mükemmel şair ve ressam ayrıca ; sayesinde nazım hikmet'in bilinmeyen şiirleri yıllar sonra gün yüzüne çıkmıştır. Nazım'ın sesini kayda aldığı bandı oğlu ve gelini ne "bu kaydı çok iyi saklayın, aman ha" diyerek vasiyet etmiştir. görüldüğü gibi onlarda çok iyi saklamıştır ve Nazım Hikmet'in hiç bilinmeyen şiirleri gün yüzüne çıkmıştır.
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
isâ misali
Yunus misali.
Tonguç misali
Nâzım misali
kirazın derisinin altında kiraz
narın içinde nar
benim yüreğimde boylu boyunca
memleketim var
canıma ciğerime dek işlemiş
canıma ciğerime
sapına kadar.
elma dalından uzağa düşmez
ne yana gitsem nafile.
memleketin hali gözümden gitmez
binbir yerimden bağlanmışım
bundan ötesine aklım ermez.
yerliyim yerli olmasına
i̇lmik ilmik, damar damar
yerliyim.
bir dilim trabzon peyniri
bir avuç tiftik
bir çimdik çavdar
bir tutam şile bezi gibi
dişimden tırnağıma kadar
ressamım.
yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
taşıma toprağıma toz konduranın
alnını karışlarım.
şairim şair olmasına
canım kurban şiirin gerçeğine hasına
i̇çerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
eğri büğrü, kör topal kabulüm
şairim
zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
ayak seslerinden tanırım
ne zaman bir köy türküsü duysam
şairliğimden utanırım
şairim
şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.
hey hey, yine de hey hey
salınsın türküler bir uçtan bir uca
evelallah hepsinde varım
onlar kadar sahici
onlar kadar gerçek
i̇nsancasına, erkekçesine
"bana bir bardak su" dercesine
bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
ah bu türküler
türkülerimiz
ana südü gibi candan
ana südü gibi temiz
türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
ah bu türküler,
köy türküleri
dilimizin tuzu biberi
memleket ahvalini onlardan sor
kitaplarda değil, türkülerde ara yemen'i
öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
ben türkülerden aldım haberi.
ah bu türküler, köy türküleri
mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
hilesiz hurdasız, çırılçıplak
dişisi dişi, erkeği erkek
kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
biçağı bıçak.
ah bu türküler, köy türküleri
karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
kiminin reyhasından geçilmez
kimi zehir, kimi zemberek gibi.
ah bu türküler, köy türküleri
olgun bir karpuz gibi yarılır içim
kan damlar ucundan, mürekkep değil
i̇şte söz, işte ses, işte biçim:
"uzun kavak gıcım gıcım gıcılar"
i̇liklerine kadar işlemiş sızı
artık iflah olmaz kavak ağacı
bu türkünün yüreğinde sancı var.
ah bu türküler, köy türküleri
ne düzeni belli, ne yazanı
altlarında imza yok ama
i̇çlerinde yürek var
cennet misali sevişen
cehennemler gibi dövüşen
bir çocuk gibi gülüp
mağaralar gibi inleyen
nasıl unutur nasıl
ömründe bir defa
kazım'ın türküsünü dinleyen...
