insanın kanını donduran filmdir. az önce tekrar izledim de, içime bir ağırlık çöktü resmen. insan böyle şeylerin başına gelmeyeceğinden emin olamıyor gördükçe. gerçek olduğunu da bilmiyordum da, bunu öğrenince daha da sıkıldım.
mesela bazı türk filmleri vardır, hani sen buna geneli de diyebilirsin. oturup eleştirmessin bile. hani olumsuz birşey bile söylenecek değeri yoktur. bu film öncelikle olmuş. o yüzden kimi olumsuz eleştirileri hakediyor ki bunlar ile başlamalıyım. baştaki sahneler uzun tutulmuş, gençlerin gereksiz muhabbetlerine dayanamayıp kapatıyordum az daha. birde tgg muhabbeti var ki bir yere varamamış, film bu gereksiz sahneleri ile belki de dünya sinemasında bir öncül olamamış. filmin mantığı çok iyi aslında, kötülüğe dönüşümü anlatıyor. insanların nasıl kötü olduklarını gösteriyor ancak neden kötü oldukları konusunda edilen 3 cümle de pek bir eksik kalmış. sorguladıkları olay bakımından kaliteli bir hikaye, e zaten yaşanmış hikaye.. kötü adamlar bir filmde biraraya gelebilecek en efsane adamlardan oluşmuş. hafiften tarantino filmi havası sezdim ben. muhteşem 90'ların ardından 2000'li yıllar ile birlikte gelen kalitesiz film furyasını kırabilecek zincirlerden birisi bu film. mesela serdar akar şimdi çekse, oscar adayı bile olabilir. devam etsin böyle filmler, dram böyle işlensin. gözüne soka soka işlensin, duygu sömürüsü yapmasın. festival filmi gibi bembeyaz kağıt verip, çok güzel şeyler alabilirsin bu filmden, al sana sanat! da demesin, devam etsin böyle filmler, dizilerde heba olan oyuncularda kendini böyle filmler ile göstersin, olma mı ?
paranoya seviyesini en üstlere taşıyan ancak unutulmadığı sürece ikinci kez izlemenin gereksiz olduğu, nejat işler'in rolünün hakkını verdiği başarılı ve geren-üzen film.
oyunculukların gerçekten kaliteli olduğu bir türk filmidir. senaryo da her ne kadar mide bulandırıcı olsada sağlam bir senaryodur diyeceğim ama malesef gerçek bir olaydan uyarlamaymış. hem gerçek olduğu ve bu vahşeti gerçek insanlar yaşadığı için malesef hem de harbiden bu sefer türk sinemasında ortaya kaliteli bir senaryo çıkmış derken aslında uyarlama olduğunu öğrendiğim için malesef... tabi ki birinci malesef daha ağır basıyor. bu filmin uyarlandığı gerçek olaya gelirsek;
aşağıda yazılanlar direkt olarak olayı yaşayan bir mağdurun kendi sözleridir;
1997 yılında, 18 yaşındaydım ve Ankara'da Şapka
Bar'da şarkı söylüyordum. Olayın olduğu apartmana taşınalı henüz 15 gün
olmuştu. Bir tarafında Cumhurbaşkanlığı Köşkü, bir tarafında Başbakanlık,
diğer tarafında Dışişleri Bakanlığı Konutu ve Mesut Yılmaz'ın evi vardı.
Yani dağ başında değildik. ilk dört daire boş, diğerleri doluydu. O gün
üniversiteli iki erkek arkadaşım, akşam yemeğe gelecekti. Aynı gün
Mersin'den komşum, 18 yaşındaki A.T.G. Bir kız arkadaşıyla Ankara'ya
gelmiş ve beni arayıp "Görüşelim" demişti. Onları DA yemeğe davet ettim.
Beraber yemek yedik, eğlenmeye çıktık. Gece 2'de eve döndük, hemen uyuduk.
Sabah 5 civarında gürültüyle uyandık. Eli silahlı, yolda yürürken korkup
karşı kaldırıma geçeceğiniz korkunçlukta 7 adamla burun buruna geldik.
