Açıkcası bu film benim aklımı karıştırdı. Çünkü cidden çok yönlü bakılabilecek bir filmdi.
Öncelikle bu filmden şu anlamı çıkardım ki; aslında hiçbir şeyin, eylemin, ahlaki ya da entelektüel kuramın bir önemi yok her şey bizim anladığımız, anlamak istediğimiz şeylerden ibaret. Düşünün daha okuma yazma bilmeyen basit bir adamın bahçe ile ilgili son derece basit, derinlik, gönderme içermeyen 3 4 kelimelik basit bir cümleden nasıl yüce anlamlar ortaya çıkarıyorlar ve bu adamı ilahlaştırıyorlar. işte aslında hem siyaset'de hem de sosyal ilişkilerimiz'de olan bundan farklı bir şey değil. Karşımızdakinin bir önemi yok, dediğinin bir önemi yok her şey bizim kafamızdaki isteklerden, potansiyel yönlendirmelerden ibaret.
Özellikle adamın tv'ye ne derece düşkün olduğu ve sevişme sahnesinde tv'deki sahnenin bitmesiyle adamın da sevişmeyi bırakması, ne yapacağını bilememesi, kafasındaki uzaktan kumanda mekanizması ayrı bir gönderme içerir
ikinci bir görüşümse filmin sonunda su üzerinde yürümesi ile ilgili bu adam'da tanrısal bir çekiciliğin, güdünün; basitliğin, berakklığın adamıydı. Ve onu çekici kulan şey ise olabildiğine doğallığı ve basitliği idi.
insanlar bir yerde basitliği daha çok seviyor çünkü basit bir şey üzerine bir şeyler kurmak daha kolaydır. Beyaz boş bir kağıda bir şeyler yazmak, çizmek her zaman üstü karalı bir kağıda bir şeyler yazmak,çizmekten daha kolay ve çekici gelir. Özellikle post-modern psikoloji bağlamında nitelendirirsek insanların sanatta, mimaride, sosyal ilişkilerde olabildiğince minimalist bir eğilim gösterdiklerini görüyoruz. Çünkü modern yaşamın karmaşası ve yoğunluğu onları bunaltmaktadır onun için daha sadece ilişkileri, kişileri, mekanları tercih etmekdirler, bu onları rahatlatır. işte film'de biraz da bunu gördüm sanki.
kapitalizm ve tüketim toplumu meselelerini hem eğlenceli, hem de çarpıcı bir biçimde nasıl işleyebiliriz, sorusunun cevabıdır bu film. peter sellers'ın harika oyunculuğunu eklemek gerekir. hiçbir filmde bu kadar çok gülmemiş, bu kadar çok şaşırmamıştım. tam bir magnum opus.
filmin hemen sonrasında gösterilen kamera arkası görüntüler, yani masadaki sahne peter sellers in aslında o rolunu yaptığı tip olmadığını hatırlatmak içindir.
"amerikan halkından" birinin biyografisi olarak nitelendirmem doğru olacaktır herhalde. film boyunca farkında değilsiniz ama son bölümde ki bitirici darbe aslında özgürlükler ülkesini kimlerin yönettiğini ve vatandaşlarının nasıl bir bünyeye sahip olduğunu bize "şanslı bahçıvan" aracılığıyla anlatıyor.
1979 yapımı jerzy kosinski' nin aynı adlı kitabından uyarlanan ve beni nedense çok üzen peter sellers filmi. oyunculuk nedir ve nasıl olmalıdır sorusunun cevabı gibidir bu film. sellers sinema tarihinin en büyük oyuncularından (belki de en büyüğü) olduğunu ''son kez'' ispatlar.
(bkz: peter selers) in bir filmidir. zamanını sürekli televizyon izleyerek geçirmiş, hayatta yaptığı tek şey bahçıvanlık olan bir adamın, dünyayı bir bahçe olarak görmesi, olaylara ve dünyaya yorumlar getirirken bunu baz alması, amerikan politik dünyasında ki insanların ve amerikan halkının bunu kendilerince yorumlayıp, siyasete, ekonomiye uyarlayarak kendilerince yeni anlamlar yüklemesi üzerine kurulu ironik bir filmdir. oysa chauncey gardinerin bahsettiği şeyler gayet yüzeysel, sıradan şeylerdir.
benim için filmin en garip olan sahnelerinden biri, cenaze töreninde, tabutu taşıyan bir grup politikacının, başkanlığı kazanmak adına yaptıkları o konuşmalardır. siyasetten, politikacılardan ve paha biçilmez zenginliklere duyduğum nefret daha bir fazla yerleşti içime.
ve filmi ayrıca güzel kılan, filmi bir baş yapıt haline getirenlerden biri de chauncey gardiner rolünü üstlenen peter sellersin bu rolün hakkını mükemmel derece de veriyor olmasından kaynaklanır sanırım.
forrest gump'ı sevenlerin kesinlikle izlemesi gerektiğini düşündüğüm film.Eminim ki çok beğenecekler. "forrest gump" başlığına gün içerisinde 11 tane entry girilince yazmak farz oldu
jerzy kosinski yine bir eser yaratır. ama bu eser bu seferlik peter sellers'a mal olacaktır. çünkü peter sellers kosinski'ye bir mektup yazacak ve '' hayatta en çok canlandırmak isteyeceğim karakter chance'tir'' diyerek bir mektup yazacak ve kosinski de ona saygıyla reveransını verecektir. ortaya ise böyle bir performans şaheseri çıkacaktır. kosinski'nin öykünmesi hakkında zaten söylenecek söz yok, hadi filmde yönetmenliği de geçtim, hatta ve hatta haddim olmayarak shirley maclane'i de bir basamak geride bıraktım ama hala peter sellers'ın performansına hayranlığımdan kurtulamamaktayım.. işte yönetmenine değil de oyuncusuna mal olacak bir film dedim. zaten kosinski de filmden sonra sellers'ın hakkını vermiş ve ''o chance'i ben den daha iyi anladı'' gibi bir saygı sunmuştur. açıkçası filmi izlerken aklıma coen kardeşlerin orda olmayan adam filmi geldi.. sanki orda olmayan adam filminde nasıl billy bob thornton orda değilse bu filmde de adına yaraşır biçimde peter sellers oradaydı. ve son sahnesiyle de beynimi dağıttı..
sonuç: -peter sellers sinema tarihinin en büyük karakter oyuncusudur.
-being there bu adamın zirve noktasıdır...