istanbul deyince aklima marti gelir
yarisi gümüş, yarisi köpük
yarisi balik yarisi kuş
istanbul deyince aklima bir masal gelir
bir varmiş, bir yokmuş
istanbul deyince aklima gülcemal gelir
anadolu'da toprak damli bir evde
gülcemal üstüne türküler söylenir
süt akar cümle musluklarindan
direklerinde güller tomurcuklanir
anadolu'da toprak damli bir evde çocuklugum
gülcemalle gider istanbul'a
gülcemalle gelir
istanbul deyince aklima
bir sepet kinali yapincak gelir
şehzadebaşi'nda akşam üstü
sepetin üstünde üç tane mum
bir kiz yanaşir insafsizca dişi
boyuna posuna kurban oldugum
kalin dudaklarinda yapincagin bali
tepeden tirnaga arzu dolu
sam yeli sögüt dali harmandali
bir şarap mahzeninde dogmuş olmali
şehzadebaşi'nda akşam üstü
yine zevrak-i derunum
kirilip kenara düştü
istanbul deyince aklima kapaliçarşi gelir
dokuzuncu senfoniyle kolkola
cezayir marşi gelir
dört başi mamur bir gelin odasi
haraç mezat satilmakta
bir gelinle güvey eksik yatakta
köşede sedef kakmali tombul bir ut
tamburi cemil bey çaliyor eski plakta
sonra ellerinde şamdanlar nargileler
pasli acem kiliçlari
amerikan kovboylari
eller yukari
ne kadar da beyaz elbiseleri
amerikan deniz erleri
kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi
sütten duru buluttan beyaz
beyazin böylesine ölüm yakişir mi dersin
yakişmaz
ama harbederken onlara
bambaşka elbiseler giydirirler
kan rengi, barut rengi, duman rengi
kin tutar kir tutmaz
istanbul deyince aklima
kocaman bir dalyan gelir
kimi pasli bir örümcek agi gibi
gerinir beykoz'da
kimi fenerbahçe'de yan gelir
dalyanda kirk tane orkinos
kirk degirmen taşi gibi dönmektedir
orkinos dedigin baliklarin şahi, orkinos mavzerle gözünden vurulur
denizin içinde agaçlar devrilir
kan çanagina döner dalyanin yüzü
camgöbegi yeşili bulanir
bir çirpida kirk orkinos
reisin sevinçten dili dolanir
bir marti gelir konar direge
atilan kolyosu havada yutar
bir başkasini beklemez gider
balikçi gülümser tatli tatli
adi marikadir bu martinin der
her zaman böyle gelir böyle gider
istanbul deyince aklima adalar gelir
dünyanin en kötü fransizcasi orda harcanir
çalimindan geçilmez altmişlik madamlarin
agzi dili olsa da tenhadaki çamlarin
görüp görecegi rahmeti anlatsa insanlarin
istanbul deyince aklima kuleler gelir
ne zaman birinin resmini yapsam öteki kiskanir
ama şu kizkulesinin akli olsa
galata kulesine varir
bir sürü çocuklari olur
istanbul deyince aklima
tophane'de küçücük bir sokak gelir
her allahin günü kahvelerine
anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir
kimi dilenecek dilenmesine utanir
kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
dudaklarinda kirli pasli bir tebessüm
çöpçü olmuştur bugüne bugün
kiminin sirtinda perişan bir küfe
kiminin sirtinda nakişli semer
şehrin cümbüşüne katilir gider
kalin yagli bir kolana koşulur
piyano taşirlar omuz omuza
kendinden agir yükün altinda adamlar
balmumu gibi erir dururlar
sonra kanter içinde soluk alirlar
nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alirlar mi dersin
nazdan nazik çiniden bilezik eller
derken
karşi radyoda gayetle mülayim bir ses
evlere şenlik üstad sinir zulmettin
haciyagina bulanmiş sesiyle esner:
gami sadiyi felek
böyle gelir böyle gider
istanbul deyince aklima
stadyum gelir
güne güneşe karşi yirmibeşbin kişi
hepsinin dudaginda istiklal marşi
bulutlar atilir top top pare pare
yirmibeşbin kişilik bir aydinlik içinde eririm
canim agzima gelir sevinçten hilafsiz
isteseler bir gelincik gibi koparir veririm
istanbul deyince aklima
stadyum gelir
kanimin kariştigini duyarim ilik ilik
memleketimin insanlarina
daha fazla sokulmak isterim yanlarina
ben de bagiririm birlikte
avazim çiktigi kadar
gögsümü gere gere
stadyum gelir
istanbul deyince aklima
binlerce insanin ayni anda
ayni şeyi duymasindan dogan sevincin
heybetini düşünürüm
birbirine eklenir kafamda
binler yüzbinler milyonlar
sonra bir misra havalanir ürkek
bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar
istanbul deyince aklima
yahya kemal gelirdi bir eyyam
şimdi orhan veli gelir
demindenberi dilimin ucundasin orhan veli
