başlıksız yazılar

entry66 galeri5
    26.
  1. yanlış anlamalara kurban verdiğimiz kısa bir ömür... ne dinlemeyi biliyoruz ne de anlatmayı!
    çok bilip az anlayan bir milletin illetli çocuklarıyız... her şeyin en iyisini bilmek ve hakikatin sırrına bile ermek bize mahsus. zaman-mekan ötesi öylesine aşmış bir tasavvurumuz var ki, kelimelere boğulmadan diyaframdan gelen nefes ses tellerini bile titreşmeden anlıyor, kulağa ilişmeyen sese cevap veriyoruz..
    belli bir temeli olmayan düşünce, üstüne bina edilmeye çalışılan inşayı kaldıramıyor, eğilip bükülüyor... temeli sağlam atmıyor, inşaatı sağlam malzemelerle yükseltmeye çalışıyoruz, sonrası hüsran... molozlar arasında kalıp kan kaybediyor, kahrediyor lanet okuyoruz hayata... kendi düşen ağlayamıyor, ağlatarak soğutuyor hıçlarını... zor olanı seçip, anlamsızlaştırma telaşına giriyor, kendi bile anlayamıyor içinde olduğu çabanın gereğini... üstüne yapışan enaniyeti gözüne mil çekmekle kalmıyor, alıyor tüm duyularını... işte karşınızda benlikten ibaret koca bir hiç! dönmekte olan dünya, bu boşluğu çevreleyip yamamaktan yorulmuş artık. daha yavaş dönüyor, çok daha yavaş...
    kelimeleri unutup, yakındır dumana dönüş!
    içi boş,
    boşa çalan bir yorgunlukla..
    0 ...
  2. 27.
  3. içini boşaltmış olan yazarın bir kaç dakika düşünmesine sebep olan durumudur. Çünkü, biliniyor ki; sözlük içerisinde çoğu yazar ve yazarımsı nick sahibi bünyeler, sadece başlık okumakla yetiniyor. bunun doğrultusunda, başlığın şehvetine göre hemen boğanın kırmızı renkli örtüyü görmesi misali, sıcak sıcak entrylerini giriyorlar. halbuki başlıkların çoğu ironi temellidir. altındaki yazıyı okusa, aynı görüşte olduğunu anlayacaktır. fakat "okumak" adına o kadar üşengeciz ki...
    0 ...
  4. 28.
  5. soruyorum kendime, ne yapmalı, nasıl bir anlaşma yoluna gitmeli hayatla? veya sıyrılıp sorulardan, tüm çarpıklıkları göz altı edip stabil bir dünya varmışçasına mı yaşamalı? dengesiz bir dünyayı var eden degesizlerin, istikrarlı tutumları tüm dengeleri alaşağı ediyor. siyanür kokan sokaklarda, temiz hava solumak ne zormuş! yeni dünya özlemiyle dar dünyamızı aydınlatsın diye tutuşturulan meşale ışıtmıyor sokakları ve artıkları öldürüyor çocukları. yeni dünya, ah ne güzel bir dünya bu! kelle koltukta gezenlere adres soran kurşunların nidaları hala akılda, barışa hasret olanlar ve gözünü budağa dikenler dün gibi buldozer altında can çekişiyor.. amansız hastalıklardan değil susuzluktan ölen çocukların yasını şampanya eşliğinde kutlayan bir dünya bu! milyon dolarlar karşılığı podyuma çıkan ne çok, ne hoş, ne güzel kadınlar varmış bu yeni dünyada, sırf onlara destek için!

