bir talebesi tarafından bacak bacak üstüne atılmış bir biçimde, şakitlere anlatılan masallar silsilesidir. pes doğurusu ya. bu masallara inanan adamlar şu an devletin başında. gerçekten trajik.
Play
Current Time 0:00
/
Duration Time 0:00
Remaining Time -0:00
Stream TypeLIVE
Loaded: 0%
Progress: 0%
00:00
Fullscreen
00:00
Mute
Playback Rate
1
Subtitles
subtitles off
Captions
captions off
Chapters
Chapters
The video could not be loaded, either because the server or network failed or because the format is not supported.
ermeni olmasına rağmen, bazı müslümanlara öncülük edebilmek bir keramettir.
mason olduğunu gizleyip (bkz: yeşilay kuruluşu), masonlara düşman bir kişiye mason iftirası atabilmek ve müridlerini buna inandırabilmek kerameti gösterbilmiştir.
anlatan amcanın maşallah işallah nidalarıyla anlattığı, olmayan kerametlerdir. Bir an adnan hoca canlandı gözümde ama burda bildiğin ''abiler'' maşallah çekiyor. Açar adnan hocayı dinlerim daha iyi bari arada tekno birşeyler çalıyor. Hemde şık adam. karı kızda var. *
efenim genç şakirtlerin ağzının salyası aka aka sabah akşam anlattığı bir olay vardır. saidi ürdi'yi zamanın yönetimi (sanırım belediye zabıtası kastediliyor) sabah akşam zehirliyormuş. elemanda hikmet gereği zehirden ölmüyormuş. vücudunda biriken zehirler bir torbacık haline gelen derisi içinde bir keseye birikiyormuş. saidi kürdi de zehirlenmeden kardeş kardeş yaşıyormuş. tabi yersen.
bediüzzamanı bilmeyenlerin inanacağı iftiralardır, kendisinin kabul etmeyeceği iftiraları ona ithaf edip sonra da onun üzerinden hakaret yağdırmak çok vicdani değil bence, bence dedim siz gene bildiğinizi yapmakta serbestsiniz elbette, ama vatanseverliğini haliyle ve yaşantısıyla ispat etmiş birisini yazdığı 6000 sayfa eser üzerinden değilde komiklik yaparak eleştirmek biraz saçma, zira dalga geçilen şakirtlerinin hepsi şehit olmuşlar bu memleket için, kendisi asla kürtçülük yapmamıştır "ırkçılık bu asrın en dehşetli hastalığıdır" der, kendisini dindar bir cumhuriyetçi diye tanımlar, ruslara savaşta esir düşmüş ve dediğim gibi talebelerinin* tamamını şehit vermiştir, esratten kaçıp istanbula gelmiş ingilizler hakkında yazdığı "hutuvat ı sitte" yüzünden ingilizlerce ölü-diri yakalama emri çıkarılmış, ankaraya geçmiş, millet vekili olması istenmiş mustafa kemal tarafından, ama o doğunun cehallet kurtulması için orada yapacak işleri olduğunu söylemiş ve tekrar albay rütbesiyle doğudaki görevine geri dönmüştür,
demem o ki; çerkez ethem i bize vatan haini diye tanıtanlar, asılacak islam alimlerinden dolayı halktan tepki almamak için menemen olayını tertipleyenler, bediüzzamanın eserlerini okumamanız onunla dalga geçmeniz için sizi böyle yetirştirdiler size kızamıyorum zira ben de sizin gibi düşünürdüm bir zamanlar, hiç bir fikrim yoktu ama mangalda kül bırakmadan desteksiz sallardım arkasından,
ama eserlerini açıp okuyunca kendinizden utanacaksınız emin olun, ya da okumadan vatansever bir adamı vatan hainliğiyle suçlamaya devam edeceksiniz ve vebal alacaksınız.
hapishane penceresinden izlediği okulun bahçesinde gezen kızların ahiretteki hallerini görüyor olması. hatta bu kızlardan birisinin adile naşit olduğu söylenir.
evet kerametleri vardır kürt teali cemiyetini kurmuştur destek bulamadığı için sönmüştür kısa zamanda şimdi bu kadar şakirt arkasından üstat diye haykırdığı halde yine bi siki tutamayacaklardır yazık şakirt familyası.
"Hapishaneye yanına görüşmeye gitmiştim. Namazı yeni kılmış, tesbih çekiyordu. Elini öptükten sonra kendilerine dedim ki: 'Efendim, size birçok keramet gösterir, diyorlar. Halbuki ben sizden herhangi bir harikal hal ve vezayit görmedim. Eğer böyle birşey gösteriyorsanız, bana da gösterin, meselâ şu elinizdeki tesbih kendi kendine yürüsün.'
"Bediüzzaman tebessüm etti. Bana temsilî şu hikâyeyi anlattı:
"Bir adamın çok sevdiği, sevimli, sevgili bir tek oğlu varmış. Adam bu kıymetli yavrusuna, çok değerli bir hediye almak için, kuyumcu dükkânına götürmüş, Çok çeşitli elmas ve mücevherattan hangisini beğenir ve isterse oğluna alacakmış.
"Mücevherat dükkânında, kuyumcu adam, dükkânı süslemek için; tavana, çok çeşitli renklerde, kırmızı, yeşil, mavi, mor, pembe, sarı her renkte büyük balonlar asmış. Çocuk dükkâna girince mütemadiyen tavandaki balonlara bakarak, 'Baba ben bu balonlardan isterim' diye tutturmuş, başlamış ağlamaya. Adam, 'Oğlum, ben sana çok pahalı ve kıymetli, elmas, mücevher alacağım' diyormuş, Çocuk ise, 'Ben balon isterim' diye ağlayıp duruyormuş.
Bu misali bana anlatan Bediüzzaman, sözlerine devamla: "Ben Kur'ân'ın elmas ve mücevherat dükkânının bekçisiyim, dellalıyım. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda, benim pazarımda, Kur'ân'ın ebedi ve ölümsüz elmasları var. Ben bunlarla meşgulüm. Ben Kur'ân nurunu ilân ediyorum, balonculuk yapmıyorum' dedi.
"Bediüzzaman'ın ne demek istediğini anlamıştım, yaptığım hareketten dolayı mahçup olmuştum."