edirne'de bulunan haftanın her günü öğrenciler tarafından canlı rock müzik yapılan hoş-güsel ancak biraları gayet sulu bardır..
knockin on heavens door orda çok güsel çalınır-söylenir kimi gruplar tarafından; orda aşık olmustum bu şarkıya.. hatta electro gitar çalan arkadas bi yandan rakı içiyo bi yandan o güselim sololarını atıyodu bu şarkıya, çok eğlenceliydi..
heeeyy gidi bar-fly heeeeyy heey heeey heeey..
1987 tarihli barbet shroeder filmi. charles bukowski'nin gençliğini anlatır. ilgilenenler görmelidir.mickey rourke ve faye dunaway görülmeye değer oyunculuklar sergilemiş, bukowski' yi bile kendilerine hayran bırakmışlardır. daha sonra bukowski filmin çekim aşamasını anlatan hollywood adlı bir kitap yazmış ve bizi çok mutlu etmiştir.
Barfly Bukowski'nin otobiyografik hikayesidir. Geçiyorduk uğradık misali bir barfly olarak yaşadığı yıllara geri döner ve hayatından ufak bir kesit görürüz. Ufak ama eğlenceli, bir o kadarda trajik ve ümitsiz bir buçuk saatte tüm bir yaşamı özetler biçimde Chinaski'nin öyküsüne bakarız. Her akşam uğradığı, sıklıkla barmenle sıkı kavgalara tutuştuğu ama istinasız körkütük sarhoş olduğu Golden Horn isimli barda başlayan ve yine orda biten hikaye de Bukowski'ye Mickey Rourke can verir. Rourke'un da hayatının rolüdür belki de bu. Bukowski dahi hayran olur bu ayyaşa. Çekimlerde sürekli bulunan yazarın filmin yapım aşamasını anlattığı ve en az film kadar ilginç Holloywood adlı kitabında şöyle der: "Odanın kapısı açıldı ve Jack Bleddose yalpayarak içeri girdi. Tanrım genç Chinaski'ydi bu. Bendim. içimde ince bir sızı duydum. Gençlik orospu çocuğu nerdesin. O genç ayyaş olmak istedim tekrar. Jack Bleodose olmak istedim ama birasını yudumlayarak köşede dikilen moruktum ben." Rourke'da gençliğini görmüş ve özlemle hatırlamıştır.
ilk başlarda Bukowski'yi oynayacak oyuncu olarak yakın dostu Sean Penn düşünülmüş ama Penn'in filmin yönetmeninin Dennis Hopper olması yönündeki ısrarı nedeniyle vazgeçmiştir. Sean Penn bugün filmde bulunamadığına çok üzüldüğünü ve yaşlı dostunun filminde muhakkak olması gerektiğini söyler. Bukowski'nin 94 yılındaki ölümünden sonra çektiği Crossing Guard filmini ona adar.
Bir sahnede Bukowski'nin kendisini de görürüz. Tabi ki barda birasını içmektedir. Kendi hayatını anlatan filmde barda oturan bir barfly olmuştur. Filmde barda demlenen tüm ayyaşlar yönetmenin uzun süre barları dolaşıp bulduğu gerçek barflylardır.
Alkolik seksi ve birazda Chinaski'nin dişisi tavrıyla Vanda'yı canlandıran Faye Dunaway'de unutulmaz bir kompozisyon çizer. Hatta barda bir kadınla kavga edip fena halde benzettiği sahnede Hank'i dahi sollar. Bakımsız ve kaçık haliyle dahi Dunaway çok etkileyicidir. Ayrıca "bir ellilik viskiyle gelen herkesle yatabilirim" diyecek kadar da açıksözlü.