    bileğinin hakkıyla bol sıfırlı ihalelere imza atan koca holdinglerin kurduğu vakıflar var. sadece dullar, yetimler, öksüzler ve kimsesizler için çalışan. iki kare fotoğraf sonrası sefalet.. bir oy için gece gündüz çalışan, direk sırtlarından okullara koşan, uykusuz kalıp işvereninden fırça yiyen siyasetçiler işte bunlar ancak palitikacıların ikinci yüzüyle tanışmayan yüce insanlar, bilmiyorlar hangi masada meze olduklarını.. emekçiler, balık ekmek hayaliyle günü geçiştirme telaşındayken, milyon dolar karı beğenmeyen kutsal patronların oyuncağı.. şanslı doğar doğudaki çocuk, törpülenmemiş umuduyla bir çift pabuç, yeni bir hırka, bir de yemek sonrası helva, daha ne umsundu hayattan.. ama yeni dünya güzeldir, sular çağlar, kızlar teklif eder, yüksek apartmanlar, loş ışıklar... büyükşehir - yeni dünya, bilmez ki kan kusturduğunu, yozlaştırdığını, lime lime doğradığını.. bilir de işine gelmez aslında, teyakkuz halinde olacaktır çünkü, ama nafile!

    acı miktarı çokça fazla olan ama pahada çok ağır seviçlerle dengelenen bir dünya. yeni dünya güzeldi aslında, umursuz, kaygısız biraz da fütursuz.. çakır keyif, kova dibi hatta sek! sonra sex güzel şeymiş dedirten süt gibi hatunlar, pırlantalar, spor arabalar.. beş yıldızlı otellerin kral dairesi, residance, country, zekeriyaköy..

    ağaların, paşaların imrentileriyse farklı, şaraba sarılıp paspal bir halde bankta uyumaya paha biçemez, makyajsız sokakta dolaşmanın hayaliyle kalkarlar, kuru fasulye yiyip suyuna ekemek banmaya paha biçilemez..

    düşünce özgürlüğünü üçkuruşa yeni dünyaya peşkeş çekenler, zenginler, fakirler, dinliler, dinsizler.. yeni dünyanız size kalsın, ben el sıkışmayacağım kana bulanmış sefalet kokan vaatlerinizle..
    0 ...
  6. 29.
  7. nöbetteyim gece serin
    membağından gelen ses
    keser kulaklarımı davudi
    alev alev yakamayan ateş
    hala sıcak ibrahim'i
    ayrılmış iki yana kalbim
    tutunduğum dal ucunda musa

    efil efil esen buhran
    içli kaldırımları titretir
    efsunlanmış kelimeler
    metruk mahallerin
    debdebeli tapınaklarında
    gevşemiş dizlerim
    iki rekat sonra

    savrulur başı ateş açar
    vuslata bilenmiş hasret
    kabil habil'e kardeşti
    ben derdine düşünce
    canan'ı boğdu kibirle
    ziftin peki sigara
    ne güzel sarıyor yelkovanı

    gelinlik kızların rüyası
    çatlıyor karanlığı ondördünde
    ay en parlak halinde bugün
    büyük ayıya kafa tutmuş küçüğü
    samanyolu olmuş harman yeri
    bunca cümbüş içinde bile
    parlak gözlerinin kaybolan feri
    oynatmış zembereği yerinden
    yalnızlığı..
    1 ...
  8. 30.
  9. devran dönsün bırak!
    her vurduğu kıyı yakın gelecek, tanıdık bir haber salacak yeni güne. berilmiş yakınlıklığın ırağında duracak, yumuşak tavı şekil verecek biraz düşük. titrek ellerinde taze sarılmış cigara, iki nefes sonra dönecek başı - tütürüp türkeleri dumanla yapacak ayin. sonra kendini fala açıp olmamışı olduracak kimin içinde, dokunulmazlığı düşmeden önce..
    kimsenin kimi olmadan, kimin kimsesi olmaya çalışıp kimsiz, kimsesiz, kimliksiz kalacak. kimin içinde kimliğini aramak/ sorgulamak
    aklettirecek belki, şüphe düşürecek hatta, sorduracak en bilinmez soruları
    sorulan sorunun içinden çıkarmak için cevabı, hırpalayacak, yaracak kalbini, altını kazacak. cevabı bulabilme ihtimalinin olduğunu sanacak. ne yanılgı ama!
    aymazlığını ötelemek daha çok yoracak, cevapsızlığı kabul etmeyişi ağır gelecek ve biraz daha düşecek. yanlış sorundan doğru cevap çıkarmaya inat edip direnmek...
    ne boş, ne vakitsiz, ne sancılı, ne samimiyetsiz bir süreç/son cevapsızlık uğrunda.

