Yazımda Kubrick’in ustalık dönemi eserlerinden biri olan biyografi film Barry Lyndon’ı ele alırken Barry ismindeki ana karakterin yükseliş – düşüş şeklinde gelişen öyküsü ile başlayacağım. Peki Barry Lyndon kim? Daha doğrusu, Barry kim?
Aklıma gelen ilk tanımlama şu, Barry alt sınıftan bir irlandalı. Aşık olduğu kadın için düello yapmayı göze alan cesur bir adam. Fakat bu cesaretin, aptallık ile arasındaki o ince çizginin öteki tarafına geçen bir adam. Yani cesur olmasına cesur ama ne var ki oyuna gelecek kadar, düellonun onu gönderebilmek için kurulmuş bir düzmece olduğunu anlayamayacak kadar da saf. Korkulu bir şekilde apar topar yola çıkmalar, yolda karşılaşılan tehditler, soyulmalar, 7 yıl savaşları ve daha nicesi. Üstelik başına gelen düellonun bir oyun olduğunu anlamasına rağmen intikama başvurmayan bir adam. Ki filmin dönüm noktalarından biri bu olsa gerek.
Peki Barry nasıl değişti? Filmi izleyen bir çok kişinin de kabul edeceği üzere, aşık olduğu kadının zengin bir askeri tercih etmesi, Barry’i en çok değiştiren ya da değişiminin fitilini ateşleyen noktadır. Böylelikle aşkın sahteliğini anlayan Barry, zaten anlamsız ordu düzeninin olduğu bir hayat yerine kumarbaz bir irlandalı’nın yanında çalışarak varlıklı ve dul bir kadınla evlenerek toplumda sağlam bir yer edinmekte. Fakat soylular sınıfında bile aslında oraya ait olmayan bir birey olduğunu gizleyememesi, düşüncesiz ve kaba davranışları Barry’nin soyadı olan Lyndon’ı üzerinde ne kadar taşıyabildiği hakkında bizlere fikir vermekte. Tam da burada Barry’i, Oscar Wilde’ın Dorian Gray’ine benzetmekteyim; tatmin olmayışı, kibar davranışlarının altında yatan şiddet dolu kaba yapısı.
Tarihsel açıdan bakıldığında filmde görüldüğü üzere kumar zenginleri ve yüksek rütbedeki insanların kağıt üzerinde olmayan politik bir dokunulmazlığı var. Filmin başlarında "köylü" kadınlar gösterişsiz, doğal, sade giyimli iken Barry’nin yükseliş sahnelerinde kadınlar, şık, saten giyimli ve büyük peruklu olarak gösterilmiş. Öyle ki Barry’nin eşi, oğlunun ölümünde dönemin önemli simgelerinden olan siyah peruk takmıştır. Şık, güzel, zarif, çekici olan üst sınıf. Kadınlar hep genç, güzel ve erkeklerle çok fazla flört halinde. Barry’nin eşinin enstrüman çalması yine dönemin özelliklerindendir.
Filmin sanatsal referanslarını ele alacak olursak Kubrick’in, kamerayı yakınlaştırmaları, uzaklaştırmaları Velasquez'in, resmin çerçeve içinde bitmeyen, açık kompozisyonlarını hatırlatmıştır. Rokoko tarzı haliyle çok fazla ön planda. Şato-köşk içlerindeki yaldızlı süslemeler, tablolar, mobilyalar dönemin etkisinde. Bunlardan ayrı fotografik sahneler ön planda ve tabiki doğal ortam es geçilmemiştir. Filmdeki mumlar ise resmi aydınlatan cismi resme katma ayrıntısında bulunan bir ressamı hatırlatır.
18.yüzyıl ingiliz sanatını başarıyla yansıtan Barry Lyndon,20.yüzyıla damgasını vuran bir filmdir.
aslında nolan'ın giderek daha az batman filmi olan ve "rises" ile birlikte çöken üçlemesi ile ilgili yazacaktım ama batman'i düşünürken aklıma bir üçleme olarak redmond barry lyndon'ı ve giderek daha az redmond oluşunu getirdi ve işte buradayım.
Stanly kubrick'in 1975 yılında çektiği neredeyse her karesi ayrı bir tablo gibi(fotoğraf karelerinden oluşmuş gibi duran filmler vardır hani bu biraz farklı aşağıdaki karelere bakın anlayacaksınız) olan filmidir. Senaryo 1884 de yazılmış aynı adlı esere dayanmaktadır.
