Behçet Necatigil/Mehmet Behçet Gönül. (d. 16 Nisan 1916, istanbul - ö. 13 Aralık 1979, istanbul),şair, öğretmen, çevirmenlik yapmıştır.
Modern Türk şiirinin önde gelen şairlerindendir.Herhangi bir edebi akıma katılmamış; bağımsız bir şair ve fikir adamıdır.Şiir dışında, tiyatrodan mitolojiye, sözlük biliminden roman çevirilerine ve radyo oyunlarına kadar kadar birçok edebiyat alanında eser vermiştir. Türkiye’de radyofonik oyunun bir edebiyat dalı olarak benimsenmesinde oyunları, çevirileri ve uyarlamalarıyla büyük emek vermiştir.Edebiyatçılığının yanında öğretmen kimliği ile tanınır.
Behçet necatigil şiirin burçları olduğuna inanır. Ona göre şiirin üç burcu vardır: gurbet burcu, hasret burcu ve hikmet burcu.
“şair, hayatı boyunca, üç burçtan: gurbet, hasret ve hikmet burçlarından geçiyor. ilki gurbet burcudur; şair önce bir süre bir gurbeti yaşar. sanki robinson gibi, ıssız bir adaya düşmüştür. sağda solda eline geçirdiği öte beriyle kendine bir barınak yapar. bir korunma içgüdüsü, onu, bulduklarıyla bir yapı, bir çatı kurmaya ve varlığını böylece kanıtlamaya zorlar. tam bilincinde değildir yazdıklarının ve bu dönemde rastlantının payı büyüktür. beğenisi sağlam temellere oturmamıştır. beğendikleri, iyi şairler de olabilir, kötü şairler de. gününün ustalarına rastlamışsa, bu onun için bir şanstır. onlar gibi yazar; onlardan farksız da, onlardan iyi de yazabilir. ne var ki özentidir, taklit ve kendini arayıştır bu dönem ürünleri. yeri, zamanca kendine yakın birkaç kuşak içinde bir şairin tekrarıdır. gurbet burcudur bu. burada ne kadar kalınacağı da, şairine göre değişir.
sonra sıra ikinci döneme, hasret burcuna gelir. şair, şiirini özlüyor, gurbetlerde oyalanmanın zaman kaybından başka bir şey olmadığını gördü. yazdıklarında da ne kadar kendisi, ne oranda başkaları olduğunu gördü. kendine özlemiyle dolmuştur. yoğunlaşır, belirginleşir bu özlem. şimdi şikâyetleri, tedirginlikleri kişisel biçimlere girer, kendi bakış açısını, kendi yazış biçimini bu süreçte bulur. saplantıları, inançları dikeyinde derinleşir. sularda halkalar eşmerkezlidir, kıyılara daha sert çarpar. şair, büyülenmiş gibi, içinde uzayıp giden kendi kervanının peşinde, asıl bu hasret döneminde, önleyemediği bir güçle kendini, kendi dünyasını aktarır bize.
zaman geçer, birden görür: çevreyi, dünyayı dilediğince bir biçime sokmanın zorluğunu görür. mutluluk (çapı belli bir çevrenin ya da çok geniş bir alanın, diyelim dünyanın mutluluğu) hâlâ gerçekleşmemiştir. bunu anlar. anlar ki, kendi küçük özlemlerini bile gerçekleştirememiş, yakın çevreyi bile değiştirememiştir. gösterdikleri, hatırlattıkları yüzde kaç uygulanmış, sözü ne dereceye kadar geçerli olmuştur; görür, yazdı da ne oldu!
o zaman hikmet burcuna girer. hikmet çapraşıktır ve çok az değişir. geçmişin büyük şairlerini o zaman anlar. niçin her biri bir yerde kötümser olmuş, dışımızdaki zamanın içimizdeki vakti nasıl çabuk tükettiğini algılamanın acısıyla niçin her biri yunus’laşmış, hayyam’laşmış, galip’leşmiştir. şair hikmet döneminde daha çok, değişmez alınyazısına geçer. kader ki alınyazısı değildir, en ileri uygarlık kesimlerinde de vardır. ve insan bıkar. özlemiştir, olmamıştır, bıkar. şimdi neye sığınacaktır: hikmet burcuna geçer. şikâyetlerin, isyanın şiiri; zamanla yerini, kabulün, benimsemenin, vazgeçişin şiirine bırakır.
sözlüklere baksanız, nedir hikmet: bilgelik, gizli neden, insanlarca tanrı’nın anlaşılmaz amacı. ve bütün büyük şairler, bir gün gelmiş, hattâ günlersiz ayarsız, önceden, hikmet burcuna girmişlerdir. ve kalan, galiba daha çok, hikmet burcu ürünleridir. insanın en şaşmaz falını hikmet burcu gösteriyor; çünkü gurbetler geçici, hasretler geçici ve ebedi insan hikmet burcunda yaşıyor.”
sık sık beşiktaş çarşısında rastlanırdı necatigil' e. birinci sigarasını asla ağzından düşürmezdi, serserilerle sohbet eder, çocuklarla şakalaşır, sürekli şiir yazardı.
şiirlerinin buhranla dolu gecelerde, kabuslarının sözcüsü olduğunu dile getirendir. onun şiirlerinde mutluluk pırıltılarının üstü kapalıdır. *
şiirle ilgili görüşlerini içeren kitabının adında bile çok anlamlılığı kullanan söz sihirbazıdır:
Behçet Necatigil bile/yazdı.