demindenberi senin tadin senin tuzun
senin şiirin senin yüzün
yarali bir güvercin misali
başimin üstünde dolanir durur
gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
neresine mi arayan bulur
erbabi bilir
deli eder insani bu şehir deli
kadehlerin çinlasin orhan veli
istanbul deyince aklima sait faik gelir
burgaz adasinda kiyida
mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
mavi gözlü bir ihtiyar balikçi gencelir küçülür
ikisi bir boya geldi mi sait kesilirler
bütün istanbul'u dolaşirlar elele başbaşa
ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
sivriadada da marti yumurtasi toplarlar çilli çilli
ziba mahallesinde gece yarisi
sabaha galata'dan geçer yollari
maytaba alacaklari tutar kahvede
zararsiz bir deliyi
ula hasan derler gazeteyi ters tutaysun
çaktirmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
sonra oturup sessizce aglarlar
istanbul deyince aklima
sait faik gelir
taşinda topraginda suyunda
fakirin fukaranin yanibaşinda
bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
kildan ince kiliçtan keskin
hep iyiden güzelden yana
hep kimsesizlerin
istanbul deyince aklima
sait'in son yillari gelir
hey allahim en güzel çaginda sait'e
dört beş yil ömrün kaldi denir
sait sait olur da nasil dayanir
mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
ihtiyar balikçi pis pis düşünür
bir zehir yeşilidir açilir
bir yeşil ki cigerine işler adamin
bir yeşil ki kasip kavurur
küçük mavi çocuk
ihtiyar balikçi
ve dilimize bulaşan zehir yeşili
istanbul çalkalandikça bu denizlerde dipdiri
dilimiz yaşadikça yaşasin sait'in şiiri
istanbul deyince aklima
sabiyem gelir
sabiyem boynundan büyük bir demetle
sariyer'den gelir pendik'ten gelir
bahar nereden gelirse velhasil
sabiyem oradan gelir
ne delidir ne divane
aslini ararsan çingenedir
tepeden tirnaga güneştir
topraktir
anadir
analar içinde bir tanedir
biri sirtinda biri memesinde biri karninda
karni her daim burnundadir
canini mendil gibi takar dişine
yürekten birşeyler katar işine
bir ucundan girer şehrin ötekinden çikar
alçakgönüllüdür sabiyem
hem masa satar, hem göbek atar
ver bir çeyrek güzelim der
neyse halin o çiksin falin
cani çikar sabiyemin fali çikmaz
sonra anlatir dün gece başina gelenleri
görürüm üryamda bir sari yilan
cenabet ugraşir durur benimlen
uyanir bakarim benim bebeler
yatagin ucuna kaymiş
ayagimin parmaklarini emer
istanbul deyince aklima
bir basma fabrikasi gelir
duvarlari uzun masalari uzun sobalari uzun
dal gibi dalyan gibi kizlar çalişir bütün gün ayakta
kanter içinde mahzun
yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
fabrikada pencereler tavana yakin
al topuklu beyaz kizlar dalga geçmeyin
dişarda agaçlar dizi dizi
duvarlar duvarlar uzun duvarlar
niçin agaçlardan ayirdiniz bizi
dişarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
dişarda dişarda dişarda
mevsim gürül gürül akip gidiyor
ondokuz yaşinda eyüplü gülsüm
dalmiş beyaz köpüklü akişina ipeklilerin
kötü kötü düşünüyor
ipegin akişina doyum olmaz
ama gel gör ki ipekli emprimeden oglana don olmaz
bir top amerikan bezi sakiz gibi beyaz
bir top amerikandan neler çikmaz
perdeler yatak çarşaflari çoluga çocuga çamaşir
sakiz gibi agarmiş bir top amerikan bezi
gülsüm'ün gözleri kamaşir
üçüncü oglani dogururken gülsüm
bir top amerikana hasret sizlere ömür
gülsüm'lerin sürüsüne bereket
yerine bir gülsüm'cük bulunur elbet
gider gülsüm gelir gülsüm
azrail ettigin bulsun
istanbul deyince aklima
agzina kadar sogan yüklü bir taka gelir
sülyen kirmizisi üstüne zehir gibi yeşil
samsun'dan sürmene'den sinop'tan
yaz demez kiş demez mutlaka gelir
kirli yelkeninde yeni bir yama
demirinin pasi gelir dilime
nabzimda duyarim motorunun hizini
canimin içine sokasim gelir
iri kalçalari pullu denizkizini
istanbul deyince aklima
takalar gelir
alçakgönüllü kalender
ya peleng-i deryadir adlari ya şimşir-i zafer
istanbul deyince aklima
koca sinan gelir
on parmagi on ulu çinar gibi
her yandan yükselir
sonra gecekondular gelir ardisira
isli pasli yetim
eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim.
