hayatın, insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden sadece biridir.**
anneannem ve dedem ben doğmadan önce vefat etmişler. düzenli olarak mezarlarını ziyaret ederdik öncelerden. şimdi ise kaç sene önce gittiğimi bile hatırlamıyorum. neyse, 6-7 yaşında varım yokum. annem elimden tuttuğu gibi, mezarlığa dua etmeye götürürdü o zamanlar. arabayla da gitmezdik, uzun bir yürüyüşün ardından anca varabilirdik mezarlığa. belkide bana öyle geliyordu. kısacık boyumun, kısacık bacaklarımın bir adımı ne kadar olabilir ki? annem bir adım atana kadar, ben ikinci adımımı çoktan bitirmiş oluyordum. vardığımızdaysa yaşımın verdiği saflıkla ve cahilliğimle doğru düzgün dua bile edemezdim.
yine rutinleşmiş mezarlık ziyaretimizin bir gününde yola çıktık. oyuncakçı görmüştüm yol kenarında. aslında defalarca geçtiğimiz o yolda hiç farkına varmamıştım oyuncakla dolu o el arabasının orada olduğunu. tabi şimdiki gibi o zamanlar da araba delisiyiz. işportacı abimizde o kadar güzel dizmişti ki oyuncakları, gözümü alamıyordum. hele o kasası 8-10 tane tüple dolu oyuncak kamyonu görünce sevinçten havalara uçmuştum tabi.
eve gidene kadar ağladım durdum. eve gelince de ağlamanın verdiği psikoloji midir nedir, koltuğun kenarında uyuya kalmıştım. ama her an aklımda o kasası tüp dolu oyuncak kamyon.
zaten gıcık gittiğim karşı komşumuzun oğlu sezginler de zengindi. babası renault'ta çalışıyormuş o zamanlar. çocuk babadan taşaklı tabi. uzaktan kumandalı arabası bile vardı daha ne olsun. biz gariban işi ip bağlamayla yürüyecek kamyon istiyoruz o da yok anası satim. kıskandırırdı beni hep piçkurusu. ver derdim birazda ben oynayım, bir kerecik bile vermezdi o kumandayı elime.
tabi her fırsatta annemim başının etini yemekten başka amacım yoktu.
- anne, kamyonu ne zaman alacağız?
+ off, yine mi kamyon.
- sezginin uzaktan kumandalı arabası bile var, benim bi kamyonum bile yok.
+ 4 gün sonra ayşen yengenlerle çarşıya gideceğiz, o zamana kadar para biriktir, çarşıdan sana daha güzelini alalım.
- ben başka istemem, onu isterim. hem benim param yetmez ki.
+ tamam onu alırız, ben eklerim üstüne.
- oleyy!
arkadaşlarım gider bakkala abur cubur alır, ben saklardım paramı cebimde. düşmesin diye de sıkı sıkı tutardım dış taraftan parayı. o sırada az özenmezdim onlara ama. bildiğin küçük emrah'a dönmüşüz kamyon dalgasına anlayacağınız. 4 gün elime ne zaman para geçtiyse hemen diğer bozuklukların yanına atardım. ama be insafsız anam, niye böyle bir şey yaptın ki sen bana? biriktireceğimi hiç tahmin etmezdin, belki de ondan.
çarşı günü geldiğinde verdim bütün paramı anneme;
- anne, al!
+ aaa biriktirmiş sahiden.
- kamyon alacaktın ya bana?
+ hala unutmamış bak şuna.
- hadi git al, para da verdim bak.
+ tamam, ayşen yengenler gelsin gideceğim.
- kamyonumu unutma sakın.
+ tamaaaam.
bir süre sonra geldiler, annem de aceleyle mantosunu giyip evden çıkarken bir güzelde tembihledi bana; zil çalarsa bakmadan açma, mutfağa girme, başına tencereler düşer. evde dur, sokağa çıkma araba çarpar.
evde zaman geçmek bilmiyordu o heyecanla. içim içime sığmıyor, bir o yana bir bu yana dolanıyorum evin içinde saf saf. arada annemin elinde oyuncak kamyonla geldiğini hayal ediyorum, arada televizyona bakıyorum.
zil çaldı, nasıl bir sevinç ve coşkuyla yerimden kalkıp koşmaya başladıysam kapının ucuna çarpmıştı ayağım. bir yandan acıdan yüzüm değişik bir hal alırken, diğer yandan oyuncak kamyona sahip olma düşüncesi bastırıyordu bu sırada. açtım kapıyı;
- anne! kamyon, kamyon nerede?
+ dur bi oğlum, soluklanalım.
- kamyon?
+ kamyon bulamadım, sana bu plastik oyuncak sandalyeyi aldım.
- (hafiften kızarıp yaşlar akan gözlerle hüzün deryasında boğulan çocuk portresi) ühühühühü.
+ dur ağlama, bak ne güzel oturursun hem. o kadar aradım bulamadım. (aslında ne araması, eve dönüş yolundan alıvermiştir hemen)
- ühühühühühü. sezgin'in kumandalı arabası var benim yoook! ühühühühü.
onu bunu bırak, pembe renk bir de. tam kız işiymiş bacağını kırdığımın sandalyesi.
her zamanki gibi, kasası tüp dolu oyuncak kamyon düşüncesi ve ağladıktan sonra iyi giden uyku...
ne yapsan da gerçekleşmemiştir. saklarsın yüreğinin en derin köşesine. kalır orada yıllarca... arada ufacık bir işaret getiriverir tüm heybetiyle o hüznü. en kötüsü de çocukken hevesle beklediğiniz, olmasını istediğiniz şeylerin olmamasıdır.
durup düşünmeyi ve dahi başka bi yoldan gitmeyi gerektirir amaca...
ama hele kalbi ise bu sebeb-i hüzün, biz durup düşünür ve kıyısız melankoli denizine açılırız, yelkensiz&dümensiz hem de...