Kitap kurdu bir edebiyat öğretmenidir. Yüzü satırlarda solmuştur.
Dışarının, sokakların sahteliğinden, her türlü kurtlar sofrasından evlere sığınmış bir şairdir. Ev, dışarıdaki büyük savaşın sığınağıdır. Evle ilgili birçok şiiri vardır. Birkaç tanesi şöyledir :
Kurşun
Bitkinim, bitkinsin
Saçlar ağarır ümitlerle beraber
insanın evi olması
Büyülenmiş gibisin.
Satırlarda soldu yüzün
Kalabalık evlerde eğreti
Üzgünüm, üzgünsün
Mumlar eridi.
Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden eve.
Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa evde.
Evin -den hali, uzaksınız,
Hattâ içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken evden.
içerlek
Onlar evlerde yaşamazlar mı, şaşıyorum.
Evlere uğramaz, evlerde iş yapmaz,
Bakmazlar mı bir şeye, şaşıyorum.
Bakkallar, kasaplar, çarşılar..
Onlar evlere hiç bir şey almazlar mı, şaşıyorum.
Yollarla, sokaklarla, kahvelerle iş bitmiyor ki!
Trenler, gemiler, düşler bırakıyor insanı bir yerde,
Sonra gene dönülmez bir yol gibi ev!
Onların yolları, akşam üstleri, gece
Sona ermez mi evlerde, şaşıyorum.
Yorgunlukları yollara yaymak, iyi ama sonu yok ki!
Sevdalar sokaklarda serin ama sonu yok ki!
Bölüşmek umutları, paylaşmak acıları, bunalmak,
Ummak yarınlardan bir şey, evcek yok mu,
Şaşıyorum.
Evcek, uzaktan da olsa, yüzlerine tutulan ayna
Yansıtmaz mı hiçbir şey onlara?
Yaldızlı süslerle örttüğümüz oyuklarda
Yalnız en yeni çorapları asıp ele güne karşı
Tespih böcekleri gibi kaçınık yaşamak!
Hangi utançtır alıkor bizi bu kadar
Vermekten evlerdeki yitik şarkıları, şaşıyorum.
Şiirlere bir insan, evlerden bir şey katmadan
Nasıl girer, şaşıyorum.
Örneğin daha demin kavgalar, dargınlıklar
Varken - işliyen saatler gibi alışılmış -
Kapı çalınsa, biri gelse, gülüşlerin, kaynaşmaların
Birden başlaması yok mu afallamış odalarda?
Onlar huysuzluklarda donmuş, katı
Bir türlü bitmek bilmeyen ay sonlarını
Hiç mi yaşamazlar, şaşıyorum.
Kanlı kırmızı yollarda, beyaz sinirli soluyan
O azgın yatıştırıcı ay başlarını onlar
Hiç mi bilmezler, şaşıyorum.
Geçer gider ömürler kışlar, baharlarla değil,
Eriyen yağlar, tükenen sabunlarla geçer gider.
Çocuklar büyür gider, başlayan şarkılarla değil,
Eskiyen giysiler, tükenen güçlerle büyür gider.
Evde hasta oldu mu hepimiz hastayız
Onlar hastalık nedir bilmezler mi, şaşıyorum.
Onlar hep ev dışında mı, şaşıyorum.
Sırlı küplerden sızan iplik-ince bir su iken ömrümüz
içerdeki seslere nasıl tıkanır kulak, şaşıyorum.
Ah, bu çılgın oyunlardan uzaklara da kaçsak
Değil mi ki odaların eni boyu belli,
Değil mi ki görmekten hep aynı yüzleri, bıkmış
insanların soluğunu iletir birbirine
Hattâ ayrı odalarda ayrı yataklar.
Değil mi ki kezzap gibi damlar göze
Kimi gece düşman
Sıcak kollar gibi sarar soğuklarda bizi
Kimi gece dost ev.
Nasıl yaşanırdı dönüşler de olmasa unutuşlarda
Bir şifalı su gibi ılık, arı dönüşler
Ah, nasıl taşınırdı sürüp gitseydi hınç!
Gene de hiç kimse kurtulamaz içinde büyüyen
Bu korkunç boşluktan, diyorum.
Kurtarırsa o kurtarır bizi, ne aşklar, ne yaşlanmak
Ne avuntular dışarda.
Dünyada mutluluk adına ne varsa başkaca
Evcek, evlerde yaşar yaşarsa.
nerden niçin mi geldim
bilmeden bir şey diyemem, ya siz?
hem hiç önemli değil
geldim, yer açtılar, oturdum
girip çıkanlar vardı
zaten ben geldiğimde.
başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi
gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi.
doğrusu anlamadım bir düğün-dernek mi
sonra da kimileri düşünceli, durgundu
gidenler neye gitti doğrusu anlamadım
zaten ben geldiğimde.
bir luna-park mı bir konser bir gösteri
bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı
sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti
bak dediler baktım pek bir şey göremedim
hem her yer karanlıktı
zaten ben geldiğimde.
benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede
nasıl kalkıp gideceğim kalk git dediklerinde
çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele
kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan
az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken
zaten ben geldiğimde.