Yüzlerinden pislik akıyordu. Sonradan öğrendiğimize göre, apartmanın üst
katını tutmuşlar. Kuruyemiş dağıtımı yaptıklarını söyleyen, aslında
barlardan haraç toplayan bir çetenin adamlarıymış. Ellerindeki silahları
ve bıçakları gösterip,"Napıyorsunuz LAN, bizden habersiz karı mı s...
Burada" diye bağırıyorlardı. Aslında amaçları para alıp gitmekti. Kızları
görünce kalmaya karar verdiler. Hepimizi odanın duvarına dizdiler,
ellerine geçirdikleriyle dövmeye başladılar. Sopayla yorulduklarında tekme
atıyorlardı. Dövmekten sıkılmışlardı. "Elektrik verelim LAN bunlara"
demeye başladılar. Dayaklardan çığlık atacak halimiz kalmamıştı, elektriği
yiyince avaz avaz bağırdık. Bu DA yetmedi. içlerinden biri elindeki
bıçakla penisimi kesmek üzereyken, en gençleri ve kötünün iyisi Murat
Gökgöz müdahale etti. Beni kurtardı. Yine de vücudumun her yeri bıçakla
kesildi, hala¡ izlerini taşıyorum.
Bir yandan içiyor ve uyuşturucu alıyorlardı. ilk üç saat çığlığımız hiç
dinmedi. "imdat bizi öldürüyorlar" çığlığı attıkça, kahkaha atıp "Biz
Allahız, kimse dokunamaz" diyorlardı. O kadar bağırmıştık ki, nasılsa
birileri duyup polisi aramıştır, diye umutlanıyorduk. Fakat NE gelen vardı
NE de giden. 17 saat boyunca kimse yardımımıza gelmeyince "Adamlar haklı,
gerçekten bunlara kimse dokunamıyor herhalde" diye düşünmeye başladık.
Bugün bile aklım ermiyor: O çığlıkları bir Allah'ın kulu duymadı mı? Kırık
kapıdan hiç MI ses çıkmadı dışarı? Duyup, polisi aramayanları
affedemiyorum.
Birkaç saat sonra erkek arkadaşlarımızdan Ş.Ş, kaçmayı başardı. Peşinden
silahla gidip, herkesin ortasında onu geri getirdiler. Hatta o sırada bir
nakliyat kamyonunun şoförü, Eli silahlı adamı gördüğünde "Naber abi yine
MI kurban kesiyorsunuz" diye gülmüş.
Hepimizi öldüresiye dövdükten sonra, 18 yaşındaki A.T.G.'yi diğer odaya
götürüp tecavüz ettiler. "Bakireyim, yalvarırırm beni bırakın" diye ağladı
AMA dinlemediler. Sonra DA kocasından yeni boşanmış ve dört yaşında bir
kızı olan 23 yaşındaki N.K.'ya tecavüz ettiler. O DA, "Dört yaşında kızım
var, NE olur beni ona bağışlayın" diye yalvardı, dinlemediler. Kızların
ikisine de 17 saat boyunca defalarca tecavüz ettiler. Yalvarmaları hálá
kulaklarımda.
içkileri bitince beni karşıdaki Tekel bayiine içki almaya yolladılar.
"Polise haber verirsen kızlardan birinin kafasını uçururuz" dediler.
GÖRENLER POLiSi ARAMADI
Dükkandakilerin her yerimin kan revan içinde olduğunu görünce polisi
arayacağını düşündüm. Adam beni süzdü. "Yalvarırım polise haber ver, NE
kadar para istersen veririm, senin de çocuğun vardır" dedim. Cevap "Başımı
belaya sokamam" oldu. Sonradan öğrendiğime göre, olay ortaya çıktıktan
sonra, polisler o adamın kırılmadık yerini bırakmamış.