-------------------- 80 uzun ve geniş spoiler 70 ----------------------------------
redmond ın gittikçe daha çok barry lyndon oluşunun hazin öyküsü
film zavallı, hain, iyi kalpli, sersem, kurnaz, ihtiraslı, korkak, sadık, cesur, yardım sever ve şartlar uygun olduğunda kahraman ve en sonunda herkes gibi eşit redmond barry lyndon'ın hikayesidir.
bu barry lyndon sanki biraz herkestir ya da hepimiz gibidir mi demeliyim, yok yok herkesten birazdır. neyse işte bir redmond barry lyndon nasıl olması gerekiyorsa aynen öyledir.
barry'e giriş yapmadan önce onu bize anlatan filmin dış sesini(anlatıcıyı) atlamamak gerekir. Gelmiş geçmiş en centilmen anlatıcı işte bu filmdedir, buradaki herkes gibi tabii ki o da bir centilmendir. (filmdeki haydutlar(hırsızlar) bile nezaketi asla elden bırakmazlar.)
film iki bölümden oluşur. kubrick açıkça part bir ve iki olarak filmi ikiye bölmüştür çünkü redmond barry ikinci bölümün hemen başında ölecek ve barry lyndon olarak tekrar ölene kadar aynı cesedi taşıyacaktır. (ancak buraya yeri geldiğinde itiraz ederim ben.)
redmond barry doğmuş ve dünyaya doğru yürümeye zorlanmış gibidir, kader onu sürüklerken o an ne vicdanına uygun düşerse onu yapar. ikinci bölümün başlama ve barry'nin çöküşünü izleyeceğimiz kısım ne ironidir ki evlilik töreni ile başlar. barry hayatında ilk kez bazı hesaplar yaparak (aynen yollara düşmesine sebep olan geride bıraktığı kadının yaptığı gibi) sonrasını düşünerek ve hırsıyla kol kola bir karar verir. Bu kocası ölen soylu kadınla evlenecek ve o da bir lyndon olacaktır ve olur.
redmond barry'nin çok da planlanmamış sıradan hayatı boyunca biriktirdikleri ve ikinci bölümde biriktirdiklerinin altında ezilişi. oysa redmond barry bütün servetini üzerinde taşıyan bir adamdı.
gittiğim berber civardaki sokak köpeklerinden bir tanesini sahiplenmiş köpek yine sokakta yaşıyor ama yemeğini yiyebileceği ve isterse kapısının önünde uyuyabileceği bir yeri ve kuyruk sallayabileceği bir sahibi var. size bir itirafta bulunayım o köpeğe çok özenmişimdir. hatta berbere "köpek olmanın en güzel yanı bütün mal varlığını üzerinde taşıyabilmendir" dediğimi hatırlıyorum.
redmond tam bir köpektir: önüne geldiği gibi yaşar; oysa lyndon'ın üzerinde taşıyamayacağı ama kaybetmemek için uğruna savaşılması gereken çok şeyi vardır.
ilk sahnede barry'nin babasını uzaktan görürüz, o başarılı bir avukat olmak niyetiyle büyütülmüş ve yetişkin biri olmuşken, üç dört at için çıkan tartışma sonucu düelloda ölen biridir. barry lyndon tam da babasına çekmiştir ne var ki babası gibi ilk düellosunda ölemeyecek kadar şanssızdır.
Barry lyndon'ın tek sorunu yeni düzene alışmak değildir daha çok sistem tarafından kabul görmemektir. ne kadar çok parası olursa olsun soylular onun aslında ne olduğunu çok iyi biliyorlardır. evlendiği kadının ilk oğlu oidipal(anne ile arasına giren erkeği öldürecek olan oidipus bu çocuğun tam bir arketipidir, bir farkla ki bu velet centilmen bir soyludur) bir "öteki" olarak bu yozlaşmış adamı işaret eder durur. burada dikkatten kaçmaması gereken nokta barry'nin yozlaşmasının gerçek soyluların dikkatini çekmesi değil barry'nin gerçekten de soylu bir yoz olmayışıdır.