kusura bakma
içinde bulunduğum an
bir yarın geçmişte neyleyim
gelecekte öteki yarın
zaman dediğin hasba üç ayaklı
birinin canı ötekinde saklı
şu anın canı gelecekte
geleceğin canı geçmişte saklı
içim eziliyor lorca
içim eziliyor
içimde kıvırcık saçlı bir çocuk
kurşuna diziliyor
keçi can gayretinde lorca
kasap malum
elalem ortasında ağlıyorum
içim eziliyor lorca içim
beyaz beyaz kanıyorum
kanım içime akıyor lorca
utanıyorum.
içim eziliyor lorca
içim eziliyor
içimde sana benzeyen bir çocuk
kurşuna diziliyor
perçemlerinde kan
avuçlarında bir tutam püren
bir tutam yonca
kişi ne denli kepaze
sevince
bir kuş çırpınıyor lorca
ufacık tefecik perişan bir kuş
kanadından biri kökünden kopmuş
dalsız budaksız bir ağaç
lorca
kökleri damar damar
canına ciğerine işlemiş bu kök
dişinle tırnağınla
sökebilirsen sök
bu kök acı kök lorca
bu kök zehir zıkkım
bağrında zoka
böğründe zıpkın
beyaz beyaz kanıyorum
kanım içime akıyor lorca
utanıyorum.
'suçun böyle değil, böyle doğmuşsun
insan olmadan önce erkek olmuşsun' dizelerinin sahibi, türk edebiyat tarihinde nazım hikmet'ten sonra en çok sevdiğim şairdir.
sait faik'in en yakın arkadaşıdır. salah birsel ah beyoğlu vay beyoğlu adlı kitabında bu arkadaşlığı öyle bir anlatır ki benim hiç arkadaşım olmamış dersiniz.
üç tane elma soydular,üç tane portakal
nafile
bir bardak suyun yerini tutmadı
acıktım
kuş sütü,kuru üzüm getirdiler
nafile
bir çimdik somunun yerini tutmadı
seni düşündüm sevgilim şükrederek
su gibi aziz olasın her daim
ekmek gibi mübarek.
Yeni Türk resim ve şiirinin belli başlı öncülerinden biri olan Bedri Rahmi Eyüboğlu, istanbul Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim gördü. 1930larda Parise giderek sanat eğitimini orada tamamladı. Yurda döndükten sonra resim öğrenimi gördüğü aynı okulda öğretim üyesi oldu ve bu görevdeyken ömrünü tamamladı. Sanatında olgunlaşırken yavaş yavaş batı etkisinden sıyrılan Eyüboğlu, o zamana kadar kimsenin fazlaca üstünde durmadığı Türk halk sanatından esinlenmeğe başladı. Türk kilimleri, cicimler, çoraplar, hayvan süsleri, nazarlıklar, çevreler, yazmalar, çeşitli çiniler, seramik işleri, mozaikler ve hat sanatı onun sanatında baş yeri tutmağa yöneldi. Bu yoldaki araştırmacılığıyla yalnız halk motiflerini yakalayıp ustalıkla resminde kullanmakla yetinmedi, bunları gravür, serigrafi, litografi tekniklerine uygulayarak değişik ürünler de verdi. Özellikle yazmalar üstünde giriştiği çalışmalar ve ona paralel yürüttüğü iç ve dış duvar süslemeleri, özellikle mozaikler sön yıllarının özgün ürünleri oldu.