Ağlayarak eve döndüm. Zorbalar, "Arabaya atıp bir yere götürüp orada mı
öldürsek, yoksa öldürüp cesetleri bir yere MI taşısak" tartışması
yapıyorlardı. Akşam saat 21.00'e yaklaşırken ibrahim Ural, en sessizimiz
Ş.Ş'nin kafasına silah dayayıp "Yürü" dedi. Öldüreceklerini sandım
"Nereye" diye sordum. Ş.Ş'yi bırakıp, "Sen gel o zaman" dedi. Apartmanın
bodrumuna götürdü. "Buraya kadarmış, öldürecek" diye düşünürken bana
tecavüz etti. Tekrar yukarı çıktığımızda, herkese "S... Herifi" deyip beni
koltuğa fırlattı.
KAÇIP POLiSE GiTTiM
Sonra yanıma oturdu, tişörtümün içinden göğüslerime doğru elini soktu.
O sırada, "Bana bir duble rakı verin" diyerek herkesi şoke ettim. Bir
dikişte içtim, ikincisini istedim. "Oh, oh keyiflendi bak, madem
şarkıcısın bize şarkı söyle" dediler. istedikleri türkünün iki dizesini
mırıldanıp, ingilizce şarkıya geçmiş gibi yaptım. Arkadaşlarıma "I will
run away, don't afraid" (Kaçacağım, korkmayın) dedim. Kaş, göz işaretiyle
"yapma" dediler. Üçüncü dubleyi istedim. Dört ve beşinci dubleleri kendim
aldım. 10 dakikada beş duble içmiştim. Tecavüz edip, 17 saat dövüp
rahatlamış olmalılar ki, bizimle "Memleket nere" muhabbetine geçmişlerdi.
Altıncı duble için ayağa kalktığımda saat 23.00 civarıydı. Muhabbet
koyulaşmıştı. Kırık kapıya iyice yanaştım, dışarı çıktım, bardağı bırakıp
merdivenlerden aşağı koşmaya başladım. Caddeye çıktığımda ilk gördüğüm
arabaya kendimi atıp, "Gaza bas abi, polise" dedim. Karakol 3 dakikalık
mesafedeydi. Nöbet değişim saatiymiş, olması gerekenden daha fazla polis
vardı. Beni kan revan içinde görünce donakaldılar. "Ne oldu sana"
dediklerinde "Sabah 5'ten beri işkence görüyoruz, arkadaşlarım hálá
onların elinde, silahlılar" deyince beni de arabaya atıp, çok kalabalık
bir grup polisle eve gittik. Evin etrafını sardılar ve diğerlerini de
kurtardılar.
Mahkeme devam ederken, bir araba önümde durdu. Daha önce hiç tanımadığım
ünlü bir mafya babasının adamları beni arabaya bindirdi. Korkmuyordum
çünkü başıma gelebilecek en kötü şeyler gelmişti. Daha kötüsü ne
olabilirdi ki? Mafya babası babacan tavırla bir kadeh viski ikram etti.
Elime bir telefon tutuşturdu. "Öldür dersen, hattın ucunda bekleyenler,
size bunları yapan adamların hepsini içeride öldürecek" dedi. Bir saat
düşündüm. Bize biraz daha iyi davranan Murat Gökgöz hariç hepsinin
öldürülmesinden yanaydım. ikinci saatte, bana tecavüz eden ibrahim Ural,
en acımasızları Murat Yıldırım ve Murat Kandemir'in öldürülmesini
düşündüm.
Bir türlü karar veremiyor, ağlıyordum. Onlar karar vermem için
sıkıştırıyordu. Birden bu kararı benim veremeyeceğimi, o kadar cani
olamayacağımı düşündüm. Bize bunu yapanlar insan değildi ama biz insandık.
Daha sonra olayı Ş.Ş'ye anlattım. iyi ki yapmadın, dedi. Sonradan
öğrendiğimize göre Murat Gökgöz hariç hepsi içeride tecavüze uğramış.
CiNSELLiĞiMiZi SORGULADILAR
Olay ortaya çıktıktan sonra, Ankara'da barlarda şarkı söylediğim için gece
fotoğraf çeken bütün fotoğrafçılardan benim sahnede **** gibi giyinip
süslenmiş fotoğraflarımı aradılar. Bulamadılar tabii. Olaydan sonra en
ağırıma giden, en entelektüellerinin bile, "Çocuk zaten eşcinselmiş"
demesi oldu. Herkes manidar şekilde "Niye siz" sorgulamasına başladı.
