bedeli karsiligi kitap tanitmak

entry2 galeri0
    3.
  1. Telefonda genç bir yazar var. Yeni çıkan kitabını bana yollamak istiyor. Adres soruyor. Adresi aldıktan sonra konuşmaya devam ediyor; "Eğer kitabım hakkında yazarsanız, lütfen yazınızın bir kopyasını da yayınevine yollayın!" diyor. "O niye?" diye soruyorum. Biraz da ıkınarak, "Yayınevi yazınızı beğenirse size telif ücreti ödeyecek!" diyor. Sinirle telefonu kapatıyorum.

    Birkaç gün sonra, düzenli olarak kitap tanıtma yazıları yazan bir arkadaşımla gezerken yeni kurulmuş bir yayınevinin yöneticisi ile karşılaşıyoruz. Heyecanla daha yeni matbaadan çıkmış kitaplarını bize gösteriyor. Arkadaşımdan beğendiği bir tanesini tanıtmasını rica ediyor ve ekliyor "Tabii uygun bir telif ücreti de ödeyeceğiz!"

    Arkadaşım, kıpkırmızı suratla, "Ne demek istiyorsun! Ben zaten yazılarımın karşılığında gazeteden telif ücreti alıyorum. Bu ne demek oluyor!" diye kükrüyor. Editör arkadaşımız, bıyık altından cahilliğimize gülüyor. "Bilmiyorsunuz herhalde" diyor, "Belli başlı bütün yayınevleri yazdırdıkları tanıtma yazıları karşılığında yazarlara telif ücreti ödüyor. Bunda kızacak ne var ki!..." Sonra da kimin kaç lira telif ücreti aldığından söz ediyor. Ünlü bir eleştirmenin en yüksek ücreti aldığını söylüyor. Bu eleştirmenimiz 500 YTL alıyormuş. Gazetecilikten kitap tanıtmacılığına geçen bir kadın yazar da 400 YTL. Taban fiyatın 50 YTL olduğunu ekliyor. Yeni başlayanlara bu kadar veriliyormuş.

    Abarttığını düşünüyoruz. Gülüp geçiyoruz. Acı gerçekle karşılaşmamız on beş gün sonra bir kitap ekinde yayınlanan yazı ile oluyor. Arkadaşıma önerilen ve onun "telif ücreti teklifi" nedeniyle reddettiği kitap hakkında bir yazı yayınlanmış. Yazarı da, o ünlü eleştirmen. Eleştirmenimizin hemen hiç yazmadığı bir konuda bir kitap. Birden ilgi alanına girmiş ve tam iki sayfalık bir yazı döşenmiş. Övmüyor, ama yermiyor da.

    Ben olanca iyi niyetimle hâlâ bunun bir tesadüf olması gerektiğini düşünüyorum.

    Bir gazeteci arkadaşımla sohbet ederken konudan söz ediyorum. O işin ahlaki yanına, yayınevlerinin bedeli karşılığı kitapları hakkında yazı yazdırmasına değil de tarife sorununa takılıyor. Bu konuyu haberleştirmek, eğer doğru ise kimin kaç lira aldığını açıkça yazmak istiyor. Birkaç gün içinde de, gerçek bilgilere ulaşıyor, yayıncı arkadaşımızdan duyduğumuzun aynısı.

    Her yıl ülkemizde 20.000 civarında kitap yayınlanıyor. Bunların en az 6.000'i edebiyatla, sanatla ilgili. Ama kitap tanıtma yazısı yazan yazar sayısı çok az. Üstelik kitap ekleri hemen herkesin yazısını yayınlamıyor. Doğal olarak itibar ettikleri, yazı kalitesine güvendikleri yazarlar var. Bir kitap hakkında yazılmışlarsa öncelikle onların yazılarını basıyorlar. Böyle olunca da yayınevleri kendi kitapları hakkında yazılmasını özendirmek için belirli bir ücret ödüyorlar. Üstelik gazeteci arkadaşımın öğrendiğine göre, bu iş yıllardır sürüyormuş. Üşenmemiş, bazı kitap eklerinin yöneticilerine de sormuş, onların böyle bir işleyişten haberleri yokmuş, "Biz yayınlanacak yazının kalitesine bakarız, yayınlanabilecek düzeyde olursa yayınlarız ve telif ücretini de öderiz. Yazıyı yazanın kitabını tanıttığı yayınevi ile ilişkisine ise karışmayız, zaten böyle bir ilişkiden haberimiz olması olanaksız" demişler.

    Benzer mekanizmalar zamanında resim ve müzikte de görülmüş. "Bedeli karşılığı yazı yazdırmanın" özellikle resim sanatına çok kötü etkisi olduğunu, bu uygulama sonucunda Türkiye'de resim eleştirisinin kalmadığı söyleniyor.

