Batı görevini yerine getirmek için 10 gün önce londra'ya yerleşmiş ve iş yerine yakın bir daire kiralamışsınızdır. Evinizin doğuya bakan tarafında, muhteşem mimarisi ile gözlerinize sabah ziyafeti yaşatan saint paul katedral'i bulunmaktadır. Bir alt katınızda, adıyaman tütünü satan, oldukça tanınmış bir adam olan jack kalmaktadır. Şehri henüz iyi bilmediğinizden sık sık jack'i rahatsız eder ve bazı yerleri sorarsınız. Jack evinde bulunan bütün duvarlara alman filozoflarının resimlerini asmış ve tuvaletteki duvara ise kant'ı layık görmüştür.
izinli olduğunuz ve boş olduğunuz bir gün nihayet gelmiştir. Elinize wittgenstein'a ilişkin yazılmış bir makaleyi alıp okumaya başlarsınız:
geç dönem wittgenstein; dil oyununun dilden öncesel olduğunu ve bu ontolojik önceselliğin, "dildeki sözcüklerin anlamlarının bulundukları bağlamlara göre belirlendiğine" işaret ettiğini ifade eder. Bu açıdan bakıldığında geç dönem wittgenstein'ın "dil, dünyayı resmeder" görüşünü terk ettiği görülür. (...)
Okumaya devam ederken düzensiz bir şekilde çalınan kapının sesiyle irkilirsiniz. Makaleyi sağ tarafınızdaki kahverengi sehpaya bırakıp, sigarayı ağzınıza alıp kapıya doğru ilerlersiniz. Kapıyı açtığınızda karşınızda jack'i bulursunuz. Beklemediğinizi istemsiz de olsa ima edersiniz, eğer bilinç öznede konumlu olsaydı bunu her seferinde rahatça gizleyebilirdiniz lakin öyle görünüyor ki freud öznenin konumu hususunda descartes'tan daha haklı. Siz bunu düşünürken jack kaba irlanda aksanıyla sizi bara götürmeyi teklif eder, siz kısa bir süre düşünürsünüz eğer sıkı bir nedensellik varsa bu teklifi kabul etmek hayatınızı baştan sonra değiştirecektir; nedenselliğin geçerli olması için dua ederek jack'in teklifini kabul ettiğinizi belirten kafa sallamasından yaparsınız. Ona, sigaranızı ve hello kittyli çakmağınızı alıp hemen aşağı ineceğinizi söylersiniz.
Jack, "tamam" dedikten hemen sonra aşağı inip arabasına biner ve kontağı çevirip arabayı ısıtmaya başlar lakin siz, daha araba sıcak havayı üflemeden orada bitevirirsiniz. Jack'e nereye gideceğinizi sorarsınız, jack "trafalgar meydanına yakın bir yerde içkileri ucuz olan, serserilerin az olduğu bir mekan var. Oraya gidiyoruz, eğer şansımız yaver giderse hatun bile düşürürüz ayol eheh diye cevap verir. Siz jack'in bu üslup karmaşasına hala alışamamış olsanız da üzerinde durmadan "tamam" dersiniz.
....
Nihayer o bara varmışsınızdır, dışarıdaki korumalar dikkatinizi çeker; zira her birinin t-shirt'ünde "ispatı gerekli önerme" yazmaktadır. Siz onların david hume taraftarlarından olduğunu anlarsınız. Bu yazı ise david hume un çatalıNa atıftır, yani kendilerinin matematik gibi ispatlı olmadıklarını, deneylenmeleri gerektiğini söylüyorlardır.
Jack, sizin onlara dikkat kesildiğinizi fark ederek "hayır, hayır. Onlara sakın bulaşma. Ampiristlerin ahlak anlayışına kalırsak halimiz yaman bebişim" der. Siz de onun haklı olduğunu düşünerek kapıdan geçerken "locke sizi kutsasın" dersiniz. Ama onların sizin için başka bir planı vardır: sizi durdurup damınızın nerede olduğunu sorarlar. Sizin bu soruya verebileceğiniz bir cevap yoktur. Çünkü dam, tam burada bir anlam ifade eden bir kelimedir. Eğer burada bir damınız yoksa, damızın hiç yok demektir. Sevgiliniz olsaydı dahi burada olmadığından, yani bu bağlamda var olmadığından ona dam diyemezdiniz. Kelimelerin anlamları bağlamlara bağlıdır.
Aklınıza bunu o korumalara söylemek gelir, anlatmaya başlarsınız. Korumalar da düşünceniz kendi içinde tutarlı olduğundan "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" derler hep bir ağızdan.
içeri adım attığınızda burnunuza ilk değen kokudan barın iq ortalamasını belirlersiniz. Bu düşük zeka seviyesinin yoğunluğunun az olduğu bir yer seçerek oturursunuz, çünkü kimya bilginiz de fena düzeyde değildir.