Bizden öncekilere neden olmuşsa, bize de o yüzden olmuştu. Sanıklardan
biri, 11 yaşındaki erkek çocuğa tecavüzden sabıkalıydı. Çocuk neden
tecavüze uğramıştı? Olayı manidar şekilde sorgulayan herkesin başına Allah
aynısını versin. "Tecavüze uğrayan sen miydin" dediklerinde bir hafta
bunalımdan çıkamazdım. Şimdi rahatım. Ne yüzümü gizliyorum, ne adımı.
Utanması gereken ben değil, onlar ve onları hapisten çıkaran
politikacılar.
MAĞDURLAR NE HALDE?
Tunç Erden Yakar
28 yaşında. Olaydan sonra ingiltere'ye gitti ve üniversite okudu.
Türkiye'de can güvenliği olmadığı gerekçesiyle Hollanda vatandaşlığına
kabul edildi. Şimdi istanbul'da reklam şirketi sahibi.
A.T.G
28 yaşında, küçük bir kasabaya yerleşti. Yalnız kalamıyor. Her yıl
birkaç kez intihara teşebbüs ettiği için yanında sürekli birileri var.
O.Y
29 yaşında. Olaydan kısa süre sonra büyüdüğü ülkeye, Almanya'ya geri
döndü.
Ş.Ş
29 yaşında. Tunç Erden Yakar'ın yardımıyla Hollanda'ya yerleşti.
N.K
33 yaşında. Kızıyla birlikte, geçmişini kimsenin bilmediği küçük bir
kasabada, incik boncuk satarak hayatını kazanıyor. Kızının varlığı
sayesinde hayatta kalma gücü buluyor.
korku filmi niyetine izlemem gerekirken her işkencede ve küfürde güldüğüm noluyor bana sadist mi oldum dediğim ama elemanların bar basılmadna önceki yavşak ilişkilerini hatırlayınca az bile bu ibnelere dediğim filmdir. baya bi mesaj vermeye çalışmış ama işkenceye uğrayan tiplerin komik tepkileri falan işin ciddiyetinin içine etmiş. böyle sokata milletin gözüne sokar gibi öpüşen aşk böceklerine gıcık oluyorsanız ve özgün küfürler duymak istiyorsanız izleyin ve rahatlayın derim.* tipe bak amk:
--spoiler--
baştan sona abartılmış şiddet, küfür, tecavüz var. gemide filminde küfürler arada kaynıyordu ama bu filmde fazla abartmışlar. açıkçası niye yapmışlar bu filmi çözemedim, amaç neydi birader? cidden bak biz saten bu tip hanzoları sağda solda görüyoruz filmde bunların ibneliklerini gösterip neyi amaçladınız?
--spoiler--
kısacası izlemezseniz hiçbir şey kaybetmezsiniz dostlar. bence izlemeyin 1,5 saat başka şeylerle meşgul olun, zamanınızı öldürmeyin boşa.
lann en önemli şeyi unutmuşum. bu filmin soundtrackı güzel şarkıdır. hatta lisedeyken oynadığımız tiyatronun sonunda kız arkadaş çok güzel söylemişti.(evet burçak senden bahsediyorum, okursun belki)* bugün dinledim yine 5 sene öncesine gittim vay arkadaş ya..
olayın baş kahramanı selim in aşağılanma kompleksi ile psikopatlığın dibine vurduğu başyapıttır. biz hep selim ve tayfasını eleştiriyoruz ama çevrede o kadar züppe ve şımarık zengin çocuğu varki bir anda içimize selim ve tayfası kaçabiliyor, biz de o eleştrdiğimiz psikopatlara dönüşebiliyoruz.
