Murat Uyurkulak’ın okuduğum ilk eseri. Üslubu, tarzı, içerikleri hoşuma giden hikayeler olmuş. Aşk, Yalnızlık ve Bazuka adlı öyküsü beni çocukluğuma götürdü. Bu hikayede anlatılanların hemen hemen hepsini bire bir yaşadım ve çok duygulandım. Kırmızı adlı hikayesi müthiş olmuş. Hatta kısa bir film tadında diyebilirim.
Şarap adlı öyküsü ise bambaşkaydı. Hani hep fıkralarda olur ya “Bir Türk, Bir Fransız, Bir Amerikalı, Bir Alman...” Bu öykü de biraz öyle. Bu dört millete mensup dört bilim adamının sohbetlerinden oluşan ve dört milletin de karanlık tarihlerine birer cümleyle kocaman anlamlar sığdıran bir öykü olmuş. Hasan Ali Toptaş’ın dediği tarzda “ hikayeci kelimeleri kusarak değil yutarak anlatır.”
"insan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor..."