    akıl bir savrulup, bir durulur ama akar gider
    kıyıya vurduğu noktadan ne çok mesafe var cevaba
    karaya çıkıp yürümeyi reddettiği gün bitmişti, tükenmişti vicdanı ve cevaba olan inancı...
    işte bu son düşüş..
    eremediği noktada ne vardı kim bilir?
    0 ...
  10. 31.
  11. boğazına kadar batmış, ama debelenmeden, ama yadırgamadan içinde bulunduğu durumu, sükunetini koruyor çocuk.
    modern ne fiyakalı bir kavram amma!
    sığınağı leş dolu, sığınanları kaygısız.
    içinde bulunduğu boktan hale bakmadan, elinde kalan başı bozuk kavramlarla hala caka satıyor çocuk..
    bir tutam pislikten gelen muazzam benliğini terkettiği gün, rabbiyesini kuma gömüp, şeytanı çıkarmış baştan çocuk.
    vasfen değersiz, bir dakikalık heyecan mahsulü düşük!
    her zevki tadan çocuk, uykusunda kan kusuyor, kendi terinde boğuluyor gece!
    uyanmak, uyandırmak, yeni günü aydın karşılamak için,
    artık yalnız kalmalı çocuk, yitip giden günlere inat yitirmemek için vicdanını, topraktan çıkarmalı kendi elleriyle gömdüğü yüzünü.
    yola çıkarken kendine dönüp, yolda bulacak kendini çocuk.

    toprağı göğün mavi rengiyle sundurmalı,
    toprağa olan nefretinden arınıp el açmalı, boyu eğmeli, aklı suküt etmeli, dinlemeli kendini..
    dinlenmeli ki kaybettiği değeri bulabilsin yine kendiyle, kendince, kendinde..
    üşümeli ve titremeli biraz.. titrerken hissetmeli sonra kanın toprağa duyduğu özlemi..

    yanışı, tutuluşu, yakarışı..
    1 ...
  12. 32.
  13. hayatın bir gereği mi iddia sahibi olmak? hayatta kalmanın ve hayata tutunmanın şartı mı?
    bir veya daha fazla konuda iddialı olmak zorunda mı insan? iddiasız bir dünya varsayılamaz mı mesela?

    sonra iddia sahibi yanılamaz mı? ve ağzından çıkan o iddialı sözler sahibini yüzüstü bırakmaz mı?

    iddia etmek, iddialı bir hale bürünmek; iddia edilen kabiliyetin, yetinin, bilginin, erdemin... artık neyse o iddia edilen şey, bu şeyin kendi kendine "sahip" olunduğu anlamını katmaktadır. üzerinde iddia edilen, "sahip" olunan o şeyin kimsenin iradesine bağlı olmadığını ve kendi iradesiyle (ben tarafından) vuku bulduğunu anlatır. iddia bir nevi baş kaldırış, kafa tutuştur..
    halbuki o "sahip"lik taslanan şey, sahip'in izniyle kazanılan bir haldir. ve iddia etmek aslında o şey hakkında o'nun bilgisini ve iznini yok saymak anlamına gelir..

    şu bir gerçek ki; iddia sahibi, bir gün mutlaka o çok güvendiği iddiası ile yüzleşmek zorunda kalıyor, hatta "bırakılıyor". ve çoğumuz "malik" olmadığımız bu iddiaların altında eziliyoruz, yıpranıyoruz adeta can çekişiyoruz..
    ve acı bir şekilde görüyoruz, o "sahip"lik taslanan şeylerin aslında hiçbirinin ben'de, bizde var olmadığını, o şeylerin "sahip"inin biz olmadığımızı..

    peki ne yapmalı insan? bildiğini, öğrendiğini, "sahip" olduğu/oldurulduğu şeyi, ilmi nasıl dile getirmeli?