dün akşam "istanbul sapphire" e fotoğraf çekmeye gittim. gözlem ve fotoğraf alanında fotoğraflarımı çekerken yan masada oturan sevgililerde (barda filmindeki üniversiteli tayfa) fısıldaşmalar başladı. ben deklanşöre bastıkça hanım kız kafasını hızla çeviriyor ve şahsıma nefretle bakarak "öff pöff" sesle çıkarıyor. (nereden geldi bu hayvan ne güzel eğleniyorduk, niye alıyolar bu fakir kıroları) tabi ben bu olayı görmezden, duymazdan ve anlamazdan geldikçe bunlar fısıldaşmaya devam ettiler, şahsıma nefretle ve aşağılamayla baktılar. o kadar sakin ve olgun bir yapım olmasına rağmen içimdeki nefret körüklenmeye başladı ve acaba? (sizin amınıza korum lan yavşaklar) demeye başladım. sonuçta bir kıvılcım bekliyordum onları sikmek için. basılan damarım belki beni selim e dönüştürebilecekti. ama ses çıkarmadım. bir hamle ile onların amına koyabilme imkanım olmasına rağmen sessizce oradan uzaklaştım. kim bilir arkamdan neler konuştular ama ben bir şey yapmadım.
olayın özü kimseyi yadırgamamak, kimseyi hafife almamak, kimseyi maddiyatından dolayı yargılamamak gerekir. yoksa bir gün siz de selim in kucağına düşebilirsiniz.
şiddet kısmı son derece, miğde bulundıran kişinin içini yakan filmdir. gerçekte olan olay ve bir kimse yardım etmemiş yazık...
(fragmanlarını görmüştüm sanırım izlememiştim içim yandı resmen izleyince, acı...)
-niye bu yazım eklenir ki hep -insanların gerçek korkak olduğu gerçeği de niye sizin işinize gelmez çünkü-sizde kimseye yardım etmeyeceksiniz.
o jilet sahnesine bittiğim filmdir. o jileti yavaş yavaş çıkarması, o gözlüğü takması kadının onu izleyerek gözleriyle yalvarması.. galiba sadistim lan.
nejat işler, serdar orçin ve erdal beşikçioğlu'nun oskarlık performans sergilediği nefis başlayan nefis biten ancak mahkeme kısmının alelacele geçilip üzerinde durulmamasından dolayı bir pardon bir eşkıya olamayan filmdir... *
izlerken dehşete düşüren filmdir. gerçekten kanım donmuştu. o haberlerde sık sık kullanılan "kanı donmak" deyimini birebir yaşadım. izledikten sonra bir müddet bara gidemedim. ama kısa sürdü merak etmeyin. *
gore sinaması açısından baktığımızda yandan çarklı ve çok zayıf olan bir film nejat işler döktürmüştür o ayrı. birde paranoyak olmasını sağlıyor insanın ama bir sürü mantık hatası doluydu.
birincisi bar ortamında gençlerin eğlenirken kendi aralarında ne kadar saçma konuştuklarını ve ne denli basit şeyleri problem ettiğinden yakınıp durdum. sonra kendime aynısını sordum bizde yanımızda hatunlar varken bu denli sivrilmeye çalışıp maymunluk yapıyormuyuz diye? kısacası soğudum öyle ortamlardan yani tamam saçmalanır herşeyi unutmak için ama bunu dinleyen ve aynılarını yapan insanlar var mı? varsa eğer cidden akıllarından şüphe ederim bir de saçmalayan erkeklere tav olanlar kızlar varmış filmde onu gördüm 24 saat boyunca saçmaladığım ve çocuklaştığım anlar olur bazen siktir olup gitmek isterim ama ben öyle bir şeye denk gelmedim.
ikincisi kötü adamların şeker kamışı sopayı nerede ve ne zaman bulduklarını hep merak ederim. bar ortamında küçük çocukların bodyguardlık yaptığınıda görmüş olduk. hatta olaylar başlamadan önce barmen en son ufak bir velede çık sen ben kapatırım mekanı demişti.
