meseleye sadece bir bez parçası olarak bakanların anlayamadığı durumdur. asıl problem kişilerin kendi tercihlerinin değersiz görülmesi noktasıdır. bir devletin bekası kişisel tercihlerin dizginlenmesine yönlendirilmesine bağlı olmasa gerektir. ne zaman ki dıştaki değil içteki zenginliği nazara itibara alırız işte o zaman ilerlemek adına adım atmış oluruz. yoksa daha çok birbirimizi suçlarız. herkesi kendimiz gibi olmaya zorlarız.
--spoiler--
ya muhammed sen bizim putlarımıza bir kere dokun. biz senin allah ına iman edeceğiz. demişlerdi. o putlardan hiç birine bir saniye bile dokunmadı. be hey gafil meselenin beş saniye meselesi olduğunu mu sanıyorsun.
--spoiler--
maalesef baş örtüsüz fotoğraf çektirmenin zorunlu olduğu bir ülkenin vatan evladıdır. bu hassasiyetlerini anlayaman insan tipini ben anlayamıyorum. mesele bir saniye, beş saniye diye mi düşünüyorlar gerçekten? yazık ki çoğu başörtülü genç artık bu fotoğraf çektirme hadisesini kanıksamak zorunda kaldı. halbuki o kadar zordur ki insanın tercihlerinden solayı sınıf ayrımı yapılması. hem de bu ayrımın devleti, vatanı tarafından resmi olarak yapılması..universiteye girmeden önce kuytu köşelere gidip suç işlemişmiş gibi başının örtüsünü çıkarıp öyle girmesi..geçtim tc kimliğini, universite kimliğinde, pasonunda da açık resmini kullanmak zorunda olan gençtir. pasaportu saymıyorum çünkü pasaport yurtdışı için kullanılır ve her türlü bilginin gerçek ve anlaşılır olması lazım. şimdi pasaportta'kulakların görünmesi' hususundan ötürü çehre tamamiyle çekilmeli. başörtüsü olan, bonesiyle fotoğraf çektirip koyabilir. çünkü adamların derdi bağcı dövmek değil üzüm yemek. ama devlet dairelerine gidip de pasaporttaki resmini veremezsin. nedense saç görünecek illa..
başörtülü ayrımı yapılan gençlere ithafen bir eşref ziya şarkısı
(bkz: ağlama karanfil)
anca ve anca türkiyede yadırganıcak durumdur. zira türkiyede başörtüden ziyade dinini yaşamak isteyen her türlü insanlara büyük bir ayrım yapılmaktatır. utanmadan hala birbirimizi yemeye devam ediyoruz. sonra oturup ağlıyoruz türkiye ne hallere geldi diye. benim dinim bana senin dinin sana kardeşim.
başörtüsünü çıkardığında girdiği imanın bedeninden çıkacağını düşünen kızcağızdır.
ne var ki iman ve inanç bir histir, duygudur. bedenle değil ruhla, kalple, beyinle ilgilidir. saçları gözüktüğü için kendisini kirlenmiş sanan kızcağızın bu bakış açısından bakarsanız doğarken herkes imansız allahsızdır. bu kadar kolay olmamalı.
mesele ne örtü, ne iman, ne de inançtır. mesele kendilerini kullandırmak için insanlarımızın bu kadar heveskar olmalarıdır.
elbette inanç kutsaldır ve bir tek kişinin dahi inanıyor olması, o inancı kutsal olmaktan saygıdeğer olmaktan çıkarmaz. lakin memleketteki sorun, asgari müştereğin ne olduğunun siyasal etkilerle bir türlü belirlenebilir olmamasıdır. kendisinin bu şekilde inandığını söyleyen bir insana saygı duymakta bir sıkıntı yoktur, sıkıntı bunun toplumsal yaşama dahil olması ve olumlu ve olumsuz etkiler doğurmasıdır.
başörtüsü ile fotoğraf çektirmeyen kız kendince inandığı doğrultuda yaşamaya çalışıyor olabilir ama asgari müşterekler noktasında herkes ama herkes renksiz ve kokusuz olmak zorundadır. herkesin kendisine uymasını beklemesidir sorun yaratan. kendisi genele uymak zorundadır. kendinden fedakarlık etmesidir beklenen. uymadığı noktada da kendi uyumsuzluğunu genel algı ve anlayışa tahvil etmek yerine ya kendisi adım atmalıdır ya da o işe hiç kalkışmamalıdır. çünkü bilmektedir. bildiği halde sırf duvara toslamak için bu davranışı sergilemesi ise acıklı bir yaklaşım olacaktır.
her inanç kutsalsa, bir tek insan olsun ben patates dinine inanıyorum ve dinimin bana patates görünümlü bir elbise giymemi emrediyor derse buna da saygı duyacaksınız. bir başkasının inancını kendi inanç sisteminizin doğruları ve emrettikleri açısından değerlendirmeye kalktığınız noktada acımasız bir faşist olmaktan kurtulamazsınız.
gönül ister ki herkes dilediği, istediği gibi giyinsin, dilediği gibi yaşasın, dilediği gibi davransın. ama bu bir ütopyadır. siz devlet olarak, halkınızın bir bölümünün -her ne kadar baskın çoğunlukta olurlarsa olsunlar- dilekleri istekleri doğrultusunda hizmet götürmeye kalkarsanız, bu eşitliği bozmuş olursunuz ve kendi halkınızın bir bölümünü de ayırmış olursunuz. herkesin istediği şekilde giyineceği, yaşayacağı bir düzen dünyada henüz mevcut değildir. bu açıdandır ki bugün ülkemizde yaşanan sorun asgari müştereklerin sınırlarının çizilmesidir. yani özgürlükte ve demokraside değildir eşitliğimiz, eşitliğimiz maruz kaldığımız eşitsizliğimizdedir.
özetle mesele başörtüsü değil, toplumsal hayata yansımasıdır. herkes kanunlar önünde eşittir, adınızın murat ya da murtaza olması veya ayşe ya da ayşegül olması hiçbirşey değiştirmez. başörtülü ayşe'nin, mini etekli ayşegül'e tahakküm etmesi değildir işte bu yüzden laiklik, farklı yaşam biçimlerine, inanışlara sahip insanların birbirini yakmasının, koyun gibi boğazlamasının önüne geçer. laiklik, mini etekli ayşe'nin başörtülü ayşegül'e saygı göstermesidir de... neye ve nasıl inandığı değildir ölçü, sadece ve sadece insan olmasıdır.
"Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Radâ, 18).
mesele dakika, saniye değildir, neyi nasıl yaptığındır. ha beş dakika görülmüş, ha hep görülmüş hiç fark etmez.
başörtüyü başına taktığın an ondan mesul olursun. yaptığın her harekete konuştuğun her kelimeye dikkat etmek zorundasındır.
başörtüsü takan kişinin herşeyi olur. görüşü, bakışı, namusu.
takmayan bilmez ama. sadece saçı kapatmaktan ibaret zanneder.
takmayan takmasındır lakin takana da bu kadar hakaret edilmesindir. yazıktır, günahtır.
hem biz bu yapılanlara rağmen sizi çok seviyoruz...