    şükür yetmez mi insana iddia yerine? ki şükür; ağzımızdan çıkan her kelimenin doğru şekilde telaffuz edildiği anlamına gelir. gereksiz, yersiz bir "sahip"lik yerine, verdiklerinden, iddia edecek/edilecek edinimi kazandırdığından dolayı sadece gerçek sahib'e şükretmek/ şükürle yetinmek, ne güzel ve ne yerinde bir davranış..
    insan ya bildiği, edindiği, kazandığı, "sahip" olduğu bilginin, meziyetlerin ışığında iddia eder ve ya bu hal üzere olduğu için şükreder..
    aslında yersiz bir şekilde, mesnetsiz bir halde kendine duyulan güven ve bu benliği dile getiriş, insanı yüceltmek yerine küçültmektedir..

    bir de bunun tersi "sahip" olunmayan/olunamayan şeyler vardır. bu halde ne yapıyor insan? genelde dillendirilmeyen bu hali kendi kendine, kendinde var olmayan, "sahip" olamadığı şeyleri (aslında kendini, "ben"i) yerip kahrediyor, sonrada o'nun varlığını ve iradesini görmezden geliyor.

    bu "sahip"lik duygusu ne menem bir halmiş a dostlar!

    aslında şükürden daha faziletli olan hamd(etme) "sahip" olunmayan, yahut "sahip"liği sadece sevinç ve kazanç değil, hüzün ve sıkıntı halinde de, bu sıkıntı yahut bolluğun o'ndan geldiğini kabullenme/iman etmek demektir.
    şükürse "sahip" olunanın sevinciyle bir nevi teşekkürdür, teşekkür zaten şükürden, şükretmekten gelmektedir..

    hasılı demem o'dur ki; insan iddiayı bırakıp, hamdetmeli.. buna da yapamıyorsa en azından şükretmeli, teşekkür etmeli sahib'e!

    hem biliyor musunuz, deliler hiçbir konuda iddaalı bir şekilde konuşmazlar. zaten deli olmak, delirmek demek; ben'likten, ben'den sıyrılmak demektir. delinin bir ben'liği yoktur, bu yüzden neron'da olur, pele'de ama iddaa edemez, çünkü en başta bir ben'liğe sahip değildir.. bu yüzden mükellef de değildir..
    0 ...
  14. 33.
  15. yeşile dönmeden kal öylece
    mavi kalsın yalan
    altın sarısı saçlar gerçek
    arayanların bulamadığı
    bulanların hatırlamadığı
    nasıllar niçinler
    ne yalan ne gerçek
    ama sıcak ama soğuk
    sokak lambası gibi
    bir yanar bir söner

    rengin hatırlanmasın
    hatta umursanmasın
    rengini görenler bu "o" desin sadece
    tanımlayamadan tanısın
    sonra unutsun yine
    seni ve rengini
    önemli olan sokak lambaları zaten
    biraz yüksek ve derin
    hep aydın ve köklü
    yeşile dönmeden kal öylece..
    1 ...
  16. 34.
  17. çünküleri defet! yer aç biraz kendine.
    niçinlere, nedenlere, nasıllara sarıl ve gir koynuna,
    bedeli ölüm olsun cevapsızlığın..

    keskin nasıllar edin pazardan, cevabı tatmin etmesin fahişe ruhunu.
    bileme ama bilen her tatminsizlikle, senden başlamayı aklet bu defa ki,
    kanasın daha önce hiç hissetmemiş olduğun bir acıyla ve irkilsin ucuz hayallerin.
    nasıldan sonra..

    nedenle yüzleşirken hiç olmayan, hiç olmamış hatta olma ihtimali düşünülmeyen olsun artık ve kızarsın yüzün!
    nedenlerle karşılaşılmaz sokakta, herkesin gücü yetmez nedenlerin koyuna girmeye.
    neden, nasıldan fahiştir her fahişenin gözünde.
    ağırlığı herkesçe bilinir ama kimse alamaz ağzına, gelemez dile...
    nedenin karanlığı her fahişenin kabusudur,
    ruhun sahipsizliğine her çünkü kucak açar,
    her çünkü çoktur ve nedeni yoktur.
    nedenden sonra..

    niçin nadirdir, narindir, bulunması çok güçtür.
    son noktadır, sondadır, sondur.
    eşsiz ve paha biçilemezdir niçin,
    niçinle yüzleşmek son kez kucak açmakmaktır,
    silahtaki son kurşundur niçin ve sadece fahişeleri vurur şakağından.
    niçinle yatan, kendiyle kalkar.
    saçları beyazlar, gözleri görmez.
    ama hisseder,
    sonra..