Nedimeler "Las Meninas" - Velazquez tabloya aşağıdaki linkten bakınız. hatta sonrasında hakkında biraz araştırma yapmanızda da fayda var. sanat tarihi bakımından önemli bir eserdir. http://galeri.uludagsozluk.com/g/las-meninas/
bu tabloyla ilgili pek çok şey söylendi. tabloda velazquez kral ve kraliçenin resmini yaparken görülüyor yani bu işi yaparken kendi resmini yapıyor. (arkadaki aynada yansıyanlar ispanyol kralı 4. filip ve eşi öndeki sarışın velet de kızları, etrafındakiler de tabloya adını verenler ve sarayın soytarısı vs.) bu tabloda velazquez ve diğer herkes kime bakıyor? evet kral ve kraliçeye ama aslında size de bakıyorlar yani velazquez sizi mi çiziyor ne çizdiğini göremediğimiz tuvaline vs vs.. işte bunlar hep böyle dillendirildi.
bu tabloda benim ve görseydi barry lyndon'ın dikkatini çekecek ve rahatsız edecek olan şey ise biraz farklı.. bu tablonun minicik boyutlarda bir printer çıktısı evimdeki duvarda var. bakışlar aslında bir yabancıya bakıyorlarmış ve tedirginlermiş gibi geliyor. baktıkları kişiyi istemiyorlar ve ondan korkuyorlar. onun kendilerinden olmadığını biliyorlar. işte barry lyndon'ın "kudretli öteki" oluşunun ve gücün ötekiyi kurtaramayışının hikayesi.
filmin başlarında hayatını ortaya koymaya çekinmeyen toy bir delikanlıdan (ki ortaya konacak pek de başka bir şeyi yoktur) kazandıkça(bu durum kazanmaktan çok yol boyunca biriktirmektir) kaybedeceklerinin yükü altında ezilen bir sonradan soyluya evrilen bu adam ilk bölümde seyirci tarafından desteklenirken ikinci bölümde giderek istenmeyen adam olmaya başlar. özellikle karısının ilk çocuğu olan lordu kırbaçlama sahnelerinde iyice kızarız lyndon'a.
ilk bölümdeki barry'i destekleriz ancak unutmamak gerekir ki ilk bölümde komutanı öldürdüğü için yola düşen barry komutanın ölmediğini, kaçması için bir sebep kalmadığını, bütün olan bitenin düzmece olduğunu öğrendiğinde hatta bu durumdan yıllar sonra bile geri dönmeyi hiç düşünmez.
barry aslında ikinci part başındaki evlilikle değil hayatının tamamında öyle bir yol gelmiştir ki o yolu şairin dediği gibi ancak dönüş yolunu yok ederek gelebilirdi. ilk bölümde sevdiği kadın tarafından hakarete uğrayan adam yine aynı bölümde kendisi gibi bir askerin karısıyla birlikte olduğunda bu yükseliş basamaklarını tırmanan adamı hepimiz desteklemiştik oysa..
filmde ağır bir centilmenlik, nezaket ve onur ironisi de yapıldığını hatırlamak gerekir. özellikle Fransızlara doğru yürüyerek hücum eden ve bando çalmayı asla bırakmayan ingiliz ordusunun telef oluşu sahnesi ilginçtir. (izlerken lan harbiden böyle miydi diye düşünmedim değil )
son cümleler başka başka anlaşılmaya müsait olsa da film bu cümleler şiire dönüşsün diye çekilmiş gibidir. bu sebeple bir şiir olarak okunmalıdır.
"adı geçen kahramanlar 3. george zamanında yaşadı ve kavga etti.
iyi ya da kötü,
yakışıklı veya çirkin,
zengin ya da fakir...
şimdi hepsi eşit."
filmin müzikleri özellikle schubert olanı beni aylarca oyalamıştır.
not: o ağacın gölgesinde buluşup soluklanan belki sonra geri dönen ya da ancak dönüş yolunu yok ederek yürünebilen bir yolun yolcusu olduğu için dönemeyen ve kalamayan herkes için, yıllar sonra bozkırda karşılaşacaklarımız için. beyaz üstüne siyah kare için ve bu sene de akdenize yepyeni bir hata için ineceklere..
1975 yapımı bir stanley kubrick filmidir. 178 dk sürer. uyku sorunu olanlar için idealdir. bir diğer stanley kubrick filmi için:
(bkz: otomatik portakal)
3 saat sürmesine karşılık, tam anlamı ile bir hayatı özetleyen müthiş film.