Hemen garsonun biri damlar, "merhabalar, efendim; ne arzu edersiniz, istencinizi dinleyin" der gülümseyerek. Siz de bir "martini heidegger" istersiniz. Garson "harikulade seçim" der ve jack'in de siparişini aldıktan sonra barmene doğru gider.
O anda bir yerden gelen telefon sesine yönelirsiniz, bilinçtir bu ya; her zaman yönelir, hep "bir şeyin bilincidir." Fenomenoloji de bunu söyler. Akabinde çalan telefonun melodisini çok kötü bulursunuz, birden jack "ah, benim lanet telefonum" diyerek telefonu açar ve hızla dışarı çıkar.
Aradan 20 dakika geçmesine karşın jack geri dönmemiştir, siz kafanızı sinirli sinirli sallayarak "lanet herif, içkileri bana kitledi" diye sayıklarsınız.
Bir tane husserl daniel's içip kalkmaya karar verirsiniz, gözleriniz garsonu ararken aslında var olduğunuz ilk andan beri bilmeden ama hissederek aradığınız o şeyi görürsünüz. Gördüğünüz bu şeyin varlığının özü estetiğin arı formu olmakla belirlenmiş ve felsefenin dahi sizi ondan koruyamayacağı bir etkiye sahiptir.
Hemen yerinizden kalkıp, bu tek başına oturan hanımın yanına gider ve konuşmaya başlarsınız:
- ah, leydim, ah... Evrimin gayesi size ulaşmak olsa gerek, bunca yıldır canlılar tüm bu seleksiyon ve modifikasyon derdini size evrilmek için çekmiş... Merhabalar.
- hey, merhaba; kendinde nazikliği barındıran adam. Ben carol.
- carol... isminle hitap etmemde bir sakınca var mı? Yoksa şimdi resmi başlayıp sonra, zamanla samimileşebiliriz.
- çok tatlı bir formdasınız, sayın tatlılık ideası ama zaman dediğiniz şey saf görünün bir formudur.
Hayalleriniz suya düşmüş; insanlık suda kurduğu medeniyete dair tarihsel tüm birikimini kaybetmiş ve o hayalleri ölüme terk etmiştir. Yalnızca carol ya da başkası suçlu değildir bu hayallerin katlinde, yapılan bir şeyin sorumlusu ya herkestir ya da hiç kimse. Üstad- azam hz. Heidegger (r.a.) söylemiştir bunu. Ah, aristoteles; ne kadar da haklı çıkmıştır "umut, uyanık adamın rüyasıdır." Derken. Ah, nietzsche ne değin doğrudur "umut işkenceyi uzatır" dediğinde... Ah, felsefe alemi... Söylediği tüm menfi tespitlerinde haklıdır.
Carol, neden birden durulduğunuzu dünürken içinden, "lan bu amk salağı yoksa bilmiyor mu, sezginin formunu" diye geçirir ve bu tahminini deneyler:
- ehem.. Kant, ilahi dediğimiz sezgiden farklı olarak formları olan bir görüden bahseder. Bu görünün nesnesiz bir şekilde bir bilgiye dolaysız sahip olmaktan farklı olarak, nesnesi verili olan bir bilgiye dolaysız sahip olmaktır. Bu kavrayış ise zaman ve mekanın varlığını gerektirir ama "zaman ve mekan, nesnelerin kendisinde olan şeyler değildir; zihnin nesnelere yüklediği şeylerdir, işte tam burada bunların kavram olamayacağını söyleyen kant, zamana saf sezginin bir formu demiştir. Mekana da öyle."
- carol, bilmediğimi düşünerek anlatman gerçekten çok nazik bir hareket ama...
Cümleniz -bırakın ağzınızdan çıkmayı- zihninizde dile dökülecek biçime gelmeden kesilmiştir şiddetli bir patlama ile. Herkes süslü bedenleriyle yere serilmiştir.
Siz son nefeslerinizi verirken yüzleri maskeli, boyunlarında marx dövmesi olan bir grup patlamanın hemen ardından silahları ile içeri girmiştir. "Hegel'in diyalektiği, yıldıramaz bizleri" sloganı atarken, arkalarından yetki bakımından daha üstte olduğunu düşündüğünüz birisi içeri girip "salak herifler, burası hegelcilerin barı değil; karma burası" der azarlayarak. Evet, yanlış yeri patlatmışlardır ama siz carol'dan kaynaklı hayal kırıklığınız için zaten ölmek istemiştiniz, "iyi oldu ya böyle" diyerek son nefesinizi alırsınız.
Evden çıkarkenki determinist duanız kabul olmuştur.