Türkiye'nin en büyük gazetesinde köşe sahibi olmanın şüphesiz hem ego hem de zihni donanım açısından getirdiği bir takım konforlar var. Misal yaşadığınız ülkeyi, etrafınızdaki insanları, sokaktaki insanı tanımamak gibi bir lüksünüz olabilir.
Daha iddialı bir cümleyle şunu da söyleyebiliriz: Türkiye'nin toplumsal yapısıyla ilgili en ufak bir bilginiz ve kaygınız da olmayabilir. Kimse bunun için size hesap sormaz ötesinde köşenizi sağlama alırsınız. Hatta yeri geldikçe [ki bu her gün olabiliyor] halka duyduğunuz nefreti onun siyasal tercihlerini bahane ederek kusabilir, karikatürize edebilirsiniz.
Bekir Coşkun işte tam da böyle biri. Son 10 yıllık yazılarını okuyun. Hepsi aynı: Kara cahil halk, onun seçtiği rejim düşmanı siyasetçiler, sandıktan çıkan karşı devrim, yaşasın ordumuz...
Emin Çölaşan'ın, Özdemir ince'nin ve Mine Kırıkkanat'ın aritmetik ortalaması. Seçkinciliğin sathi ideologu. Tek parti zihniyetinin, cumhuriyetin kronik kaderi olması gerektiğine yürekten inanmış olmalı ki çok partili rejime duyduğu sıkıntılı hisleri her daim iktidar partilerinin vahim hataları üzerinden paylaşıyor.
Çünkü Bekir Coşkun bir mevzi krizi yaşıyor, bu kirizi yaşayanların hislerine tercüman oluyor. Nedir bu kriz? Anadolu'nun kara kamudan insanları, "dinci" kalabalıklar, zevkleri, hassasiyetleri Nişantaşı'yla örtüşmeyen insanlar, "gusto" sahibi olmayan, ince zevkleri olmayan, Beethoven dinlemeyen insanların sokakta, mecliste her yerde iktidara ortak olma çabaları.
Tabii bu "iktidar"ın ne olduğunu bilmiyoruz. "Biraz da ben yiyeyim"cilik de olabilir, "ülkeyi layıkıyla yönetmek" de olabilir. Bekir Coşkun "iktidar"dan neyi anlıyorsa sınıfının onu yitirmesinden korkuyor. Bu krizi ise köşesinde yazdığı sade suya tirit yazılarla dillendiriyor.
Amaç ise üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Sorsanız "1950'den beri bütün sandıklarda karşı devrim çıkmıştır" diyecektir. Ama siyaset bilimi formasyonu yetmediğinden olsa gerek bunu böyle söyleyemiyor. Peki ne yapıyor:
Halka cahil, AKP'li vekillere yağlı dudak, düşük göbek gibi sıfatlar takıyor. Güneri Civaoğlu da eskiden Refah Partili vekiller için zevksiz giyimli, yağlı göbekliler demişti. Coşkun, halka ise zekasızlığı, cahilliği, zavallılığı, gözü kapalılılığı reva görüyor.
Sanırız Bekir Coşkun halkın, onun gibi düşünmediği için kendisinden özür dilemesini ve ani bir aydınlanmayla CHP'yi geçtim TSK-ADD koalisyonunu iktidar yapmasını bekliyor. Bu yapılmazsa sıfatlar belli:
Yağlı dudaklı, badem bıyıklı, cahil, Atatürk düşmanı, kapkara kalabalık.
Oysa Bekir Coşkun'un kendisine soramadığı, sormaya korktuğu çünkü maalesef cevabını bilemediği bir soru var: Neden askeri darbelerden sonra hep bu halk darbede mağdur olanları yeniden iktidar yaptı? Cehaletten mi? Bizce değil.
işte "Demokrasiyi Soytarılaştırmak" başlıklı Bekir Coşkun yazısı. AKP'li vekilleri eleştireyim derken çok daha "yapısal sorunlara" parmak basıyor. Ne diyelim mert yazar şecaat arz edeyim derken sirkatin söylermiş.
DEMOKRASiYi SOYTARILAŞTIRMAK...
BAŞBAKAN henüz aklındaki adayı açıklamadan AKP grubunda alkış koptu, gördünüz.
Bilmedikleri bir adayı alkışlıyordu arkadaşlar.
Badem bıyıklar titredi, düşük göbekler zıpladı, tombul eller çırpıldı, yağlı dudaklar haykırdı:
"Bravooo..."
"Nurolll..."
Sorsaydınız o an:
"Beyefendi neyi alkışlıyorsunuz?..."
"........?"
Daha belli değildi çünkü... Ben böyle bilmediği bir şeyi beğenip ayakta alkışlayanları ilk kez görüyorum.
Nitekim Tayyip Erdoğan kürsüden gözlerinin içine baka baka "Milletvekili arkadaşlarımla kimin olacağını istişare ettim" dediğinde dahi, onlar karşısında oturuyorlardı ve ağızlarını açmış Başbakan’ın dudaklarına bakıyorlardı:
Acaba kimi açıklayacak?..Gördünüz; "Abdullah Gül" adını duyunca nasıl da sevindiler.
*
Demokrasiyi "soytarılaştırmak" ancak bu kadar olabilir.
Dün neyi açıkladı Erdoğan:
Türkiye Cumhuriyeti’nin on birinci cumhurbaşkanını...
Bundan sonra yapılacak oylama-moylama, sadece formaliteden ibarettir. Göreceksiniz; patronların, gazetelerin, Ti-Vi’lerin "iyi oldu... Erdoğan fedakárlık yaptı... Uyumlu bir isim..." yorumları arasında o da olur.
*
Açık ve net söylüyorum:
Çağdaş Türkiye’nin en önemli kalesi Çankaya, dün itibarıyla cemaate geçmiştir.
Eşinin türbanı yüzünden, Türkiye’yi Avrupa insan Hakları Mahkemesi’ne vermiş ve dava açmış birisi sizin "cumhurbaşkanınız"dır.
Artı; ordularımızın başkomutanı...
"Laik Cumhuriyet"i temsil edecek kişi...
*
Kafalarında kurdukları ve adım adım gerçekleştirdikleri "Ilımlı islam rejiminin" en önemli ikinci adımıdır bu.
Dilerim Türk halkı bu oyunların farkına varsın...
Bu uyku hali...
Bu zavallılık...
Bu zekásızlık artık yeter.