    ölüm eşikteyken hisseden çünkü demez,
    artık bilir..
    2 ...
  18. 35.
  19. 36.
  20. us ile uslanmayıp, beklemek
    aklı yere serip, yerinden saymaktı
    oysa sen, sen'e kalmalı
    seni kavrayıp, bana vurmalıydın
    yerinden saymak, yerini bilmekti
    ne fazla, ne eksik kendini saymaktı
    saydıkça, çoğalmadığını anlamaktı benin
    ben nerde sen oradaydı
    sen sende değildin hala,
    sen hiç sen'e kalmamıştın ki


    aklımdan zorum vardı benim
    zor olan akıllı olmak değildi
    us ile uslananlarsa kolayı seçmişti
    1 ...
  21. 37.
  22. yettiği yok zaten,
    bırak da üşümeye yüz tutsun dün
    boyun bükeni ancak yarın ayrıracağız eğenden
    ve mahcup papatyalar bir gün yutacak arsız insanları
    işte o gün
    var ve yok arasında kalan tüm boşlukları sarıya boyayıp
    beyazlamış saçlarından bir tutam koparanlar
    oyacak toprağı iki metre
    tepeden bakanlar hiç göremedi kendini
    bilemedi asla!
    kendini arayana iki metrenin derinliği bile yetti
    ve beyaz yakışmadı herkese..
    0 ...
  23. 38.
  24. "sigarayı bırakmak, ne büyük bir ahmaklık!" demişti uzun filtreli sigarasını derin derin içine çekerken dertli bir arkadaşım.
    bir diğeri, "beni en çok tahrik eden şey, filtrede kalan ruj izidir. sigara beni sapkınlığa sevk ediyor." demişti.
    bense gülüp geçmiştim, ikisinede..
    ahmak olmadığımı zanneden arkadaşıma, ahmaklığımı savunmadığım için hala çok pişmanım. belki kadın olmadığım için savunmamıştım ahmaklığımı ama her halükarda şanslıydı diğer arkadaşım, yoksa ben yüzünden sapkın biri olacaktı..
    hava sahası dumansız, ama zihinlerdeki duman kaçacak delik bulamıyor. bulsa da reddecek, eminim..
    0 ...
  25. 39.
  26. yüzüm tutsa, yeniden merhaba diyebilir, hatta daha yakın olabilmek için koca cüssemi bir adım ileri taşıyıp, yola düşebilirdim.
    sonrası iyilik güzellik olurdu herhalde şeytanın elleri bağlandığı gün..

    şeytan taşlayanların başları, attıkları her taşla biraz daha yarılmalı. önce kendi şeytanları boğulmalı bir kaşık suda. sonrası yine iyilik yine güzellik..

    şeytan ne çok bölünebiliyormuş, bunu her gün aynaya bakarak bildim.. ancak bakabildim...

    yolda bir verip on bekleyenler, düştükleri yerde kaldılar. çok bekleyip hiç olanlar düştükleri yoldan çıkıp, güç buldular..
    0 ...
  27. 40.
  28. o kadar içten mırıldanmışım ki
    sesimi ben bile duymamışım
    duyulsaydı sesim
    önce ben duyabilseydim
    sana duyurabilseydim sonra
    tekrar yürüyebilseydik beraber
    düştüğümüz yolların kiri pası işleydi bize
    biz olsaydık kirlendikçe
    kirlendikçe çocukluk deyip geçseydik
    omo reklamından ibaret sayılmasaydı
    saydıkça çoğalırdı günah

    seninle tanısın çocuklar temizliği
    ve seninle kire pasa bulansın..
    0 ...
  29. 41.
  30. dondurulmuş anlamların sızısı
    çatırdatacak arzı
    eşikte bekleyen can çıkarken

    bir kız çocuğunun mütebessim çehresiyle
    yeşile hasret gözler kıyama duracak o gün
    sadece gamzesi hatırda kalanların
    üstünden geçecek tüm iyi niyetler
    ılık damlalar çağlarken
    bölünmüş hikayeler koparacak kıyameti

