türkiye sınırları içinde değil, ırakta olsun destekliyorum
şuan kuzey ıraktaki sondaj ve inşaat çalışmalarını yürüten firmaların %90'ı türk firması. k.ırak bölgesel ile aramız cok iyi ve ciddi gelir geliyor. Adamlar ne kuruyosa kursun orda sanane amk. hatta türkiye garantörlüğünde bir kürdistan neden kurulmasın tıpkı kıbrıs gibi. dünya gücü olmak istiyosan, yıllardır aynı mahallede büyüdğümüz aynı takımı tuttuğumuz, aynı işyerinde çalışıp, aynı askeri birlikte şafak saydıgımız adamların kendilerine has devlet kurup oraya gitmesinin kime ne zararı olur?
desteklenmeli. bunu bir karadenizli ve mhp seçmeni olarak söylüyorum
Kurulması durumunda dünyanın en fakir ülkesi olacak devlettir. Çok uzun sürmeyecektir 5 büyük ülkeden biri gelip iki askeri üst kuracaktır ve otomatik olarak sömürge olacaklardır. O zaman ne dil kalacaktır ne kültür. Bide sizi ikiye üçe bölüp kavga ettireceklerdir ki belinizi doğrultamayın ki zaten tarih boyunca millet devlet olma kültürünüz yok bölünür gidersiniz. Velinimetiniz Türkiye nankörlüğü bırakıp şükredin.
- kürdistan kurulacak faşikler bunu engelleyemez
+ nah kurulacak orospu çocuğu, terörist....'ten öteye gitmiyordu.
ama bir de işin akademik yönü var.
--- alıntı ---
kolombiya üniversitesi’nde kamal s. shehadi “ethnic self-determination and break-up of states / etnik self-determinasyon ve devletlerin parçalanması” adlı araştırmasında self determinasyon hareketini 6 başlık altında incelemiş.
1 mobilizasyon
herhangi bir self determinasyon hareketinin pasif bireysel kitleden toplumsal yaşamın aktif ve eylemci katılımcılığına geçiş evresidir. self determinasyon hareketlerinin en belirgin ve ortak özelliklerinden birisi süreç boyunca terör ve şiddete başvurulmasıdır.
2 kontrol kurma
çatışmanın nedeni ve iddia konusu olan bölge ve nüfus bu fazda devreye girer.. eğer süreç evrilmiş ve mücadele sadece politik bir boyut taşıyorsa, bu takdirde kontrol kurma, yapılan bir referandum ya da seçimi kazanmak demektir. ancak, bu çok ender rastlanan bir durumdur. genelde ise, ihtilaf konusu olan bölge ve nüfus üzerinde kontrol kurma fiziksel kuvvete başvurularak sağlanır. şayet, bölgede kontrol kurma olgusu devletin çok üstün olan askeri kapasitesi nedeniyle başarılabilir bir girişim değilse, bu durumda hareket devletin toplam kontrolüne karşı mücadeleyi ‘vur-kaç’ operasyonları veya ‘terörist’ saldırılar üzerine bina eder. kontrol kurma, mutlaka otorite kurma anlamına gelmez, fakat bunun ilk basamağıdır. eğer herhangi bir hareket kontrol kurma fazını geçebilirse, self determinasyon yolunda en büyük engellerden biri aşılmış demektir. zira, bu aşamanın sonlarına erişebilmiş olan bir hareketi durdurabilmek artık son derece zor olup; olası bir çözümün tüm bileşenleri dışlanarak salt askeri tedbirlere başvurmak suretiyle çözüm aramak ise akılcılığı en az olan opsiyonlardan biri haline gelir.
3 konsolidasyon veya kurumlaşma
herhangi bir bölgenin ya da ahalinin kısmi veya tam kontrolü, self determinasyon hareketine legal (hukuki) bir statü kazandırmaz. bu durumda kontrol edilen bölgenin kısmen de olsa hareket tarafından yönetilebilmesi için çeşitli örgüt veya kurumların oluşturulması kaçınılmazdır. ayrıca, söz konusu bölgede belirli bir düzen kurulması ve güvenliğin sağlanması da şarttır. ilave olarak, hareketin devletinkilere paralel bazı sosyal servisler geliştirmesi ve bunlar için içeriden ve/veya dışarıdan kaynak bulması zorunludur.
