türbanlı kadınların genellikle günümüzdeki açık kadınlar gibi herhangi bir erkekleşme arzuları yoktur. dolayısıylada evlerinde oturan zeki, devamlı okuyan, kendini her konuda geliştirmeye uğraşan kapalı bayanlar göz önüne çıkmadıkları için yokmuş gibi görünür. sorun aslında kapalı bayanların yobaz, gerici, ne alakadır bilinmez üniversite okuyamadıkları için cahil olduklarına dair yaygın bir kanaatin bulunmasındadır.
Muhakkak vardır. türbanlı kadınlar aptal o nedenle başarısızlar diye de birşey yok. bir şekilde( inanç, baskı) takan kadın bir kabullenişin içine giriyor , bu kabulleniş basit bir bez parçasıyla saçını örtmek sonucunu doğuruyor yani başını örtmek bir düşüncenin başlangıcı değil, kabullenişin getirisi. kendisinin saçının telinin günah olduğunu düşünen veya düşündürülen kadının düşünce sistemi bu temel üzerine kurulunca kendiliğinden değişmeye başlıyor. mesela günah diye saçını göstermeyen kadın cerrah olarak erkek hastalarını ameliyat etmeyi de reddebilir, erkeklerle iş ortamında rekabet etmeyi de. Erkekler tahrik olacak diye erkeği ön plana alarak en temel özgürlüğünden vazgeçen kadınların hayatı da düşünce sistemi izin verse bile uğruna başını kapattığı erkeklerden daha başarılı olma düşüncesiyle çelişiyor.
Edit: first lady olmak başarılı olmak değildir. baba parasıyla yurt dışında okuyup sonra babasının şirketinde genel müdür olmak da.
yıllarca başörtüsü alt kültüre ait görüldü, kısmen de doğruydu, cumhuriyetin ilanından sonra, yeni yeni okuma, seçme seçilme hakkı kazanan türk kadınından, daha çok şehirli, kültürel anlamda daha yüksek ailelere mensup olanlar cumhuriyetin kendine sağladığı olanaklardan faydalanabildi. kültürel anlamda daha geri, dinini daha geleneksel yaşayan, standart anadolu aile yapısı kızlarını okutmama taraftarı olageldi. fakat son dönemlerde bu yargı değişmeye başladı. artık anadolu insanı çocuğunu, kız-erkek ayırt etmeden okutmaktan yana. son dönemlerdeki türban rahatsızlığının temel sebebi burdan gelmiyor mu zaten? türban, kendini aydın gören kesimin karşısına temizlikçilerinin, kapıcılarının, ya da belki de en iyi ihtimalle babaannelerinin başında çıktığı zaman sorun değildi, alt kültür damgası vurulup geçiştirilebiliyordu. ne zamanki kendileri gibi her ortamda, üniversitede, hastanede, baroda karşılarına çıkmaya başladı türban, o zaman herkes yasak savunucusu kesildi. şuan da başörtülü hiçbir kadının üniversitede akademik kariyer yapma imkanı yok mesela.
bu şartlarda biryerlere gelmek, birilerinin başarı kıstasına göre de başarılı olmak zordu tabi türbanlı kadın için. hala da zor, hatta artık daha zor. ama bütün bunlara rağmen, türbanlı başarılı kadın tabii ki var, onların kim olduğunu araştırmak da bu iddiayı ortaya atanın görevi. yoksa bir gazeteci olarak kaynağının başka bir yeri olduğunu düşünmememiz için bir neden kalmaz.
avrupa insan hakları mahkemesine aykırılık iddiasıyla şikayet ettiği ülkeye,eşi dışişleri bakanı olunca ülkesinde var olduğunu iddia ettiği insan hakları ihlaline ilişkin başvuruyu geri çeken kadından yada Cafe Milano'da türkiye'nin cumhurbaşkanı'nin eşi olarak yediği istakozlu makarna'nin,bu istakozlu makarnanın faturasının ,bu faturanın %20 bahşişiyle beraber büyükelçiliğe gönderildiğinin ve bu önemli bilgilerin basına sızdırilması dolayısıyla aynı cafe'de çalışan türk garsonu işinden eden bir kadından hangi başarıyı bekleyebiliriz?
tüm bunlar bir yana üniversitelerde türban kavgasını başlatan hatta bir rivayete göre "bu baş bu vücuttan ayrılmadan başımı açamazsanız" gibi bir söz sarfeden Hatice Babacan,Ali Babacan'ın halasıymış. bu ve buna benzer kişilerin yeğenleri, eşleri; başarılarını ülke yönetiminde milletin açlık sınırındaki sabrını zorlayarak göstermeye çalışırken, eşlerinden,halalarından neden başarı beklesinler ki? Sorunsalını kanımca düşünmemiz gereken durumdur.
yönlendirici, kamuoyu oluşturucu yazı yazmak, haber yapmak alışkanlığının tezahürü bir haber-yazıdır. aslında alakasız bir mevzuyu öyleşmiş gibi sunarak okuyucularınızı yönlendirirsiniz. ülkemizde çok yapılır. azıcık akıllı olan dünyadaki tüm genellemelerin safsata olduğunu bildiğinden bu tür haber-yazılara prim vermez. ama nihayetinde yapanın yanında kar kalır.
can ataklı'nın 11 mart 2008 tarihli yazısının bir bölümüdür.
Geçen hafta Sakıp Sabancı Müzesi'nde Akbank'ın kadınlara armağanı olan Sedef Kabaş'ın yazdığı "ipek dokulu başarılar" kitabının tanıtımına katılmıştım. Çok başarılı bir televizyoncu olan Sedef Kabaş 60 başarılı kadınla yaptığı röportajları bir kitapta toplamıştı. Kutlarım.
Kokteylde sohbet ederken espri yapan biri "Hayret kitaba tek türbanlı bile koymamışlar" dedi. Çevredekiler de gülüştü. Çünkü kitabı tanıtan Sabancı ailesi'nin Erdoğan'a yakınlığı ve türbana olan destekleri biliniyor.
Az sonra aklıma geldi, aslına bakarsanız isteseler de o kitaba türbanlı bir kadın koyamazlardı. Çünkü o 60 kadının düzeyine ulaşmış bir tek türbanlı kadın bile yok ülkemizde. Ne bir yazar, ne bir sanatçı, ne bir düşünce kadını, ne bir bilim kadını ne bir sporcu. Yok yok.
Diyebilirler ki "Üniversitelere sokmuyorlar." Şu an için doğru olabilir, peki daha önce girenler arasından da hiç çıkmadı?
Ayrıca bu sadece Türkiye için de geçerli değil. Üniversitelere türbanlıların da gittiği hatta tüm kadınlarının son derece özgür yaşayarak kapandıkları Müslüman ülkelerin hiçbirinde bilim, sanat, kültür, eğitim, spor alanında başarılı kadın yok. Türbanlılara ve destekçilerine bu garip gelmiyor mu? Bunca özgürlükle diledikleri gibi kapanmışlar ama başarılı tek kadın çıkaramamışlar aralarından. Neden acaba? Yoksa özgürlük mü fazla geliyor?