    ve o gün silinmeye yüz tutmuş
    tüm yazılar dile gelecek
    sırasını savanlar cinnetine koşarken..
    0 ...
  31. 42.
  32. 43.
  33. maddiyat uğruna satılmış eski dostlukları gördüğüm her vakit, dostlarımın sağlığına şükreder kendimi şanslı addederdim. dün gibi canlıydı ve en fazla birkaç hafta geçmişti üstünden son şükrümün. iki insanın arada bir rant bağıntısı olmaksızın bir araya gelmesi ancak filmlerde görülürdü. rantın mahiyeti dostlar açısından manen ağır bir külfetti. bu külfeti göze almaksızın dost tutmak namümkündü. ve bedelli bir bağlanıştı dostluk bağıyla bağlanmak. bu yükün manevi ağırlığı maddiyatı sindirmeliydi. sinmeyen maddi ranta rağmen dost tutulamazdı. en güçlü dostluk bağının temeli maddi çıkarsızlıklarla atılır, manen fedanın getirdiği yükümlülükle pekişirdi. çıkarsızlığın her iki ucu bu eylemin etkeni olmakla yükümlüydü. bir ucun etken, diğer ucun edilgen olması düşünülemezdi. ilk fedanın ardından körüklenen dostluk, her feda edişin ardından kuvvetlenen bir sarmala dönüşürdü. sarmal sımsıkı kenetlendiği andan itibaren çözülüş süreci akla düşen ilk gölge ile başlardı. bunun adı şüpheydi. şüphe kemirmeyle başlar ve semirene kadar durmaz bu bağı. zamanında parmakla gösterilen, artık bir olmuş sarmalın ayrılışında iki düşman peyda olurdu.

    eski dostlar artık çarpışmaya hazır kıtalar halini almıştır. cephaneliklerinde kurşundan ağır feda edişleri vardır. zamanında bile isteye, güle oynaya, seve seve yapılmış her iyilik çomak olur girer arı kovanının derinliklerine. ta ki içini dışına çıkarıncaya dek. geçmişin, gitmemiş anılar bütünü olduğunu hisseder taraflar. geçmişin, bitmemiş hesaplar manzumesi olduğunun ispatı peşinde koşarlar durmaksızın. artık tek ortak mutabakata imza atacak olan eskinin dostları, şimdinin azılı düşmanları. uğruna feda edilmiş her şeyi yitik zamanların öfkesine bulayarak kısar gözlerini ve kendinliğinden feragat ettiği her anın acısıyla başlar savaş.

    iki insanın eskiden bir dostluğu vardıysa, bugüne kalan iki insanın iki doğrusu ve iki yanlışı vardır. artık doğrular sadece kendini doğrulmak içindir. yanlışlarsa düşmanı püskürtmek için. hep aynı nakarat döner durur, yazıklar olsun- devamında gözüne sokmak için kullanılır tüm fedakarlıklar.

    belki it dalaşına, belki sidik yarıştırmaya döner işin sonu. işte mutlu bitmeyen filmin sonudur burası. iki doğru - iki yanlış. ama doğru, ama yanlış..
    1 ...
  34. 44.
  35. yeşile dönerken gece saracak, merhameti sonun başladığı yeri
    boşluk doldukça hafifletecek iri cüsseli -kim dediğinde ben diyebilen her- kimi
    etraflıca düşünüp şimdi dediğinde oturmayanlar sarınacak kutlu payeyi
    ilmeğin ta başında bocalayanlar sendeledikçe çözülecek
    işlenmemiş her cevher yüz eskitecek