4 ittifak geliştirme
self determinasyon hareketleri, tüm çatışma süreci boyunca, ülke içindeki tatminsiz ve huzursuz diğer gruplarla ve dışarıda da çatışmayla ilgili doğrudan veya dolaylı çıkarları olan dış ülkelerle ittifak kurma arayışlarına girerler. içeride bulunabilecek müttefikler devleti zayıflatma açısından oldukça önemlidir. zira, bu bazen “kar topu” etkisi de yaratabilir ve bir grubun başkaldırısı, çıkar ve talepleri farklı dahi olsa, diğer grupları da cesaretlendirip harekete geçirebilir. dış ittifaklara ise, daha çok silah, finans ve politik destek kaynağı olarak ihtiyaç duyulur. bununla birlikte, yabancı müttefiklerin verdikleri destek genellikle kendi ulusal çıkarlarına dayanır. bir başka deyişle, dışarıdan alınabilecek destek her zaman hareketin amacının desteklendiği anlamına gelmez. ayrıca, yabancı ittifaklar, hareketleri kısmen bağımlı ve dış baskılara karşı daha duyarlı hale de getirir.
5 çatışmanın uluslararasılaştırılması
dış ittifaklar geliştirme, krizin uluslararasılaştırılma sürecinin başlangıcıdır. bu faz, artık iddia ve taleplerin geçerliliğinin ön plana çıktığı bir evredir. argümanlar ne kadar haklı iseler, çatışmadaki uluslararası rol de o nispette artar. yalnız, eğer grup silahlı unsurlar yönünden çok güçlü ve avantajlı ise, çatışmaya uluslararası nitelik kazandırmaktan uzak durabilir. bu konumdaki bir hareket sadece kazanımlarını onaylatmak için uluslararası açılımlara yönelmek ister. fakat, tersine bir durum söz konusu ise, yani, self determinasyon hareketi mücadeleyi silah gücüyle kazanabilecek bir potansiyele sahip değilse, bu takdirde elinden geldiği ölçüde sorunun uluslararasılaştırılmasına ve dış destekler bulmaya çalışır.
6 politik yerleşme
bu son faz, önceki fazlardaki kazanımları takiben, self determinasyon hareketinin yeni statüsünün karşı taraf, yani devlet ve uluslararası toplumca tanınması ve böylece silahlı kazanımların politik zafere dönüştürülmesi aşamasıdır. bu genellikle “güvenilirliği kuşkulu” bir anlaşmayla sağlanır. ayrıca, hareketin planlı olarak kurumlaşma ve yasallaşmasının habercisi de bu fazdır. ne var ki, herhangi bir self determinasyon hareketi için, iddiasının tanındığı politik yerleşme süreci hikayenin yine de sonu değildir. zira, şimdi hareket, self determinasyonun önceden iddia ettiği yararlarını artık hayata geçirmek ve bu konuda nüfusun beklentilerini karşılamak durumundadır.
bu 6 faz boyunca self determinasyon hareketleri, hükümetlerin kararlılığını sınamak amacıyla sınırlı taleplerde bulunabilecekleri gibi stratejinin bir parçası olarak isteklerini arttırma tehdidinde de bulunabilir. önden kısıtlı amaçlar ileri sürülerek taktiksel manevralara girişilebilir; kültürel haklarla işe başlanıp, bölgesel otonomi ile yol alınıp, federasyon veya tam bağımsızlık gibi ileri talepler sonraya saklanabilir. zaten, bu hareketler karşısında hükümetlerin karşılaştıkları en önemli handikap da gerçek hedeflerin kesin olarak bilinemeyişidir. eğer niyetler samimi ise, daha ileri düzeyde talepleri teşvik eder endişesine kapılmaksızın karar verilebilmekte; hatta, bazen bu sınırlı talepleri karşılayarak ön kesmek hükümetlerin de işine gelebilmektedir. fakat, açıklanan niyetler samimiyetten yoksunsa, bunların karşılanması hükümetler açısından bir bakıma politik intihar anlamına da gelebilmektedir.
bugün ülkemizde ne yazık ki 5. aşamaya geçilmiş durumda.
işte bu nedenledir ki hdp milletvekilleri meclis kürsüsünden sürekli uluslararası müdahale çağrıları yapmaktadır.
abd-ab arabuluculuğundan söz etmektedir.
son bir örnek
hdp şanlıurfa milletvekili osman baydemir: eğer ki bu meclis işlemezse, eğer ki bu meclis, kürdistan'daki bu katliama sessiz kalmaya devam ederse, doğal olarak insanlar -çok açık söylüyorum- birleşmiş milletlere gidecektir, insanlar lahey adalet divanına gidecektir, insanlarımız uluslararası ceza mahkemesine gidecektir. eğer ki bizimle birlikte yaşamak istemiyorsanız elinizi yakamızdan çekin. http://odatv.com/osman-ba...er-cikisi-0501161200.html
osmanlı'da aşama aşama böyle parçalanmıştı...
konunun uluslararası boyutu için
bkz: (bkz: #57516863)
Amlı götlü başlıklar prim yaparken ülkemizin kaderini etkileyecek bir süreç hakkındaki makale sözlük tarafından gerekli ilgiyi görmemiş.Bu da sözlüğümüzün kalitesini gösterir niteliktedir.iktidarın medya üzerinde baskı oluşturmuş olması bu sürecin buraya gelmesinde önemli rol oynamıştır.Doğu da yaşananlar hakkında gerekli kamuoyu oluşturulamadı.Surda üç çocuk annesinin ölümüne neden olanın tank mermisi olduğunu korkak medya açıklayamadı.Evet belki isteyerek olmadı ve kör kurşun isabet etti fakat yine de bu gerçeğin açıklanması gerekirdi.Bu benim verdiğim sadece tek bir örnekten ibaret.Zira bunun gibi bir çok sivil ölüm mevcut.Teröristlerin şehri terk etmekle suçlayıp öldürdüğü insanları haber yapabiliyorsanız keşke devletin öldürdüğü sivilleri de haber yapabilseydiniz.Hiç kimse merak etmedi mi öldürülen siviller neden otopsiye gönderilmiyor da direkt gömülüyor diye.Unutmamak gerekir ki olay varsa sonuç da vardır.Devlet kendi şehrinde 33 gündür huzur sağlayamıyorsa bu devletin acizliğini gösterir.Çaresizlik insanları başka şeyler yapmaya yöneltir.Bu çaresizlik de devleti bu duruma düşürmüştür.Benim kendi fikrim ise tabi ki teröristler temizlenmeli fakat bu en doğru şekilde yapılmalıdır ve iktidar medyadan elini çekmelidir.
uzun zamandır kuruluyor, fiilen mevcut diyorduk. bugün ertuğrul özkök de kabul etmiş bu gerçeği.
bakın o bu çıkarımı neden ve nasıl yapmış.
--- alıntı ---
FRANSIZ felsefeci Bernard Henri Levy, 16 Mayıs günü şöyle çok ilginç bir tweet attı...
- BiRiNCi TWEET: “Cannes Festivali’nde sürpriz: Komite, Bernard Henri Levy’nin ‘Peşmerge’ filmini festivale kabul etti...”
***
Biraz sonra ikincisi geldi:
- iKiNCi TWEET: “Bu film sayesinde peşmergelere söz hakkı tanıdığı için komiteye teşekkürler...”
***
Tarih 16 Mayıs...Festival başlayalı 5 gün olmuş. Altı gün sonra da bitecek. Katılacak filmlerin aylar öncesinden belli olduğu bir festivalde, bir felsefecinin yaptığı Kürt filmi, apar topar niye resmi gösterim listesine alınır? Devamı geliyor...
***
- ÜÇÜNCÜ TWEET: Aynı Bernard Henri Levy, 21 Mayıs günü attığı tweet’te de “Terörizme karşı gerçek cephe” diyerek Kuzey Irak’ta peşmergelerle çekilmiş bir fotoğrafını koyuyor. Aynı gün çok daha çarpıcı bir tweet gelecektir:
***
- DÖRDÜNCÜ TWEET: “Barbarlara karşı bizim için savaşan Kürt erkek ve kadınları ile ön cephede..”
***
23 Mayıs günü ise en ilginç tweet ve fotoğraf gelecektir:
- BEŞiNCi TWEET: “Festivale katılan Kürt heyeti Elysee’de...”Elysee Sarayı’ndaki masanın bir tarafında Fransa Cumhurbaşkanı Hollande oturmaktadır. Karşıdaki Kürt delegasyonu... Ve içlerinde askeri üniformalı iki Kürt vardır...
***
iyi de bu Kürtler kime karşı savaşıyor?
Benim yorumum şu: Ey kırmızı çizgi bağımlıları hazır olun
BERNARD Henri Levy’nin bu girişimi beni 12 Nisan gününe götürdü.
Dünyadaki en ünlü soykırım anıtlarının mimarı olan Daniel Libeskind, 12 Nisan günü New York’ta durup dururken Erbil’de bir Kürt müzesi yapılacağını açıklamıştı.
“Canım alt tarafı bir Fransız aydını yapmış, ne çıkar bundan” mı diyorsunuz...
Tarih kitaplarına bakın.
1920’lerde Yunanistan Osmanlı’dan koparken, oralara gidip destek veren bir Lord Byron’ın neler yaptığına...
Bernard Henri Levy geçen yıl Kobani’ye gitti ve 10 gün orada kaldı.
Dönüşte Wall Street Journal’de “Kürtlerin niye kazanacağını” anlatan bir yazı yazdı.
ABD Başkan Yardımıcısı’nın geçenlerdeki lafını da buna eklerseniz, benim yorumum şudur:
“Ey Türkiye’nin Ortadoğu’da her gün hezimete uğramaktan bıkmayan kırmızı çizgi bağımlıları...
En geç 2 yıl içinde bağımsız bir Kürt devletine hazır olun...”
şimdi bu planlar ışığında tekrar bakalım.
bop eşbaşkanı akp'nin silah, para ve lojistik destek sağladığı ışid neden kilis'i bombalıyor dersiniz?
kilis'teki nüfus neden çevre illere göç ettiriliyor?
rus uçağını aptalca düşürüp oyun dışı kalan ve sınırdan burnunun bile çıkaramayanlar üzerimize oynanan planları mal gibi izliyor.
ışid'den kurtarılan her yer kürtlerin eline geçerken işid fetva veriyor.
kilis ve gaziantep'e saldıracağız.
petrolün uluslararası piyasalara açılması ve bağımsız bir kürt devletinin ayakta kalabilmesi için gerekli olan kürt koridordunu kuzey suriye'den açmayı denediler olmadı. rusya suriye'deki tartus limanı nedeniyle endişeli.
şimdi bizim güneyimizden zorluyorlar.
yakında
gaziantep - kilis - hatay'da daha çok "mermi düştü" haberleri duyarız
ki gerçek olan şudur
emperyalistler alenen vatanımızı bombalıyorlar.
Ertuğrul Özkök'ün bile kabul ettiği gerçek diye Sözlükte propagandası yapılan distopya. Propagandayı yapan kişiye Ertuğrul Özkök kim amk? diye sordurtur. Sanki bu leyla bütün Türklerin baş saydığı kişide o bile kabul etmişmişmiş...
cemal acar'ın makalesi gayet bilgilendirici...
--- alıntı ---
Irak eski Devlet Başkanı, Kürdistan Yurtseverler Birliği Lideri TALABANi, 1990 yılında ABD Kongresinde yaptığı konuşmada, General BRADLEY’in ortaya koyduğu konsepti tersten söylemiş, tabir caizse, taşı tam da gediğine koymuştu: “Türkiye’de daha çok Kürt var, önce onlar ‘federasyon’ kurmalı.”(5)
işte, olayın can alıcı yeri de burasıdır. Zira, özde aynı olan bu yaklaşıma göre, nüfusu fazla olan ülkenin Kürtçülük hareketine öncülük etmesi ya da önde gitmesi, diğerlerinin de onu izlemesi gerekmektedir. Peki, şayet nüfusu fazla değil de az olan öne geçer ve çıtayı bir yere dikerse, bu durumda ne olacaktır? Cevabı “bileşik kaplar teorisi” vermektedir: Diğerleri “de facto” olarak, yani fiili ve hatta zorunlu olarak bu çıtanın üzerine çıkmak durumunda kalacaktır!. Bunun anlamı da şudur: Kürt Sorununda belirleyici unsur, nüfusu en az olan Suriye’deki Self-determinasyon Hareketi, yani PYD’dir. Dolayısıyla, en alt sınır da PYD’nin eriştiği statü olacaktır. Diğer bölge ülkelerindeki Hareketler de, hayatın olağan akışı içinde er veya geç bu statüye çıkacaklardır, ki bugün için bu statü de “federasyondur.”
Yöneticilerimiz yine aldanıp, bizi de kandırmasın!. Şayet, 1,5 milyonluk kitle bitişiğinizde federasyon statüsü kazanmışsa, 15 milyonluk nüfusu ana dil, kültürel haklar, yeni şehirler vs. söylemlerle sessizce kontrol edemezsiniz. Gerçekte istenilen “statü” olduğundan coğrafi bütünlük de risk altına girmiş demektir. Asıl büyük tehdit, öyle yetkililerimizin zannettiği gibi Suriye sınırından terör saldırılarına maruz kalınacak olması değil, orada gelişen statünün içeriyi de domine edecek olmasıdır. Sınıra ‘Çin Seddi’ dahi örseniz, bu etkileşimin önüne geçilemeyecek olmasıdır. Türkiye, bu yüzden Cumhuriyet tarihinin belki de en büyük yanlışını; yok yere Rus uçağı düşürüp üstüne de hamaset üreterek, çok kritik bir süreçte TSK.ni Suriye’de kuş uçuramaz, bisiklet dahi süremez duruma düşürüp, caydırıcılığını yitirip ‘sarı öküzü-PYD’ vererek yapmıştır. Maalesef cin şişeden çıkmıştır. ABD boşa tek kurşun atmaz!
Dahası, PYD, sadece bayrağı taşıyıp çıtayı federasyona yükseltmekle de kalmamış; aynı zamanda, “Son ziyaretimde Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayında Kürt Bayrağı dalgalanıyordu” diyen Barzani’yi de hareketlendirmiş; birkaç ay içinde referanduma gidip, yeterince demlenmiş olan Kürt Devletini de ABD’den alacağı onayla ilan etmeye sevketmiş, en azından bu süreci hızlandırmasına sebep olmuştur. PYD ise, adeta akıl tutulmasıyla Rus uçağı düşürüp, oyun dışı kaldığımız Suriye’de zaten 3 kantonlu “Rojava Federasyonu”nu ilan etmiş bulunmaktadır; buna 4. kantonu da ekleyip Menbiç boşluğuna yerleşerek arayı aşağıdan birleştirme savaşı vermektedir. Eş zamanlı olarak da dış ülkelerde temsilcilikler (elçilikler) açmaktadır. Bunun anlamı kervana PYD’nin de katılmasıdır. Zira, PYD halihazırda devlet inşa etmekte olan bir oluşum (state-building enterprise)’dur. Hatta, şimdiden bile devlet gibi davranmaya başlamıştır! Dolayısıyla, sürecin sonraki aşamasında, iki federasyonlu bir Kürt Devleti (Konfederasyonu) ortaya çıkması kuvvetle muhtemel olup, böyle bir gelişme kimse için sürpriz olmamalıdır!. Dörtlüsünü konuşmak ise bu aşamada erken, yersiz ve zamansızdır!…
Yetkililerimiz konuşadursun, atı alan neredeyse Üsküdar’ı geçmiş bulunmaktadır. Zira, PYD bugün bile, 1933 “Montevideo Konvansiyonu”ndaki Devleti tanımlayan 4 temel kriterden hepsini sağlamış durumdadır:
1 Daimi bir Nüfus (permanent population);
2 Belirli bir Toprak (defined territory);
3 Yönetim icra eden bir Hükümet;
4 Diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi.(7)