    Bedeli karşılığı tanıtma yazısı yazdırmanın ahlaki boyutunun çok önemli olduğunu, eleştirmenle yayınevi arasındaki böyle bir ilişkinin süreç içinde daha tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini, hatta o tür için bir çürüme işareti sayılabileceğini söylemeliyiz. Öte yandan bu olgu yıllardır, "Türkiye'de edebiyat eleştirisi yok!" deyip buna gerekçeler bulmaya çalışanlar için de tartışmaya yeni bir boyut katıyor.

    Böyle bir mekanizma varken eleştiri yazmak mümkün müdür? Bedeli karşılığı yazılan bir yazıda eleştirmen "gerçekten" eleştiri yapabilir mi? Cevabımız açık ve net; Hayır.

    Eleştirmenle yayınevi arasında maddi ya da manevi bir ilişki varsa o eleştirmenden adilane bir kitap eleştirisi bekleyemezsiniz. Eleştirmenler, kitap tanıtma yazarlarının yazdıkları yazılara karşılık olarak bir ücret, bir bedel alabilecekleri tek yer o yazıları yayınlattıkları dergiler, gazetelerdir. Bunun dışında bir yerden bir ücret geliyorsa bunun adı "telif" değildir. "Rüşvet"tir.

    http://www.metincelal.com
    1 ...
  2. 3.
  3. Metin Celal'in, Cumhuriyet Kitap'ın 17 Ağustos 2006 tarihli sayısında yer alan "Bedeli Karşılığı Kitap Tanıtmak ve Bilgi Edin(ememe) me Yasası" adlı yazısına takılıp kaldım.
    Celal, yazısının bir yerinde büyük yayınevleriyle tanıtım yazarlığı arasındaki yanlış ilişkiyi sorgulayarak şunları diyor :
    "Bedeli karşılığı tanıtma yazısı yazdırmanın ahlaki boyutunun çok önemli olduğunu, eleştirmenle yayınevi arasındaki böyle bir ilişkinin süreç içinde daha tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini, hatta o tür için bir çürüme işareti sayılabileceğini söylemeliyiz"

    Nedir anlatılmak istenen?
    Konu herkesin malumu : Artık son yıllarda kimi yayınevleri, kitap daha dosya aşamasındayken bile tanıtım yazısı ısmarlayabiliyor kimi "yazarcıklara" ! Bağışlayınız, "yazarcık" diyorum böylelerine: yazar, demek içimden gelmiyor. Celal de aynı düşünceyi taşıyor nitekim. Celallenmesi ondan! Yazar kimliği taşıyan kişinin etiği metiği, duruşu muruşu olmalı hepimize göre. Ne demek, kalıbına saygınlığına bakmadan körü körüne bir kitabı olumlamak. Üstüne üstlük bu hizmetinden dolayı hatırı sayılır bir ücretle ödüllendirilmek!

    Celal adını vermiyor; (verse iyi olurdu) bir arkadaşının dediğine göre, ünlü bir eleştirmen, bu iş için kitap başına 500 YTL alıyormuş yayınevi kasasından. Bu tür ilişkiler öyle ileriye götürülmüş ki kimileri için geçim kaynağı haline gelmiş!
    Tanıtım yazarlığı mı, yoksa olur makamı mı, varın ona siz karar verin!

    Evet konu yeni değil. Epeydir dillendiriliyor orada burada. Hatta ben de yazdım bir ara aynı konuda.(Dert Çok Hem Dert Yok Mu? Agora,Kasım-Aralık 2004)

    Olmaz! Olamaz! Olmamalı!
    Çünkü edebiyatın özgürleşmesi için öncelikle ilişkilerin özgürleşmesi gerekiyor. Bağımlı ilişkilerle, sözümona kapıkulu yazarlığı ile edebiyat olmaz! Her kimse bu yüzsüzlüğe karışanlar bir bir deşifre edilmeli.
    Gerçek edebiyat bunu gerektiriyor. Ama işin bir de piyasa yanı var ki, orada dönen kapitalist çarklar etik metik bırakmıyor ortada.
    Kitabı, özgür yayınevleri dışında, her yanıyla meta olarak sunan devasa yayıncılık anlayışında elbette kapitalizmin kuralları geçerli. Oluşumundan pazarlanmasına değin her anıyla kontrollü bir ilişki bu. Hatta yazarın ne yazacağına karar vermek de temel bir kaygı onlar için. Tıpkı dosya aşamasında tanıtım yazısı hazırlandığı gibi, çok öncesinde de ücreti ödeyip filanca kitabı yazdırma yönsemesi de var işin içinde. Örneğin filan ya da falan yazara ücreti konuşulur, kitabı ısmarlanır. Magazin basına değin yansıtılır durum. Tanıtımlar, sormacalar, eleştiriler hep kitapla baş başa getirilir. Çünkü tepeden gelen okuma bilinci yazar gibi okuru da teslim almalıdır önceden. Neyi nasıl yazacağı bile saptanmış, hedef kitle belirlenmiştir önceden (hedef kitle dediğimiz şey çoğunlukla ortaöğrenim sürecindeki gençlikle kadınlardan oluşmaktadır ne yazık ki). Kitap çıktığında da peynir-ekmek gibi kapışılır.