    çıkılan yolun birliğini sağlamak için ifraz ettiğimiz her parçamız kurumuş, dökülmüş
    salik geceye bulanmış, gece karartmış..
    0 ...
  36. 45.
  37. bazen bırakıp her şeyi, dağınık
    dinlemek istersin kulağına hoş çalan bir şarkı
    ne anlatır bu şarkılar? nasıl yankılanır bütün izleri?
    toprağa kapanıp haykırmak, geleni gelmekte olanı
    dili bağlanmış tüm kelimelere ses olmak
    kuş ve dalga sesleri olmadan anlatılsa
    geçenin geçmekte olanın, havanın karatısına şükür ile
    bol şans dileyenler ve yalancı dilekler
    bitip tükemez sağaltışlar
    girse yerin dibine
    yeşil olmasa hep kahverengi olsa mevsimler
    unutturur belki soğuk bir yaz gecesi
    afyon çekerek hu diyenleri
    bulup çıkarsak göklere
    yüzü olsada konuşsa
    büyüklüğü su gibi satanlar
    tuzlu ve ıslak ve karanlık bir gecede..
    0 ...
  38. 46.
  39. dönüp baktığımda
    her gece sahteydi gündüzün olduğu gibi
    suya kanan ben suyla kandırılmıştım
    şarabın lezzetini de biliyordum bal gibi
    döndürüp seni haykırmak varken
    kısıp senini radyonun
    gözlemişim izlerini gizli
    hem neden düşmeliydim aklına
    göz ucuyla indirdiğim perdenin
    avuç içine sığdığı günde..
    0 ...
  40. 47.
  41. başlıksız, kala kalsaydım bir gün, tarihsiz ve tarifsiz, şöyle saçmalardım bilesiniz. amaçsız, avare serseri, kendinde değil, ama sarhoş hiç değil, sevgisiz sevgilisiz, arayan bir gece geçerdi aklımdan şüphesiz;
    ........
    kara kış değildi kıştı, beyaz
    kelebeklerin taarruzu.
    ne bir şemsiye ne bir başlık.
    başlıksız korkarım gecelerde.
    kelimelerim ürkek süvari,
    pusulasız.
    ne yazsam ne yazsam diye yalvarsam,
    göklere gibi yukarılarda gözüm,
    yoksun.
    bir adım atar gibi yazıyorum adını,
    taşa takılıyor iki gözüm çeşme yoksun.
    mektup yazıyorum arıyorum,
    pulsuz başlıksız.
    şiir yazıyorum noktalı virgül bir hece,
    ve her gece,
    saat tam on biri çok geçe,
    bekçi diyor nafile
    kapalı olur buralarda her gece meyhane.
    kelebeklerin taarruzu,
    nefessiz kara yeller,
    başlıksız hep,
    ricat süvariler, kelimeler.
    köpek havlıyor,
    pencere aralıklarından sızan iniltiler,
    yüzüme çarpıyor soğuk.
    şen
    şakrak
    ah başlıksız aşklar
    başlıksız
    nihayetsiz
    kara bir çamur bile olsam
    sensiz
    sen, sen
    benim müstesna başlığım
    yeganem.
    0 ...
  42. 48.
  43. gitme deseydim, bırakır mıydın kendini bana?
    uçuşan saçlarınla savurduğun hayallerimi
    kuşatacak duvarları örerken
    görünmeseydi yıldızlar
    yalnızlık uykusuzluğa isyan ederdi
    çatardı kaşlarını gök gürlerdi
    damlalar ıslatırken beni
    seni yakardı alevler
    kuşatılmış kalelerde
    direnmek teslim olmaktan kolaydı
    zafersiz meydanların tozuna kattığın
    bir ben varsa şayet
    hatırlanacak tek anı, -nasılsın?..

    ne tadı var çayın ne kahvenin
    sigara hala sen kokarken..
    0 ...
  44. 49.
  45. iyilikten maraz doğruracakları mazur görsedim eğer
    öldürecek kimse kalmazdı
    iki metre toprağa boğulanda
    hiçbirinin başında fatiha okunmayacaktı
    üzüldüğüm yoktu buna
    ama öldürecek kimse kalmasaydı
    sevecek kimsede olmazdı
    üç nokta arasına sığdırdığım hayat
    ölümle mi son bulacaktı...
    0 ...
  46. 50.
  47. gece sessizliğine boğulanda nefes almak ne zor!
    el ayak çekilende yıkılan duvarların altında
    akar zaman üstüne yıldızlar dökülür pul pul
    su yol alırken dökülen yıldızlardan taç yapan
    temiz kalır ve yalız..
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük