düşünceleriyle dünyaya kendisini kanıtlamış bir insanın savıdır. bravo, biz de düşünüyorduk "bu başörtüsü ne sikimdir" diye, öğrendik ki bu ülkenin gerçeği imiş kendisi, tebrikler...
dinimizde ise; başörtüsü ve hele hele türban takmak gibi bir emir asla ama asla yoktur. yaşar nuri öztürk gibi aydın din adamlarımızdan öğrenebilirsiniz.
bunu nice bağıra bağıra anlatmak isteyen aydınlarımız(bahriye üçok) gibi, öldürülmüştür.
başörtüsü dinimizin bir emri değildir. islâm'ın özünde, tahrif edilmemiş gerçek islâmda böyle bir emir yoktur.
yanlış anlaşılmış ayetler vardır sadece. yanlış yorumlanmıştır.
Prof. yaşar nuri öztürk ve prof. edip yüksel videolarında defalarca anlatmışlardır.
bunların hepsi islâm'a sonradan eklenen dayatmalardır.
şimdi de kimin icadıymış, tarihçesi neymiş bir gör;
--spoiler--
Merak edenler için, türban sözünün nereden geldiğini anlatayım: Bu kavram, 18. asrın sonlarında Fransada, Osmanlı imparatorluğunun Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendinin sarığının Fransız hanımlara verdiği ilhamla ortaya çıktı.
Paris sosyetesi, şıklığıyla dillere destan olan Osmanlı elçisini davet edebilmek için birbiriyle yarışır olmuştu. Ali Efendi davetleri hiç reddetmiyordu, hanımlara karşı gösterdiği nezaket dillerdeydi ve hanımlar, Ali Efendinin başındaki sarığına, elindeki çubuğuna, yürümesine ve etrafı selâmlamasına hayrandılar.
Derken, Parisli hanımlar 1790ların sonunda Ali Efendinin sarığına benzer şapkalar takmaya, saçlarını kıymetli kumaşlarla sarmaya başladılar ve bu yeni moda türban adını aldı. Sarıkta kullanılan, bugün tülbent dediğimiz ve Farsça aslı dülbend olan kelime Fransızcada turbana dönüverdi!
Ali Efendi, Parisin giyimini-kuşamını değiştirmişti ama meslekî bakımdan gayet başarısız oldu. 1802 Temmuzunda azledilip istanbula çağırıldı, daha düşük vazifelere tayin edildi ve nihayet 1808 Temmuzunda ikinci Mahmudun fermanıyla kellesini cellâdın satırına teslim etti. Ali Efendinin Avrupada türban adını alan sarığını sardığı kellesi, gövdesinden ayrı olarak şimdi istanbulda, Mahmud Paşa Mezarlığında bulunuyor.
Ama, islamî terminolojideki ismi Arapçada bakışlardan gizlenmek ve saklanmak demek olan hecebe kökünden gelme hicab sözünün karşılığında kullanılan günümüzün türbanı, bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar hiçbir zaman vârolmadı. Türk kadını, başını örtmek maksadıyla asırlar boyunca yaşmak, kadın fesi, ferace, maşlah, tepelik, hotoz, tandırbaş, kundak yemeni, salma yemeni yahut felek tabancası isimleri verilen birbirinden farklı ve herbiri gayet şık biçimde değişik vasıtalar kullandı ama bugünün türbanını hiçbir zaman bilmedi.
Daha önce de defalarca yazdım: Günlük tartışmalarımızın hem ayrılmaz parçası, hem de bitmek tükenmek bilmeyen kavgası haline gelen türban dediğimiz baş örtme biçimi bize ait değildir! Bu model, 1970li yılların başında Lübnanda yaşayan iranlı bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr tarafından yaratılmıştır. Hüccetülislamın böyle yeni bir örtünme modeli ortaya koymasının sebebi ise, Güney Lübnanlı Şii kadınları bölgeye hâkim olan Filstinli gerillaların tacizinden koruyabilme çabasıdır.
Lübnanda 1940lı senelerde azınlıkta olan Şiiler, 1970lerde ülkenin güneyinde çoğunluk haline gelmişlerdi ama bölge Filistinli gerillaların kontrolü altındaydı ve Kral Hüseyinin Ürdünden kovduğu gerillalar, sivil Filistinlilerle beraber Güney Lübnana yerleşmişlerdi. Askeri bakımdan zayıf olan Lübnan hükümeti ise, topraklarındaki bu silâhlı gruplara karşı birşey yapamıyordu.
işin askeri yönünden başka bir de sosyal boyutu vardı: Şii Lübnanlılar ile Filistinli gerillalar arasında her an bir gerilim çıkıyordu, artan ekonomik sıkıntılara ilâve olarak gerillaların Şii kadınları taciz etmeleri gibisinden günlük rahatsızlıklar da vardı.
Bugünün türbanı işte böyle rahatsızlıklardan, özellikle de Şiilerin sık sık uğradıkları tacizlerden doğdu. Modelin yaratıcılığını Lübnanda yaşayan iranlı yüksek seviyedeki bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr yaptı ve kısa bir müddet sonra hemen bütün Şii kadınlar türban takarak bir örnek giyinir oldular.
Musa Sadr, Şah dönemi iranının en büyük gazetesi Kayhanın başında bulunan Emir Tahirîye 1975 yılında Beyrutta verdiği demeçte modeli bizzat hazırladığını anlatacak ve ilhamımı Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnandaki Katolik rahibelerin kulladıkları başörtülerden aldım diyecekti. Sadra göre Lübnanlı Şii kadınlar bu yeni örtünme biçimi sayesinde diğer dinlerden ve mezheplerden olan hemcinslerinden apayrı bir görünüm kazanırlarken tacize ve tecavüze uğrama ihtimalleri de asgariye inmişti; zira yeni oluşmaya başlamış olan silâhlı Şii hareketinin de koruması altına girmişlerdi.
Oralardaki ismi hicab olan türban, Lübnandan irana ihraç edildi ve Şahın gidişini hazırlayan olayların başladığı 1977 sonbaharında Tahranda yönetim aleyhinde yapılan gösterilerde sembol gibi kullanılır hâle geldi. Şah karşıtı kadınlar hızla hicaba bürünüyorlardı. Şahın devrilmesi üzerine 1979da sürgünden dönen imam Humeyniyi Tahranın Mehrâbâd havaalanında karşılayan yüzbinlerce iranlı kadının arasında çok sayıda hicablı kadın da vardı.
--spoiler--
toplumu ve kadını baskı altına almaya çalıştıkları dinle allahla, kur'anla ilgisiz bir paçavra...
aklı başında müslümanların artık silkinip dinlerini bu şafii-nurcu sapıkların tasallutundan koruma zamanı geldi de geçiyor.
bu herifler müslümanlığın arkasına saklanan putperest yahudi özentileri.
yıl olmuş 2013. yok şu şöyle giyindi yok bu böyle giyindi. yok şöyle başını kapat. böyle saç uzatma. yok şu kitabı yasakla. yok şu dine hakaret mi? yok bu atatürk'ü sevmiyor mu? yok içki içiliyor. yok zina yapıyorlar. ulan adamlar laf olsun diye uzaya hamburger yolluyor sen hala yalamaya devam et.