Atilla Dorsay film için şöyle der: "Bizlerden beklenileceği gibi lanetli bir sanatçı portresi çizip bizi sanatçının kaderi üzerine düşüncelere çağırmıyor. Hayır tam tersine hafif akıcı nerdeyse şen bir filmle karşı karşıyayız. Seyircide uyanan daha çok bir gülme isteği oluyor. Ama kuşkusuz acı buruk bir gülmek bu. Çünkü bar kelebeği üstüne basarak olmasa da bizlere özellikle kitlesel davranış biçimlerine uymayan toplumdışı marjinal sanatçı kişilikleri üzerinde oldukça iç burucu bir görünüm getiriyor. Kimse bir yoksul denli ızdırap çekemez veya sürekli olan tek şey nefrettir diyebilen bir kişiyi bağrınıza basanız geliyor iğrenme duygunuzu yenerek. Çünkü bir kez daha Chinaski /Bukowski / Rourke kişselliğini- bireyselliğini gönlünce yaşamak isteyen yaşam denen şeye boş vermiş sançtı kişiliğinin unutulmaz bir simgesi haline geliyor perdede. Bar kelebeğini kendi adıma tüm marjinallere adamak istiyorum."
Evet tüm marjinallere ya da tüm ayyaşlara adanabilecek bir filmdir bu. Bukowski'nin özyaşamsal hikayesi Schroeder'in elinde tam da olması gereken gibi olmuştur. Ne biraz fazla ne biraz eksik görünür göze. Bu yazar olmaya çalışan, yaşamın kenar uçlarında gezen, sürekli içen ve sabah ilk işi kusup yeniden içmeye başlamak olan, boşvermişliğin ta kendisi olmuş, kadınlara düşkün sıra dışı bir adamın hikayesidir. Abartılan hiçbir şey yoktur keza onun kendisi ve yaşamı bir abartıdır zaten. Sadakat, aşk gibi kavramların pek önemi yoktur onun için.. "Aşık olmaktan korkuyorum" diyen Vanda'ya, "Korkma henüz daha kimse aşık olmadı bana" der. Aşk bir önyargıdır diyen birinden başka ne beklenebilir ki zaten.
Barfly'da her şey o kadar sahici görünür ki göze ona sempati duymaya başlar, kimi zaman acır, kimi zaman içten içe gülersiniz. Hatta her şeyin kötüye gitmeye başladığını düşündüğünüz zaman Chinaski olmak ve tek kelimeyle boşvermek istersiniz. Yükselip her şeye tepeden bakmak ve o kalabalığın, yığınların arasında olmadığını görüp huzuru orada bulmak.
Barfly size kurallar kaideler sunup yol gösterme derdinde değildir. Böyle ol yada olma şeklinde bir imada bulunmaz. Sadece göstermek istediğini gösterir, derdini anlatıp kenara çekilir. Kendisinin de dediği gibi bize mesajlar vermeye çalışan ya da beni çok fazla önemseyin diyen bir film değil, sadece Chinaski'nin hikayesidir o.
Film A.B.D de değişik tepkiler aldı. Kimi göklere çıkarırken kimi yerin dibine soktu. Senenin en iyi on filminde biri ilan eden yazarlarda oldu senenin en kötüsü ilan edenlerde. Bukowski ise film için şöyle demiş: "O benim hikayemdi. başka kim hayatını milletin kafasına kakabilirdi böyle. Aslında benmerkezci olmaktan kaçınmıştım. Bazı ayyaşların çaresiz ve tuhaf yaşantıları olduğunu anlatmak istemiştim. Gel gelelim tanıdığın en iyi ayyaş kendimdim."
filmde anlatılan aşk hikayesinin aslını öğrenmek isteyenler, bukowski'nin yaşamöyküsünün anlatıldığı çılgın bir yaşamın kollarında tutsak isimli kitabı okumalıdır.
charles bukowski'nin hayatının bir bölümüne yer vermesi sebebiyle, canı gönülden sevdiğim film. mickey rourke oyunculuğunu konuştururken, filmde charles bukowskinin aylak, sarhoş ve yazar yönüne dikkat çekiliyor.
charles bukowski' nin çekim aşamalarını hollywood kitabında anlattığı ve senaryosunu bizzat yazdığı film. genel olarak başarılı. özellikle mickey rourke role gayet güzel oturmuş. fakat yine de daha az yakışıklı, bukowski' nin kendini tarif ettiği gibi ''maymun gibi bir surat, kısık gözler, iğrenç bir görüntü'' sahibi bir oyuncu olsaymış ya da mickey rourke' a böyle bir makyaj yapılsaymış daha gerçekçi olurmuş. ki zaten bukowski' de sean penn' in oynamasını istemiş ama olmamış.(sıkı bir bukowski fanı ve funclub' ının başkanı olan sean penn filmde oynamak için sadece 1 dolar ücret istemiş fakat verilen sözler yüzünden olmamıştır. bunun yanında mickey rourke metalik bir rolls royce temin etmezseniz oynamam diyerek şart koşmuş.)
---spoiler---
filmi beğenmeme rağmen biraz daha karanlık ve kasvetli tasvir edilmesini beklemiştim. zira senaryoyu bizzat chinaski yazdığı için. yoksa daha sonra çekilen factotum ile kıyaslanınca bu film ışıl ışıl parlıyor. daha çok factotum ve ölüler böyle sever kitabında bahsettiği sahneler var. tabi biraz deforme edilmiş ve hollywood işi yapılmış. mesela filmde cinselliğe çok az değinilmesi klasik buk tavrindan oldukça farklı.
bunun yanında filmde chinaski deli, ayyaş ama insan canlısı bir karakter gibi çizilmiş. replikleri ile bunu yalanlıyor olsa da bara girdiğinde ve birçok sahnede arkadaşları ile diyaloğu oldukça iyi. tabi kitaplarında hiç te böyle değil.
bir kaç anektod vermek gerekirse filmde bir sahnede mickey rourke yeşil palmiyeli bir gözlük takar. hollywood kitabında yönetmen başrol oyuncusunun böyle bir şey istediğini söyler. bukowski ise ''hiç bir california' lı öyle boktan bir şey takmaz'' dese de kabul eder. yine aynı şekilde faye dunaway bacaklarını göstermek ister ve bukowski onların isteği üzerine bu sahneleri yazar. bununla ilgili de kendisi için ''sonunda nehir kıyısında kıçını satmaya başladın işte'' der. yani sistemin onun saflığını bozmasından dem vurur.
barmen ile diyalogları ve kavgaları ise filmin en güzel yeri olmuş. geri dönüş ile biten filmin havasına uygun.
tabi başlarda bukowski' nin barda göründüğü sahne ilk tanışma ve aşık olma sahnesi olduğundan oynamayı kendisi istemiştir.
tüm bunlara rağmen bukowski bu filmin senaryosunu yazmayı kabul ettiği ve bu işe giriştiği için pişman olmuş. kitaplarındaki yalın anlatım ve çarpıcılığı yakalayamamaktan korktuğu için olsa gerek. filmi zleyince de bu korkusunun haklı olduğunu anlıyoruz.
son detay mickey rourke' un çene çıkığı şeklinde görünmesi elbette bukowski' nin ağız yapısını taklit etmesinden geliyor. ve başarılı. ama yürüyüş sitili çok abartılı buldum.
bukowski born into this isimli belgeselini izlerseniz sanırım daha detaylı bilgi alabilirsiniz.
---spoiler---
genel olarak güzel filmdir. bukowski hayranları için izlenmesi elzemdir.
bukowski nin hayatından küçük bir kesit olarak sunulan film. filmle ilgili detay bir ayrıntı ise yaşlılar. heryerde her sahnede neredeyse varlar. bukowski sanırım bunu özellikle istemiş.
mickey rourke'un Bukowski'nin beğenmediği oyunculukla oynadığı filmdir. Bukowski beğenmez çünkü fazla abartılı bulur. Bardaki o konuşmalar, ağzı yaymalar bukowski tarafından ciddi ciddi eleştirilmiştir.
bukowski nin kendi yaşamına dair yazdığı bir filmdir. mickey rourke aslında bukowski rolündedir.
oyuncu seçmeleri yapılırken bukowski, yönetmenle birlikte kendini oynayacak aktör ile mülakat yapmak için oradadır. bütün aktörlerle görüşülür bukowski bir türlü karar veremez. 1 aktör ise görüşmeye gelmemiştir. isimler üzerine yönetmenle görüşürlerken kapı açılır. ayakta duramayacak kadar sarhoş birisi içeri girer, bukowski ve yönetmenin olduğu masaya doğru ilerlerken yere düşer. emekleyerek kalkmaya çalışır. bu sırada bukowski yönetmene dönüp işte bu adam der.
içeri giren mickey dir.