilerini dinleyecek ve yargılamadan önce yardım etmeye çalışacak insanlar aradıklarından olsa gerek.
geçirdikleri bu bir kaç güzel günün ardından artık görüşmelerinin mantıksız olduğuna karar verdiler. bu kadar farklı iki insan bırakın bir ilişkiyi bir arkadaşlığı bile yürütebileceklerini düşünmediler. Ama olmadı bir türlü kopamadılar gecelerce süren veda konuşmaları yaptılar aynı şeyleri konuşup durdular. Çünkü ikiside istemiyordu bu kısa masalın bitmesini, uzatmak için ellerinden geleni yaptılar. Hatta bu masal o kadar çok uzadı ki sonunda bunu gerçek hayata taşımaya karar verdiler. Birlikte masallarında bile hayal edemedikleri kadar güzel 3 gün geçirdiler. elele film izleyip, birbirlerini izleyerek uyudular.
Ama gerçeklerin başladığı yerde masallar biter. Onlar da bunu anlamakta çok geç kalmadılar. Ve daha fazla bağlanmadan birbirlerini ayrıldılar.
ayrılığa alışamadı başta çocuk çünkü onun istediği insan olabilmek için çok çaba sarfettiğini düşündü başta. Ve aklına eski hali geldi. Tabi ya haklıydı nasıl da inandırmıştı kendini bu sefer farklı olacağına. Ve tüm suçu tekrar O'na attı. Ne de olsa çocuk denemişti ve her zamanki gibi her şey yukarıdakinin suçu idi.
yine böyle her şeye isyan ettiği ve her şeyini kaybettiğini düşündüğü bir gecede kazandı tüm inancını. önce telefonu eline aldı ve o an sesini en çok duymak istediği kişiyi aradı. Telefonu açtığında karşıdakinin sesini dinledi önce çünkü konuşacak gücü yoktu. Onun sesini duydukça cesaret kazandı. Ve tekrar tekrar aynı şeyleri anlatmaya başladı ''ben denedikçe her şey kötü gidiyor ben elimden geleni yapsam da hiçbir şeyi değiştiremiyorum çünkü benim elimde değil'' dedi. Cevap kısa ve ağır oldu;demek ki yeterince çaba göstermemişsin eğer göstermiş olsaydın şu an yanında olurdum. dedi karşısında ki soğuk kanlı ses. Ve o anda bi' şeyler oldu; sanki gözünün önünden bir perde kalktı çocuğun ve ilk defa kaybetmenin sorumluluğunu üstlendi hayatında.
sabah uyandığında bambaşka bir insandı artık. Kalktı elini yüzünü yıkadı ve hayatının geri kalan kısmının ilk gününe başladı. Önce inanmaya karar verdi ve uzun zamandır bozuk olan arasını düzeltmeye Allah ile...
şimdi her şey daha netti hayatında çünkü artık biliyordu ki hayat başlı başına bir sınavdı. Ve soruları yanıtlamak için ne kadar zamanının kaldığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Bu yüzden cevabığını bilmediği soruları bir kenara bıraktı ve yapabilecekleri ile uğraşmaya başladı.
evet ben kendi özeleştirimi yaptım ve her işte bir hayır vardır sözüne olan güvenim sonuna kadar arttı. umarım sen de bundan sonra hayatında kendin için en iyi olanı yaparsın. bizden ders çıkarırsın. ben her zaman senin kepçe kulaklı, beyazlı atlı prensin olarak kalacağım fındıkım...
Sen belki de bu mektubu aslında sana yazdığımı hiç bilmeden okuyacaksın.
Ben, senin bunu okurken parmağınla yanağına dokunduğunu, gözlerini hafifçe kıstığını, saçlarını kulağının ardına attığını göremeyeceğim.
Elimin uzanamadığı yerlere kelimelerimle sokulmaya çalışmamı hayretle göreceksin.
Ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken, ben yazdıklarımı şakacı gülüşlerimle reddedeceğim.
Sana nasıl yalvardığımı hiç işitmeyeceksin, sıradan bir ‘Nasılsın’ sözcüğü saklayacak o yalvarışı.
