ne koyar adama. içine oturur kişinin. insanın boğazında bir düğüm olur. gözleri sıkıp uyumak ister kişi o sabah. ağlar belki de sessizce. kafayı yastığa gömüp dışarı çıkmak istemez. apartmanın zilini bilerek bozar. birileri o sabah, bayram olduğunu hatırlatmasın diye. bi şekilde uyanır, uyumadığı uykusundan. en kralından takım elbisesini giyer. annesinin elini öpüp dışarı çıkar. küçük çocuklara şeker verir. ilk taksiye atlayıp, şehrin dışındaki mezarlığa gider. ellerini gökyüzüne açıp, tüm dinlerde ve tüm dillerde tanrı'ya yakarır.
saatler sonra eve dönerken, kimsesiz çocuklar yurdunun önünden geçer. düşünür. o çocukların, teselli bulacakları, bir mezarları dahi yokturdur. küfreder. dudaklarını ısırırcasına. kanatırcasına kendi bedenini. kızgındır. kravatını çıkarıp aşağı atar. ilk, boşlukta iner taKSiDEN. midesini rahatsız eden her şeyi kusar bir köşeye. eve döner. annesini görür koridorda. küçük kardeşini. ablasını. hepsini yanına çağırıp, sarılır. sarılır. sarılır. hiç bırakmamacasına.
edit: bu entry çok kibar bir şekilde editlemiştim. vazgeçtim kibarlıktan. çünkü, şunu anladım: "ne kadar anlatırsan anlat, anlattığın, karşıdakinin anlayacağı kadardır."
bu gerçekle her bayram yüzleştikçe, bayramdan da hayattan da nefret eder insan. isyan eder, öfkelenir.. boğazına bişey düğümlenir. onun da olduğu eski, sıcacık bayramlar gelir akla. içteki özlem bin kat daha artar. ama yapacak bişey yoktur işte.. baba yoktur, ama bi gülüşü tüm dünyaya bedel anne vardır, kardeş vardır...
baba eğer babalık yapmamışsa olmaması olmasından daha hayırlıdır.
küçükken istediğiniz ilgi ve şefkati yaşlanınca o sizden ister...
ama veremezsiniz... veremezsiniz işte...
yaşadığı halde elinin öpülememesi de çok acıdır. şartlar çok başkadır, engeller çoktur. en tuhafı da, bu acıyı kanıksar insan. üç yaşından beri yaşadığı için belki.