Bektaşiyi yine ramazanda öğle vakti yemek yerken yakalayıp sıkıştırmışlar: Neden oruç yiyorsun?.. Bektaşi: Ulan... demiş, ... aç gezerken kimse bir şey sormuyor; bugün yiyecek bir şey buldum, hepiniz üstüme geliyorsunuz!.. *
Bir mecliste konuşmacının biri Hallac ı Mansuru çok över. Dinleyicilerden biri ; - Yahu Hiç En el Hak denir mi ? Toplantıda bulunan Bektaşî:
-Dur hele efendi. En-el-batıl mı demeliydi.
-Hocayım diye köye gelmişti. Zamanın bilgini olarak geçinirdi. Bir gün şunları söyledi:
- Ey ümmeti Müslim'in! Cenabil Rabbil Alemin! Ahalinin rızkını üçe ayırmıştır:
Bu rızkın birini dilleri ile, ikincisini elleri ile ulemalar almıştır. Üçüncü hisse de sair halka bırakılmıştır.
Deyince Bektaşi de:
- O hissede de ulemanın gözü kalmıştır, dedi.
memleketimizin güzel bir köşesinde bektaşinin biri yaşarmış. bu bektaşi hep ağlarmış, nedenini kendi de bilmezmiş. en sonunda karısının tavsiyesine uyup sağlık ocağına gitmiş, 'doktor bey ben hep ağlıyorum bu nedir ya?' demiş, doktor da demiş ki 'bak şimdi falanca köyde bir deli var, git onla uğraş o seni güldürür.' bektaşi de demiş ki 'o benim.'
Bektaşi Baba istanbul'da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklalandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu.
-Faytona binen padişahmıdır?
-Hayır padişahın bir kuludur. Cevabını aldı.
Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra, ellerine açarak:
-Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi. *
yazar notu: hoş, bektaşi nin istanbul'da ne işi var orası da ayrı mesele. biraz kurgulanmış bir fıkra gibi ama nüktedan.
Bektaşi'ye : - Koskoca ramazan geçti gidiyor, sen hala oruç tutmadın! Bu nasıl istir? diye sormuşlar.
Bektaşi: - Îmanım, demiş ramazan gider yine gelir. Bu can giderse bir daha zor gelir.
Bektaşiyi toplum içinde küçük düşürmek isteyen biri:
-Bektaşi efendi, borcunuz var mı? Diye sormuş.
+Evet bakkala biraz borcum var.
-Canim onu sormuyorum. Namaz borcun var mı?.
Bektaşi kızmış: +Onu ancak tanrı sorar, Sana düşen bakkal borcunu sormak.
bektaşi babası körpe bir delikanlıya göz koymuş. fakat genç şiddete karşı koyunca iştahı kursağında kalmış. gel zaman, git zaman... hacıların dönme günü gelmiş çatmış. köy halkıyla beraber delikanlı da onları karşılamaya çıkmış. tabi bektaşi de aralarında! hacılar sökün edince bir ana, baba günüdür başlamış. birbirine sarılan sarılana, öpüşen öpüşene. hiç bektaşi fırsatı kaçırır mı? o da körpe delikanlının boynuna sarılmış ve başlamış şapur şupur öpmeye. yahu erenler! o hacdan gelmedi onu ne diye öpüyorsun? demişler. bektaş-i, biraz gerilemiş ve ellerini havaya kaldırarak: ayol, madem ki hacı değiller, öyleyse yüzündeki bu nuru ilahi ne?! demiş.
Bir Bektaşi, merkebine odun yükleyip şehre gelirken karşısına tüccar kılıklı iki adam çıkar:
- "Şu zındıkla alay edelim!" diye Bektaşi'ye yanaşıp selam verince, Bektaşi de durur, merkebi de.
Tüccarlar işaretle: - "Bu eşeğin ne düşünüyor?" -
Bektaşi:
"Odun taşımaktan yorgun düştü de, artık kasabada ticaret etmeyi düşünüyor!" der.
Dilencinin biri, Bektaşi'ye:
"Bir sadaka ver sana dua edeyim."
Bektaşi on para verdikten sonra dilenciye dönerek:
"Duanı istemem." Dilenci sorar:
"Neden?"
"Eğer duan kabul olsaydı, sen dilenci olmazdın!"