Saklambaç oynarken domates fidesinin arkasına saklanmış fil gibi düşüncelerim. Pinpon topuyla basketbol oynayan Yao Ming gibi zorlanıyorum cümle kurarken. Poke topuna geri dönmeye çalışan pokemon gibi aklımdan geçirdiklerim.
Envai çeşit ürüne sahip mağazalar kadar karışık, %50ye varan indirimler kadar saçma durumdayım. Araba lastiğinde uyuya kalmış kedi gibiyim, bir fark edenim yok ve birazdan öleceğim. Banka reklamlarında oynayan imam gibiyim, doğruyu savunup yanlışa teşvik ediyorum. Çamaşır makinasında unutulan tek çorabın diğer teki gibiyim, bir yarısını yolda bırakmış tek başına da işe yaramaz. Anlat da biz de gülelim diyen öğretmen gibiyim, sinirden ne dediğinin farkında olmayan. Düdüklü tencere gibiyim, zararsız ama patlamaya hazır. Gülhane Parkında ki ceviz ağacı gibiyim
ben galiba anlayamayacagim insanlari, tavirlari davranislari okadar sacma ki cogunlugunun, ne dedikleri belli, ne soylediklerine uyuyorlar. anlamicam,aslinda anlamak da istemiyorum artık. sacma.
Bilmedim bir sokakta yürür gibiyim. Güneşin tepede olması ne fayda? Öyle yürüyorum kalabalık arasında. Ya kimseyi tanımıyorum ya da ben kimseye bakmıyorum. Kötü değilim sadece bir sessizlik var üstümde bir dinginlik. Sanki herkes bir rengi seçmiş bana siyah kalmış. Siyah ilk kez huzur veriyor bu kadar.
Tüm duygulardan uzaktayım ve bir o kadar yakınım.
Belki koyu bir griyimdir siyaha yakın. Her neyse öylesine işte...
insanların "hayvanlaştırılmalarından" nefret ediyorum. Değişenlerden, düşünmeyenlerden, kalp kıranlardan, kesin konuşanlardan da nefret ediyorum. En içte yalnız olmaktan nefret ediyorum. iç sesim çok geveze bir de ondan nefret ediyorum.
Bugün metrodayken karşımda oturan bir genç bayan yanındaki adamla konuşuyordu ben de kulak misafiri oldum. 2043de emekli olacağım dedi. Dondum kaldım. 2043 yahu. ikibin gün falan çok gelmiyor da böyle denilince gözümde büyüdü ve benim daha sigortamın başlamadığını düşününce birdem karamsarlaştım. insan çalışmadan üç kuruş para almak için gerçekten de aşırı derecede çalışmıyor mu?
15 ile 19 yaşları arasında sosyal medya devinimini yaşamamış insanlar hayatlarının bu yılları arasında genellikle belirli ağları kullananlar ile dalga geçerken yeni bir aş, yeni bir hayat ve üniversiteye başladıklarında ister istemez eskiden ağızlarına meze yaptıkları kişiler ile aynı konuma gelirler. fakat bu süreç yavaş ve ağır ilerler. böylelikle kimseye belli etmeden sessizce ve usulca aramızda ki yerlerini alırlar. pasif kullanım 2-3 aydan sonra yerini aktif kullanıma bırakır. ve bu sınavda başarısız olanların yolu fenomen diye geçinilen hesapları takip ederek ve var olan dizüstü edebiyatı sözlerini paylaşarak devam eder. kimse bilmeden ya da istemeden ( -ki bana sorarsanız embesillik ) birilerine bir şeyler kanıtlamaya çalışırlar. devamında ise insanı köreltir ve yapabileceği farklı alternatiflerden uzaklaştırır. evet sayın sözlük yazarları aptal kutusu belli bir süredir televizyon olarak anılıyordu artık tarih yerini internete bıraktı. hür irade ve istekle neyi arar ve neye tıklarsanız içinizi onunla doldurursunuz. test ettim ve onayladım. hızlı bir akım ve kullanım oranı ile türkiye gençliği akın akın geliyor.
Araba lastiğinde uyuya kalmış kedi gibiyim, bir fark edenim yok ve birazdan öleceğim. Banka reklamlarında oynayan imam gibiyim, doğruyu savunup yanlışa teşvik ediyorum. Çamaşır makinasında unutulan tek çorabın diğer teki gibiyim, bir yarısını yolda bırakmış tek başına da işe yaramaz. Anlat da biz de gülelim diyen öğretmen gibiyim, sinirden ne dediğinin farkında olmayan. Düdüklü tencere gibiyim, zararsız ama patlamaya hazır. Gülhane Parkında ki ceviz ağacı gibiyim
keşke boyun tutulmam geçse. keşke dövmem iyileşse de artık etrafı krem lekesi yapmasam. keşke blackberry android'e geçse. keşke ağustos gelse de kamp programımı hayata geçirsem. keşke.
çok mu dertsiz gözüktüm be? yok yahu, asıl olanları yazsam karakter yeter mi bilemedim. o yüzden ben bu yazıyı öylesine yazdım.
"sen benim içimdeki büyük yangınların adı" diye başlamıştı şarkı sigaramı tüttürürken. sokağa bakıyorum insan yok, bir kedi miyavlıyor durmadan. herhalde annesini arıyor. saate bakıyorum 3ü geçmiş. sonra daha birkaç saat önce verdiğim sözü düşünüyorum. bu gece erken uyuyacağım, yarın işte ölü gibi olmayayım bu sefer. çünkü belki de ölü gibi gözükmemdendi ayşen'in farkında olmamam. bu uyuyamamaların ardı arkası gelmemeye başladı zaten son bir yıldır. evet belki gecenin 3ünde birçok kişi uyumuyor, ama çoğunun bir görevi var, kimisi vatan için nöbette olan bir asker, kimisi hasret kaldığı sevgilisini düşünürken bir yandan uzak diyarlara yük götüren kaptan. ayşen'e soracağım "bir akşam yemek yiyelim diye" de, uyumalıyım önce. kendime çeki düzen verip jilet gibi çıkmalıyım çünkü karşısına. tabi, ben çeki kendime verilecek çeki düzenin güzel uyumaktan ibaret olduğunu düşünüyorum orası da ayrı bir trajedi. külüstür bir arabanın kaportasını yenilediğinde çalışacağını düşünmek gibi bir şey bu..