Aralarında dolaştığım kalabalıklar içinde benim yalnızlığımı gören ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın.
kalemim eskisi kadar güzel yazmıyor. buruklaşmış, katılaşmış birazda sertleşmiş yazılarım istem dışı çalışıyor beynim engel olamıyorum yapıcaklarıma, parmaklarım onun istediği gibi yazıyor tutamıyorum kendimi bak yine. gözlerim daha sert acımasız, nefretle bakıyor bir zamanlar hayaller kurarak baktığım yerlere. sebebi? sebebebi çok anlaşılmayacak değil basit anlaşılır bez parçası kadar ucuz satılaması kolay almak isteyen olursa bedavaya verilcek cinsten.
kalbimin yarasına öyle bir parmak bastımki kaldırılmayacak tonlarca ağırlıktaki bir kaya kadar ağır, öyle bir dikiş attımki eski ısmarlama terzilerin yaptığı zikzaktan bir daha sökülmemesine. öyle bir kaynama yapmışkı yara kabuklaşmış, söksen ne canı yakar ne de bir kaç damla kan akar. sadece eskiden kalma bir kaç iz, çizik çocukluğumuzda yere düşüpte izi kalan yaralar gibi umursanmayan anlatması en fazla 3 dakka süren sonra başka bir hikayeye geçilen anılar gibi...
aslında öyle bir film yapılabilirdiki izlenme, imrenme rekorları kırılabilirdi baş rol oyuncuları sen ve ben geri kalanlar önemli, önemsiz figüranlar konusu basit anlaşılması kolay evet çok basit oldu yapım aşmasında başlamadan bitti. kısa film yarışmasına girse çok kısa olduğundan kabul etmezler ama bize göre en uzun soluklu film di belkide bir zaman.
şimdi nerdesin, ne yaparsın, kime bakar, hangi hikayeler kurarsın bir sen birde yanındaki sizler bilir.
boş ver be gönül 'biz' adlı tablo yere düştü ve paramparça oldu bir daha toparlanamayacak şekilde.
ve sonra adamın biri varmış önceleri diktiği güllerin açması için elinden gelen herşeyi yapan lüzumsuz otları koparan bunları yaparken eline küçük dikenler batsada umursamayan sadece büyümesi gülünün güzelliğini görmek için çaba gösteren. bir adam varmış çok sevdiği gülünü kökünden koparan bir daha açmasın diye üstünü betonla dollaran.
Biten Bir ilişkinin Ardından ( Sevgiliye Mektup ) *
Biliyor musun sevgilim aslında bütün bunlar gözyaşları ve hüzün eşliğinde sana yazdığım sitem mektubumun cümleleri değil aslında hepsi senin göremediğin ve benim damağımda kalan duyguların minik parçaları ve sen gene göremeyeceksin seni neden ve nasıl bu denli sevebildiğimi çünkü inan bunu ben de henüz anlayamadım...
Gözlerine neden bakamıyordu gözlerim biliyor musun?
Utana sıkıla cümleler kurmamın sebebi karşımda duran gök mavisi gözlerindi ve sen aynada sadece kusurlarına baktığın ve sadece onları görebildiğin için o gök mavisi gözlerini fark edemiyordun.
Öyle şaşırıyorumki sen yanımda yokken hala güneşin doğup batabilmesine ve hala nefesler alıp verebilmeme.
Meğer senden önce yaşadığım hayat sadece terimlerde bir hayatmış ve sen bana terimleri aşan bir yaşam yaşatmışsınki doğan güneşe doğabildiği için şaşırır hale gelebilmişim.
Ve aynı sen bilinçaltımın ve duygularımın ırzına geçmiş olmalısınki her şey bu kadar anlamsızlaşabilmiş.
Her şeyin anlamsızlaşmasının yanında doğan güneşlere, açan çiçeklere şaşırmalar da başlamış zihnimde.
Tanrım nasıl bir çelişkidir bu!
Hayal et, en güzel şarkıların en güzel nakaratlarında yağmur altında dans ettiğimizi.
Düşün, senden ve benden başka kimsenin olmadığı bir Dünya'da umarsızca var olduğumuzu.
Hisset, bedenlerimizin birbirine çarparak yarını düşünmeden seviştiğini.
Dularımız, yakarışlarımız, ah o hormonlarımıza ve nefsimize yenik düşüp de yaptıklarımız, ya şarkılarımız ?
Unut hepsini ve kendini sonsuza kadar uzak tut varlığımdan.
Ben var oldukça kendini uzaklaştır benden ve bunu seni bana özletmeden yap ki ben de var olabileyim sanki sen hiç yokmuşcasına...