üçüncüsü aynı bar sahnesini kabadayı filminde görmüştüm. bar basmak ve çıkmak o kadar kolay değil arkan sağlam ve meczup olmadıkça. işin bu noktasında kabadayı filmindeki devran karakteri ile barda filmindeki selim karakteri karşılaştırıldığında yine mantık hatası bulunan film. çünkü selim karakteri her ne kadar psikopat olsada düşünebilen bir karakter sonuçta yani filmde yansıtılan bu çetenin beyni gibi duruyor. devran karakterine gelelim arkası sağlam ve gözü kara ve istediğini almak için düşünmeyen bir karakter. kısacası devran daha bir manyak selim yani. bu mantıktan yola çıkarsak selim'in bir ara arkadaşlarına dur diyeceğini düşünmedim değil hani adamlar yapmak istedikleri her şeyi yapıyor selim topluyordu arkalarını.
dördüncüsü gore film yapmak ve gerçek hayatta uygulanacağını düşünmek bu kadar basit değil işe sanatsal açıdan baktığınızda bir sürü tiksinti yüzünün gösterilmesi gerekir. türkiye şartlarında buda mümkün değildir. yani ben gore sinemasını severim arşivimde vardır bazen izleyemem midem kaldırmaz ama arşivlerim mutlaka. film bu açıdan bakıldığında sınıfta kalmış arşivlik bir film değil kalbur üstü çekilmiş gibi izlenim bırakıyor üstünüzde.
beşincisi film o kadar ciddiyetle çekiliyor ki sıfır hata olması lazım gerekir böyle filmlerde. en azından yabancı gore sinemasına baktığınızda onları bu kadar özel kılanın baştan saçma film olduğu söylenmesi ve o mantıkla izlemenizdir yada işi ciddiyetle yaptıkları için izlenir ve etrafta övülüp durulur böyle filmler. ama filmde ciddiyet yok olaylar öyle saçma kurgulanmış ki ulan yeter artık diyorsun filmde sürekli tecavüz ve dayak var başka şeyler göster battı balık yan gider daha ileriye git diyorsun içinden. kötüleri dahada kötü görmek istiyorsun çünkü sen aynı durumda olsan daha kötü olursun bunun sebebide filmde kurgulanan olaylar o kadar basit şeyler değil. ama şöyle bir acı gerçek var ki gore sineması açısından baktığımızda türkiye'de çekilen bu yapımlar tecavüzden öteye gidemez.
ben böyle filmlere hiç hasiktir tepkisi veremiyorum artık. teksas katliamının gerçek bir hikaye olduğunu öğrendikten sonra bu film o kadar normal geliyor ki insana sadece yukarıda yaptığım gibi film boyunca mantık hatalarına takılıyorsunuz. ayrıca varoş semtinin çocuklarıyla entel takım arasındaki muhabbete hiç girmiyorum her iki tarafta bol bol iğrenç gösterilmiş bol bol haklıda çıkarılmış kendi çaplarında bu açıdan film oldukça zorlama yapılmış kendini freud sanan entel dantel adamlar görmedim açıkçası. filmde ki entel diye gösterilen tipten entel adam bile nefret eder yani tamam dünya bir yerlerinde değil yaşıyorsun ama nereye kadar? en piç adam bile sorumluluk alıyor hayatındaki belli bir noktadan sonra ve kafasına dank ediyor. kısacası filmdeki karakterler çok saçmaydı ne entel enteldi ne varoş varoştu. uyuşturucu alacak parası olduktan sonra adam üstüne bir şeyler alır bara girmeyide sorun etmez böyle sınıf farklılıklarıda ortaya çıkmaz ya. filmi yalan yapar tezini çürütürüm böylece.
filmi biraz önce izledim, taze taze yorumlarımı da aktarayım:
türk filmi olduğu için bu kadar geç izledim. o da bir arkadaşımın ısrarıyla. biraz ön yargılıydım türk filmlerine, o bakımdan. bu filmi izlemeden önce requiem for a dream ı yedinci kez izledim. onun üzerine iyi gitti diyebilirim. gayet akıcı bir film. ancak diyaloglar vasat geldi bana. bir gemide değil. vay amına koyim, demek için izleyin.
edit: eksileyen vatandaş kim ise özel mesaj atsın, konuşalım.