    Aslında şaşırmamak gerekir yayınevi-tanıtım ilişkisine! Nihayetinde kâr amacı güden bir şirkettir yayınevi. Bugün nasıl bir modern şirketin satış ve pazarlama, halkla ilişkiler departmanları varsa, kitap sektöründe boy gösteren kapitalist zihniyetinde etiği metiği bir yana iterek, aynı kanalları kullanacağı aşikârdır. Kapitalizm bundan utanmaz. Yapısı gereği metanın satışı için her yolu dener ve mübah sayar. Aslına bakarsanız, pazarlamak ya da pazarlanmak kitap için de, yazar için de oldukça iğrenç kavramlardır.

    Bir yazarın pazarlanması denli iğrenç bir durum olabilir mi sizce? Ki sorun, bakış açımızı etkileyerek, tümüyle edebiyatın pazarlanmasıyla ilgili! Yani asıl yara burada gizli. insanın doğasına aykırı bir durumdur yaşanılan.
    Tanıtım yazılarında Celal'in zikrettiği başka kirli ilişkiler de var. Danışıklı dövüş özelliğiyle hepsi aynı amaca hizmet ediyor: Edebiyatın yabancılaştırılmasına!..
    Söyler misiniz bana, başta yazarın kendine yabancı kaldığı bir ortamda insanımızın hali nice olur?
    Celal'in çürüme işareti olarak gördüğü böyle bir eğilim, giderek hem bu günü, hem de yarını ipotek altına alıyor kuşkusuz.
    Yayınevi-tanıtım yazarlığı ilişkisinin dışında-ücret ödensin ya da ödenmesin- gelişen ilişkilerin boyutu da oldukça ürkütücü. Şöyle çok satan dergilere bir bakınız. ilân-reklam furyasıyla-dolaylı biçimde- her türlü yayın organının etkilendiğini görürsünüz. Hep büyük sermayeli yayıncıların kitaplarıdır öncelikle göklere çıkarılan. Kim ne derse desin, ilân-reklam destekli bir ilişkinin diyeti karşılıklı ödenmektedir böylece.
    Küçük bağımsız yayınevlerinin, bir başına kitap yayımlayanların hiç mi şansı yoktur bu arenada? Vardır diyen beri gelsin!

    Metin Celal'i, TYB (Türkiye Yayıncılar Birliği) Başkanı sıfatından öte, bir yazar olarak duyduğu kaygıdan dolayı kutluyorum. Ama bir konu daha var ki değinmeden geçemeyeceğim. Evet, o da telif hakları konusudur. Celal açmışken ekleyeyim dedim: Telif hakları, her nedense Türkiye'de popülist şarkıcılarla şarkı sözü yazarlarının sorunu gibi algılanmakta. Ne yazık ki bir yazarın telif hakkına –ünlüler dışında- duyarsız kalınmakta çoğu zaman.

    Örneğin; pazarlanmış tanıtım yazarları çift yanlı ödenek alırken (hem yayınevinden, hem yayın organından), her nedense bağımsız tanıtım yazarlarına tek kuruş ödenmez doğru dürüst! Utana sıkıla anımsatırsın es geçilir. Bunun bir emek gaspı olduğunu belirtirsin, susulur; üstelik o yayın organının kapıları sonsuza değin yüzünüze kapanır. işin garibi onca yazar örgütünden ses soluk çıkmaz!
    Sözüm kurumsal dergilere tabii!.. Kolay mıdır bir kitabı boydan boya okuyup irdeleyip yazmak?
    Ne garip değil mi? Aynı dergide bir kaç yazar yazdığının karşılığını alacak, neredeyse dergiyi her sayı büyük ölçüde ürünleriyle besleyen yazarlara tu kaka denilecek, çerez parası niteliğindeki telif hakkı bile çok görülecek!

    Bu bir kast sistemi değil midir yazarlar arasında?

    Evet, ne yazık ki iki yıl önce Cumhuriyet Kitap'la takıştım bu konuda. Çünkü o kurumsal bir dergiydi, bedelini ödemeliydi yazılarımın. Topu topu on altı yazıma tek kuruş bile ödenmedi. En başta Cumhuriyet adına yazıklandım ve yazmaz oldum. Ama bu uygulamanın fena biçimde zoruma gittiğini, onurumu incittiğini açıkça belirtmeliyim. Ne yapsaydım yani? Telif hakkım için dava açıp Cumhuriyet Düşmanı mı ilan edilseydim?
    Linç edilmiştim kısacası! Çoğunluğun sustuğu bir toplumda tekrar tekrar çiğnenmeye ise hiç niyetim yoktu!
    Üstelik aynı dergiden telif hakkı konusunda yakınan yığınla yazar bulunduğu halde, tek kahraman ben olmuştum! Artık onları da yazarcıklar sınıfına koyuyorum ister istemez!
    Bana bu aldanışı çok görmesinler! Nereden nereye?.. Öyle değil mi? Umarım Metin Celal, bu konuda da patlar bir gün!

    (bkz: ahmet günbaş) *
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük