ben hiç anlamıyorum!
kimse bize bu dünyaya gelmek istiyormusun? diye sormadığı halde doğduk, gelmek istemediğimiz dünyada büyümek istemediğimiz halde büyüdük.
büyüdüğümüz dünyada hiç tanımak istemediğimiz insanlarla karşılaştık.
yaşamak istemediğimiz dünyada kişiliksiz, tahammül edemediğimiz insanlara tahammül etmek zorunda kalıyoruz.
haksızlık aslında bu değil midir?
hiç oynamak istemediğimiz bir rol verildi bize ve ittirerek oynamaya zorlanıyoruz.
madem böyle bir dayatma var, neden herkes eşit değil?
niye herkesin değer yargıları aynı değil?
niye bazı kişiliksizler yüzünden, diğerleri hayattan soğutuluyor?
gözlerimde çivilendi bakışları. öyle ki en saf çocuktan bile daha saftı benim gözümde her ayrıntısı zerresine kadar. dolu dolu yaşamaktı onu o yaradandan ötürü sevişimin nedeni, belki de bu yüzdendi karanlıklardan kaçışımın sebebi oluşu. yıllarca hafızalarda kalacağı aşikar görünen bir silüetin baş tacı olduğu zaman dilimlerinde sevdim onu acımadan süregeldim sessizce.
anlaşılamayan tüm yazılar gibiydi bu da, imla hatalarıyla dolu bozuk bir haykırışıtı ama anlayan çıktı yine de sağolsunlar bütün kuşlar baharı müjdelemiyor ne de olsa. ne dediği belli belirsiz uçuşan kargalar kelebekler arılar ve daha niceleri gibi olsaydı keşke martılar. martılar çizili bizim yollarımızda.
annesinden dayak yediği halde salya sümük yine ve ısrarla anne diye haykıran bir kız çocuğu ürkekliğiydi belki de sendeki. gözler kalbin her şeyiydi aslında, yanılsamalar zincirlerini toplamış sende birikiyordu sürekli. yaza yaza elleri nasır tutan bir şairin deyişleri çınlıyordu benim kulağımda, senin dudaklarında.
olmadı olmadı ve yine olmadı. hep takıldım bi yerlerde, başladığı gibi bitmeyen bir filmdi hayatın ta kendisi. kılıflar ona çok yakışıyordu çünkü herkes farklı bir hayat yaşıyordu kendi öz benliğinde, sense bendeydin.
gök gürültüsüyle uyandık biz bu güne. sen nerde uyandın bilmiyorum çünkü aslında sen diye bi şey yoktu. olsaydı eğer, gök gürültüsü bir şelale gürültüsüne dönüşüp sadece gözlerimi değil bütün ruhumu uyandıracaktı, bilmiyordun.
ve kim bilebilirdi böylesine içi dolan bir kalbin böylesine ve öylesine bir yerde boşalacağını.
o sensin
o sensin
sen..
sen hiç kimseye o sensin dedin mi?
satırlar benimde uğulduyordu zaten, dönüp dönüp duruyor görmemle birlikte beynimin sikilmesi, o şoku yaşamam ve gerçekten göz görmeyince gönül katlanıyor derler ya hani,keşke görmeseydim demem.insan bilmediği şeyi daha çabuk kabulleniyor ya,sindiriyor o kadar etkilemiyor artık ya da bilmek kadar acı vermiyor.aklımda binbir soru vardı önce gözlerime inanamamıştım tekrar tekrar okudum içim acıdı ama merakım daha da kuvvetliydi.nasıl yazmıştı ki bunları benim hayatımın sahibi dediğim adam başkasına nasıl o sensin derdi.hem ne paylaşmışlardı ki kaşla göz arasında o sensin diyebilmişti.aslında düşününce o kadar çok şey barındıran bir kelime ki.o çok sevdiği sezeninden bir şarkı paylaşmış, bir zaman da bana laf sokmuştu sen sezen sevmezsin ki ne zaman paylaşsam farklı şeyler dinleyelim derdin diye. doğru, belki de onun için bu kadar kolaydı bu işler ben sezeni onun kadar sevmiyordum o da sezen dinleyecek başka bi kız bulmuştu,belki de hepsi buydu onun için.
bu düşünceler aklımda dönerken en sevdiğim şarkılardan birini charles aznavour'dan she dinliyordum.bi an durdum düşündüm ve şu dizeler beni tekrar düşüncelere daldırdı;
may come to me from shadows of the past
that I remember till the day I die..
bugün itibariyle, hiç hesapta yokken, mezuniyet konuşulurken ev arkadaşımın okulunun uzadığını öğrendik. evde şok etkisi yarattı. ayrıca kimse bana "okul sonrası ne yapacağım stresinin" okul bitmeden başlayacağından bahsetmemişti. şu an için yolunda giden pek bir şey yok yani. "mutluluktan ölmek" diye bir söz varken mutsuzluğa uyarlanmış versiyonu neden yok acaba? (şu anki halimi ancak o tanımlar) ya da her şey bu kadar ters gitmek zorunda mı gerçekten? rahat rahat, zihnimi meşgul eden bir şey olmadan dondurmamı alıp film izlemek istiyorum evet tek istediğim bu. aslında tek bu değil sadece kendimi kandırıyorum o kadar. fazla hayal kuruyorum dahası o hayallere gerçekmiş gibi bağlanıyorum olmayınca da hadi sar başa...
yeniden başlamak istiyorum ya da çok değil 4 ay öncesine geri dönmek. Birde mutlu olmak istiyorum, yediğim yemekten zevk almak, lokmalar boğazıma dizilmesin istiyorum. Doya doya gülmek işe mutlu gidip mutlu dönmek istiyorum. Günün nasıl bittiğini anlamamak... Yada bir aile kurmak huzur dolu, mutluluk dolu, sevgi dolu...
Hepsi yalan görünenlerin dedi ve bir yudum daha yuvarladı yarı sıcak birasından esefle. Susmak
istemiyordu, bu çok belliydi ama konuşacakları da harap bitap çıkıyordu dudaklarından. Umutları
ile bulduklarını korkusuzca, dürüstçe ve savuşturmadan çarpıştırdı o yudumun peşinden. Bekledi,
bin ah ile denkleşemeyecek bir iç geçiriş takip etti ardından. Durmanın sınırını bilen ama
bunu düşünemeyecek kadar dolu bir adamdı. Çaresiz değildi. Umutsuz olduğunu düşündüm bazen ama
hepimizden fazla isteği vardı kızdığı hayattan. Sevdiği dünya, bir adım bile kaçsa ondan, uzun
yorucu bir düşünsel seyahate çıkardı. Tabureden inen ayaklarını takip eden bedeni, köhne bir
ceket ve gömlekle, kirden pas tutmuş, mavimsi bir kotla kaplıydı. Giysiler onun hayatının
standardını değil ama darp edilmişliğini iyi anlatırdı hep. Lavaboya gidişini izledim derin bir
sessizliğe kendimi kaptırırken. Saat ilerlemiş olmalı, dedim kendime. Bar sakinleşmiş, günlük
temizlik başlamıştı bile. Süpürgenin bir ileri, bir geri gidip gelişini görünce bu akşam ve
her akşam bu 250 m2'lik mekanda yaşananları alıp gider mi diye düşünmeden duramadım. Sonra
irkildim tatlı rüyamdan. Süpürgeyi tutan ellerin sahibine takıldı gözlerim. Mustafa, barın fır-
lama elemanıydı. Kavgası, çapkınlığı ve çenesi hiç durmazdı. Süpürülenler, süpürenler, taraflar,
güzel, çirkin, doğru, yalnış, suç... diye düşünürken çıkageldi lavabodan. Sıkıldım buradan,
hesabı ödeyeyim de başka bir yere gidelim, dedi. Paltosundan cüzdanını çıkardı ve biraz yoklayıp
parayı buldu. Ben öderim demeye kalmadan uzandı kasaya ve ödedi. Barın aksine, dışarıda yeni
başlayan bir zaman dilimi vardı ve ona dahil olmak isteyen insanlarla doluydu. Hızlı yürüyen
kalabalık gruplar, rezerve edilen masalar, alkolün etkisiyle olacaklar, çalınacak ezgiler,
oynanacak uzun, ağır bir harmandalı dahi aktı sinir uçlarıma. Hafif yalpalasa da, sarhoş olmayı,
iyi idare ederdi hep. Gerçekten sarhoş olduysa da, çok içtim kardeşim, bana hakim ol demeyi
ihmal etmezdi. 5-10 dk. yürüyüp sahile vardığımızda, yine etraf sakinleşmişti. Bu akşam, zamanın
dilimlerini biraz hızlı dolaşıyorduk sanki. Zihnim buna alışmakta kısa güçlükler bile yaşıyordu.
ders çalışamıyorum.hava sıcak.yapacak pek bir şeyim yok bu yazı nasıl geçiricem bilmiyorum.para biriktirdim biraz ipad 3 alma niyetim var lakin xbox 360 da cazip geldi bana.çok oyun oynayan biri değilim aslında ama olsa fena olmaz.
gidip en olmadık zamanlarda başıma geliyor zaten böyle önemli işler.
ne yapayım..
hoş, daha önce olsaydı, belki de daha kötü olacaktı. böylesi daha etkili ama daha kısa şüphesiz.