--spoiler--
sevdiği kız için bir ordu yetkilisi ile çarpışmak zorunda kalan genç barry, kaçmaya karar verir. aşağılanır, soyulur, farklı ordulara katılıp karnını doyurmaya çalışır, kaçar, yakalanır.
ondan sonra yükselişi başlar, zenginleşir ve avrupa sosyetesinin aranan ismi olur. daha sonra bayan lyndon ile evlenerek onun soyadını alır ve müthiş lüks bir yaşam başlar. karısının varolan çocuğu ve sonradan olan kendi çocuğu arasına devamlı koyduğu ayrım, tartışmalar, aşırı lüks hayatın getirdiği sorunlar derken herşey tepetaklak dönmeye başlar. filmin son bölümü ile peşpeşe gelen acı darbedelerdir.
gariban bir köylü genç olarak başladığı yaşamı, onu acılı bir asker, zoraki bir ordu mensubu, bir ajan, bir kumarbaz, bir sosyetik, bir lord yapacak, tüm bunlar kısa süre içinde yokolup, parasız pulsuz, kendi hatası yüzünden oğlunu kaybetmiş, tek bacağı olmayan bir sakat olarak yaşamının son kısımlarına gelecektir.
en etkileyici sahneler sanırım samanlıktaki düello(üvey çocuğun kustuğu) ve barry'nin oğlunun öldüğü sahnelerdir. bir de son söz olarak, kavga etmeyin olur mu demez mi...
--spoiler--
Olaylar 18yy.da Barry adındaki yakışıklı gencimizin bir meme uğruna (hem de kuzeni, evet yücelttiğimiz o eskiler de insanlığın iğrenç yüzünden nasibini almışlardı) kendisinin sürgün edilmesiyle cereyan ediyor.
Yolda başına gelmeyen kalmadığı için çaresizlikten gönüllü olarak girdiği orduda gösterdiği başarılar ve barry'nin şok edici değişimleriyle devam ediyor.
Çekimlere gelirsek Kubrick bey yine yapmış yapacağını. iç mekanda yalnızca mum ışığı kullanarak dönemin vahşileştirdiği insanların ruhunu çok iyi yansıtmış. Her sahne evinizin baş köşesine asabileceginiz bir tablo işlevinde. O kıyafetler, o makyajlar, herkeste savaşın getirdiği o buruk ama bir yandan da güçlü yüz ifadesi.. Her sahnede hem görsel hem de işitsel verilen ince mesajlar..
Kullanılan dış ses şu ana kadar kullanılmış en iyi dış ses olabilir. Nedense filmlerde dış sese pek önem verilmez ve ya cırtlak ya da boru gibi rahatsız edici bir ses seçilir. Bu filmde kesinlikle dış ses çok etkileyici.
'ben yepyeni bir dünya kurarım birader, isteyen gelir yerini alır filme bizzat katılır hatta...isteyen sadece izler. istemeyenin izlememe özgürlüğü de iyidir...'
kubrick abiyi diğerlerinden ayıran en belirgin özellik budur fikrimce.
barry lyndon; diğer filmleri ile beraber şampiyonluk yarışına giremese de uefa hayal değil. en kötü inter-toto. yine de 'sen şampiyon olmasan da, seviyoruz işte var mı diyeceğin'
kitap tadında kubrick filmi. film her ne kadar uzun olsa da izleyeni sıkmaz.bana göre görüntü kalitesi şimdiki filmlerden bile daha iyidir.-bu film için zeiss'in nasa için tasarladığı,uydu fotoğraflarını çekmek için,merceklerin kullanılması bunu açıklar-ayrıca filmde haendel'in sarabandesi,shubert'in piano trio in e flatı ve daha birçok mükemmel eser kullanılması filmi daha da üst seviyelere çıkarır. benim tavsiyem bol vaktinizin olduğu zaman izleyin filmi.
uzun mu uzun olmasına rağmen -2 saat 57 dakika- müthiş sürükleyici bir filmdir. izlerken bir an bile saatinize bakamayacağınız, görsellik konusunda aşmış bir stanley kubrick şaheseri. bir insanın yaşam serüvenini, iniş çıkışlarını mükemmel bir şekilde anlatır barry lyndon.
Fransız Devrimi öncesinde Avrupa soylularının amaçsız yaşam tarzlarına, yapay değer yargılarına ve yozlaşmış ahlâk anlayışlarına eleştirel bir bakıştır. hırslı serüvenci Barry Lyndon'un kişiliğinde, ileride ortaya çıkacak ve aristokrasinin yerini alacak olan fırsatçı bir yeni sınıfın, yani burjuvazinin vurgusunu yapar. Film olağanüstü görsel anlatımı, dekor ve kostümleri ile ön plana çıkmaktadır. uzun bir sinema şaheseri. bu zamana kadar izlemiş olmam büyük kayıp...
sebeb-i edit: imlâ.